AYASOFYA (8)

Ayasofya’nın müştemilât ve mülhakâtından, Hünkâr Mahfilinin ibâdete açılması için, Diyanet İşleri Başkanlığı-İstanbul Müftülüğü, Vakıflar Umum Müdürlüğü- İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü, Hünkâr Mahfilinin, mahfilin medhalinin ibadete müsait hale getirilmesi için bütün hazırlıklarını tamamladılar. Sultan’ın, bilhassa, kadir gecelerinde ve bayramlarda, Ayasofya’ya gelişinde, Hünkâr Mahfiline girmeden önce, atından indiği ki, medhal bölümündeki binek taşı hâlâ, orada durmaktadır. Abdestini tazelediği gelişinde ve gidişinde bir müddet istirahat ettiği, burada sembolik şadırvan, abdest alma yeri yenilendi. Medhal bölümü, medhal bölümü ile Hünkâr Mahfili arasındaki koridor halıyla kaplandı. Hünkâr Mahfiline, daha önce bazı, salâtîn camilerine makine işi tek halı döşendiği için, buralardan kaldırılıp, Vakıflar Bölge Müdürlüğünün depolarında muhafaza edilen, çok değerli, tarihî, halılar serildi. Hünkâr Mahfilinin, minberi, mihrabı, Vakıflar Bölge Müdürlüğü desinatörleri tarafından elden geçirildi. Pırıl pırıl, tertemiz hale getirildi. Artık, her şey, Hünkâr Mahfilinin ibadete açılması için hazırdı.

İttifak gazeteleri ve diğer refiklerimiz, Ayasofya’nın Hünkâr Mahfili’nin, 8 Ağustos 1980 Cuma günü ibâdete açılacağını manşetten verdiler, Türk Milleti, devrin iktidarından, Başvekil Süleyman Demirel’den Ayasofya’nın ibadete açılmasını beklerken derin bir sukut-u hayâle uğramıştı. Şimdi, sadece, Hünkâr Mahfilinin bile ibadete açılacak olması, Ayasofya’nın minarelerinden, lâhûtî, şehâdetin temeli, ezan- Muhammedî’nin sesinin göklere yükselmesi, Aziz Millitimiz için bir teselli olmuştu.

Hünkâr Mahfilinin ibadete açılacağı haberi, dalga dalga, bütün yurdumuza yayılmıştı. Her yerde heyecan vardı. Anadolu’nun pek çok vilayetinde hazırlıklar yapılmış, Ayasofya’nın ibadete açılacağı günü burada hazır bulunmak için kafileler halinde yollara düşmüşlerdi.

Hazırlıkları gözden geçirmek, herhangi bir aksaklığa meydan vermemek için, Diyanet İşleri Başkanlığı-İstanbul Müftülüğü, Vakıflar Umum Müdürlüğü-İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü yetkilileriyle son bir toplantı daha yapıldı. Hatırımda kaldığına göre, bu toplantıda, devrin Diyanet İşleri Başkanı, Dr.Tayyar Altıkulaç, İstanbul Müftüsü, Salahaddin Kaya, İstanbul Vakıflar Bölge Müdür, Rıdvan Nizamoğlu, Eminönü Müftüsü, Recep Şehidoğlu hazır bulunan bazı zevât idi. Açılış için son rütuşlar yapıldı, her şey bir kere daha gözden geçirildi. Bir ara mevzû, cuma namazını kimin kıldıracağına geldi. Hazır bulunanları tamamı, “Diyanet İşleri Başkanımız, eğer cuma günü burada olursa, cuma namazını bizzat kendilerinin kıldırması uygun olur. Eğer kendileri herhangi bir sebeple burada olamayacaksalar o takdirde, İstanbul Müftümüz, Muhterem Salahaddin Kaya Hocamızın kıldırması muvafık olur,” dediler. Söz aldım, “Doğru söylüyorsunuz, elbette, fiîlen ibadete kapatılmasından 48 sene sonra, tamamı değilse bile, Hünkâr Mahfilinin ibadete açılacağı gün, tarihe kayıt düşülecek çok önemli bir gün olacaktır. Ayasofya’da 48 yıl sonra tekrar cuma namazı kılınması da önemlidir. Böyle bir günde, Diyanet İşleri Başkanı’nın, değilse, bence, protokolde, birinci, -zira, kendileri şu anda Bab-ı Meşîhatta, Şeyhulislâmlık Makamında oturmaktadır.- İstanbul Müftümüz, Muhterem Salahaddin Kaya Hoca’mızın kıldırması münasiptir.

“İzninizle benim farklı bir teklifim olacak, bildiğim kadarıyla, muhterem başkanımız, Ayasofya fiîlen ibadete kapatıldıktan 6 yıl sonra, muhterem müftümüz, 2 yıl sonra dünyaya gelmişlerdir. Her ikisi de Ayasofya ibadete açık, cami bulunduğunda burada namaz kılma şansına eremediler. Benim, yakînen tanıdığım, eminim, sizlerin de yakînen tanıdığı ve takdir ettiği bir Hoca’mız var! Kendileri, Ayasofya Cami iken, bir cuma günü, mihrabın sol tarafında oturmuş, Ayasofya Camii Başimamı, Hafız Tevfik Efendi’nin irad ettiği hutbeyi dinlemiş ve arkasında cuma namazını kılmış, Bâyezid Cami Başimamı, Hacı, Hafız, Kurrâ’dan, Abdurrahman Gürses Hoca’mız... Tensib buyurursanız, bu ilk cuma namazını Abdurrahman Hocamız kıldırsın!” dedim. Hazır bulunanlar büyük bir tehâlukla karşıladılar, hatırlattığım için bana teşekkür ettiler. Böylece bu mesele de halledilmiş oldu...

Türkiye’nin en iyi Fonetekcisi, (geniş mekânlara ses düzeni kuran) şirket Ayasofya’nın yeni ses düzenini hiç ücret almadan kurmak istedi. Hünkâr Mahfilindeki, vaaz, hutbe ve namazlar, Ayasofya’nın ana kubbesini çınlattığı gibi kuzeyindeki ve güneyindeki boş alanlara da verilmişti. Ayrıca Ezan-ı Muhammedînin, her dört minareden aksettirilmesi için tesisat kurulmuştu.

Buruk ve Mesud gün gelip çatmıştı. 8 Ağustos 1980 cuma günü erken saatlerden itibaren onbinler Ayasofya, Sultanahmed Meydanlarını doldurmuştu. İstanbul’un varoşlarından, Bolu, Sakarya, Kocaeli, Bursa ve Trakya illerinden onbinler, Ayasofya’ya, Sultanahmed Meydanına akmıştı. İstanbul tarihî günlerinden birisini daha yaşıyordu.

Hünkâr Mahfili, medhal ve koridorlar, cuma ezanına daha dört saat varken, saat dokuzdan itibaren tıklım tıklım dolmuştu. Sık sık, “Safları sıklaştıralım, gerekirse birbirimizin sırtına secde edebiliriz,” diye anonslar yapılıyordu. Cuma namazına bir saat kalmıştı ki. İstanbul’un en dik ve güzel sesli hafızları, bir taraftan, Ayasofya minarelerinden, diğer taraftan Sultanahmed Cami minarelerinden aksettirilen, salayı veriyordular. Ayasofya’nın ana mekânı, kubbesinin altı boştu ama, kuzeyi, güneyi, batısı kıble tarafı, iğne atsanız yere düşmeyecek kadar, kalabalık cemaatle doluydu. Mihrabın, kıblenin ön tarafında olanların, imama uymaları caiz değildir. Arkada ve yan taraflarda olanlar, kıbleyi tecavüz etmemek şartıyla imama uyabilirler. Her kademede münâdîler, intikal tekbirlerini tekrarlayacaklardır. Cemaatimizden bu intikal tekbirlerine uymalarını hasseten rica ediyoruz. Mihrabın, dolayısıyla kıblenin önünde kalanlar, imama uyamayacakları için, lütfen cuma namazlarını, civarımızda bulunan, Sultanahmed Cami ve diğer camilerde kılsınlar,” diye, anonslar yapıldı.

Cuma vaktinin ilk ezanı, Sultanahmed Cami ile birlikte düet usûlüyle okundu. Ayasofya’nın minarelerinden 48 yıl sonra okunan bu ilk ezan, Sultanahmed Camii’nden eş zamanlı yükselen ezan, Cem-i Gafîr’in heyecanını bir kat daha artırmıştı. Bugün İstanbul bir başkaydı, bugün İstanbul, bütünüyle fetih ruhunu yaşıyordu.

Cuma hutbesini irad ve cuma namazını kıldırmak üzere, camide, Hünkâr Mahfilinde bulunan, Hacı Hafız, Abdurrahman Gürses Hocamız, sünnete uygun sakalı, şık  ve zarif giyimiyle dikkati çekiyordu. -Zâten günlük hayatında hep şık ve zarif giyinirdi. Bâyezid Camii Başimamı olduğu halde, kendisi Nişantaşı’nda ikamet ederdi.- Minber’e, Topkapı Sarayı Müzesinden getirilen, tarihî, murassâ’ bir kılıçla çıktı.- Bilindiği üzere, kılıçla fethedilen memleketlerde ve şehirlerde, hatipler, cuma ve bayram hutbeleri için minbere ellerinde kılıç olduğu halde çıkarlar. Bu kılıçlar, bu beldenin kılıçla fethedildiğini, gerektiğinde yine kılıçla korunacağı mesajını vermek içindir.

Abdurrahman Gürses Hoca, enfes bir hutbe irad etti, ba’demâ, cuma namazını kıldırdı. Namazdan sonra, “Rabbim bize bu günümüzü gösterdi, İnşâ Allah! Ayasofya’mızın tamamının açılacağı günü de gösterecektir, lütfen ikişer rekat teşekkür namazı kılalım,” dedi. Cemaatin kâhir ekseriyeti şükür namazlarını da eda etmişlerdi. Cuma namazından sonra, herkes gözyaşlarıyla birbirine sarılıyor, şükrediyor, böylesine mesud bir fethe şahitlik ettikleri için, en az, “Ni’me’l-Ceyş neferleri gibi, şehirlerine, mahallelerine, semtlerine dönüyorlardı.

Artık, beş vakit Ayasofya’nın minarelerinden ezan sesi yükseliyor, Hünkâr Mahfiliinde beş vakit namaz kılınıyordu. Bu mesud günler, meş’ûm, 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükumetinden bir gün sonra yeniden açılışından 36 gün sonra, 14 Eylül 1980 günü, darbeciler tarafından kapatılmıştır. Aynı gün, Topkapı Sarayı, Mukaddes Emânet’ler Dairesinde 24 saat esasıyla Kur’ân Tilâvetine de son verilmiştir.