KEMALİZM’İN KEMALİSTLERİN SÂBİTELERİ!...

Müstevlîler, Mondros, Sevr ve Mudanya’da milletimize ölümü gösterip sıtmaya razî ettiler. Lozan’da öldürücü darbeyi vurdular. Güya devletin tapusunu verdiler, ama bedelini çok ağır bir şekilde ödettiler. Millî mücadelemize ve İstiklal Harbimize omuz veren, Birinci Meclis’in bütün azaları tasfiye edildikten sonra ve Cumhuriyetin ilânından sadece, dört ay beş gün sonra yeni meclis, İttihad ve Terakkî bakiyesi, tek parti mütegallibe ceberûtî ve tâgûtî idarenin önüne bu bedelleri ve faturaları bir bir koymaya başladılar. 

Tevhid-i Tedrisat, Şer’iyye ve Evkâf Vekaletinin lağvi ve diğer İnkılap kanun ve kararları bu cümledendir.

Beşerî düsturlar, beşerler tarafından çıkarılan ve uygulanan kanunlar zaman içinde değişir-değiştirilir. Değişmeyen, değiştirilemeyen, kıyamete kadar değiştirilmesine ihtiyaç duyulmayan kanunlar, vahiy mahsulü nas’larla sabit olan hükümler ile vahiy ile müeyyed, peygamberler tarafından ortaya konulan hükümlerdir. Bunlara dinî sâbiteler denilir.

Beşerî kanun ve kararların sabite olduğunu, dokunulmaz, değişmez, değiştirilmez olduğunu iddia etmek ise, beşeri kanun ve kararları ortaya koyanın hâşâ! ilah olduğunu veya peygamber olduğunu iddia etmektir.

Beşerî sâbitelere bir atf-ı nazar edecek olursak:

1982 Anayasasının, inkılap kanunlarının korunması başlığı ile 177.maddesi aynen şöyledir:

Anayasanın hiç bir hükmü, Türk toplumunu çağdaş uygarlık seviyesinin üstüne çıkarma ve Türkiye Cumhuriyeti’nin lâiklik niteliğini koruma amacını güden, aşağıda gösterilen inkılap kanunlarının, Anayasa’nın halk oyu ile kabul edildiğine, tarihte yürürlükte bulunan hükümlerinin, Anayasa’ya aykırı olduğu şeklinde anlaşılamaz ve yorumlanamaz;

1) 3 Mart 1340/1924 tarihli ve 430 sayılı Tevhid-i Tedrisat Kanunu;

2) 25 Teşrinisani 1341/1925 tarihli ve 671 sayılı Şapka İktisası hakkında kanun,

3) 30 Teşrinisani 1341/1925 tarihli ve 677 sayılı Tekke ve Zaviyelerle Türbelerin seddine ve Türbedarlıklar ile bir takım unvanların Men ve İlgasına dair Kanun;

4) 17 Şubat 1926 tarih ve 743 sayılı Türk Kanunu Medenisiyle kabul edilen, evlenme akdinin evlendirme memuru önünde yapılacağına dair medenî nikah esası ile aynı kanunun 110.maddesi  hükmü;

5) 20 Mayıs 1928 tarih ve 1288 sayılı Beynelmilel Erkam’ın kabulü hakkında Kanun;

6) 1 Teşrinisani 1928 tarihli ve 1353 sayılı Türk Harflerinin kabul ve tatbiki hakkında kanun;

7) 26 Teşrinisani 2934 tarihli ve 2590 sayılı Efendi, Bey, Paşa gibi lâkap ve ünvanların kaldırıldığına dair kanun;

8) 3 Kânunuevvel 1934 tarihli ve  2596 sayılı bazı kisvelerin giyilemeyeceğine dair kanun...  

Beşerî kanun ve nizamlar, milletin dünyevî ihtiyaç, korunma, (can ve mal emniyeti) ekonomik ve iktisadî refah ve saâdeti için meriyete alınır, zaman içinde değişime ve tekâmüle açık olmaz ise, toplumun ihtiyaçlarına cevap vermediği- veremediği için tamamen itibarsız ve geçersiz kalır.

“Ezman’ın Tegayyuru ile Ahkâm’ın Tegayyuru, inkâr olunamaz.” Mecelle maddesi, örf, adet, gelenek ve dünyevî, beşerî, kanun ve nizamlar ile alakalıdır. Yoksa, vahiy mahsulü nas’lar ile sabit, ya da vahiy ve mucize ile müeyyed peygamberlerin koyduğu sabit hükümler, bir sâbite olup zaman ve mekan ötesidirler. Zaman ve mekan değişikliği ile asla değişime uğramazlar, kıyamete kadar bakidirler.

Filhakîka, İslâm Hukukunda, farz ve vaciblerde, herhangi bir sebebe mebnî herhangi bir hüküm va’z’edilmiş ise, sebep zâil olunca hüküm de kendiliğinden zâil olur. Mesela, malî bir ibadet olan zekat farz kılındığında bazı sebeplere binâen, Masarıf-ı Zekâttan sayılan, Zekat âmilleri, Müellefe-i Kulûb, (kalpleri İslâm’a ısındırılması istenenler) ve köleler, sebepleri ortadan zâil olduğu için, hükümleri de zail olduğundan, Müellefe-i Kulup, Hazret-i Ebu Bekr es- Sıddık Efendimizin hilafeti zamanında, zekat amilleri, Haz. Osman’ın hilafeti zamanında, köleler de daha sonraki asırlarda, Masarıf-ı zekâttan çıkarılmışlardır.       

Milletin ihtiyaçlarına cevap vermeyen refah, huzur ve emniyetine yardımcı olmayan, aksine inançlarına, örf, adet ve geleneklerine, tarihine, ecdadına, topyekün medeniyetine muhalif ve muarız, kanunlar ilk fırsatta çiğnenir, ayaklar altına alınırlar. Anayasa korumasına da alsanız bile böylesi kanunları meriyette tutamazsınız.

Tevhid-i Tedrisat, (eğitimin birleştirilmesi) bu milletin hangi ihtiyacını karşılamak için kanunlaştırılmıştır? Kanun meriyete alındıktan kısa bir müddet sonra Askerî Liselerin açılması, bazı kurum ve kuruluşların bünyelerinde çalıştırmak üzere yetiştirmek için özel okullar açması, Devlet Demiryolları Meslek Okulu, gibi Tapu Kadastro Umum Müdürlüğü’nün bile Özel Meslek Lisesi vardı.

Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun tek hedefi, Ashab-ı Suffe ile başlayan İslâmî ve dinî  ilimlerin ta’lim-te’allüm ve tahsili idi...

25 Teşrinisani 1341/1925 tarihinde 671 sayılı kanunla kabul edilen “Şapka İktisası” (Şapka Giyme) Kanunu hangi ihtiyaç’tan mütevellid, milletin hangi derdine çare olsun diye çıkarılmıştı? Dininden, diyanetinden, tarihinden, kültüründen örfünden gelenek ve adetlerinden uzaklaştırılan bir milletin   kılık kıyafet, kisve itibariyle de tam olarak Hristiyanlara benzesin diye bu trajikomik, şapka kanunu çıkarılmıştır. Başta İskilip’li Atıf Muhamed Hoca olmak üzere binlerce masumun İstiklal Mahkemeleri tarafından idam edilmelerine sebep olan bu meş’um kanun, Türkiye’de artık hiçbir kimse tarafından uygulanmadığı halde, halen yürürlükte 1982 Anayasası tarafından değiştirilmesi teklif dahî edilemeyen bir kanun olarak meriyettedir.

Şapka Kanunuyla şapka giyme mecburiyeti halk için değil, başta Reisicumhur, Başvekil, vekiller, Saylavlar (milletvekilleri) ve her kademedeki memurlar içindi. Şapka Türkiye’de bilinmiyordu, dikilmiyordu, satılmıyordu. İtalya’dan ve Fransa’dan ithal ediliyor ve çok pahalıydı. Ast rütbedeki memurlar ancak, dört maaşlarıyla bir şapka alabiliyorlardı. Çalıştıkları kurumlar şapkaları toptan alıyor, memurlara taksitle satıyorlardı. Memurların maaş bodrolarında, “Şapka Keseneği” diye birer hane açılmıştı. Sivillerin şapka giymeleri mecburî olmadığı halde Jandarma karakollarındaki astsubaylar, kanunun şümulünü bilmedikleri için herkesin şapka giymesi mecburiymiş gibi başında şapka olmayanların serpuşlarını, poşu veya başlarına koydukları siper-i şemsleri yırtıyor, karakola celbederek dayak faslından geçiriyorlardı. O yıllarda rahmetli babam köy muhtarıydı, yakinen bilirim, bizim evde köy bütçesinden alınmış, köy malı, demirbaş bir şapka vardı. Köyden birisi, nahiyeye veya şehre gideceğinde, bu şapkayı beraberinde götürür, nahiyeye veya şehire indiğinde başına takardı. Şapka iktisası ile alakalı daha nice, trajikomik yaşanmışlar var, Ayasofya-i Kebir Camii Şerifi’nin ibadete açılması münasebetiyle mesud, gülşen olan günlünüz biraz daha neşelensin diye anlatacağım...