AYASOFYA (14)

Lozan Sulh Antlaşmasını bazıları tam bir hezimet, bazıları da zafer olarak tavsif etmişlerdir. Lozan Sulh Antlaşmasının bir zafer olduğunu yaklaşık yüz yıldır dillendirenler daha da ileri gidip, Lozan Sulh Antlaşmasının Osmanlı Devlet-i aliyye’mizin külleri üzerine kurdurulan yeni devletin, Cumhuriyet’in tapu senedi olduğunu iddia ediyorlar.

Lozan Sulh Antlaşmasında, masada karşımızda olanlar, başta mağrur İngilizler olmak üzere bütün batı dünyası, Hristiyan Dünyası, Dünya Kiliseler Birliği, her ne kadar gözlemci gibi görünse de ABD yanî Avenjalist, ABD derin siyon devleti... Pekiyi! Bunlar yeni bir devletin tapusunu verirken karşılığında neler almışlardır? Türk Milleti, bu tapu karşılığı hangi bedelleri ödemiştir?

01 Kasım 1922 tarihinde saltanatın lağvi ile başlayan, 03 Mart 1924 tarihinde alınan kararlar ve çıkarılan kanunlarla devam ettirilen, “İnkılab “ kanunlarının kronolojisine bir atf-ı nazar edildiğinde bu tapu karşılığı ne kadar ağır bedeller ödediğimiz apâşikâr ortaya çıkar. Yine İnkılab Kanunları diye yutturulan bu kanun ve kararlardan hangisi, İstanbul’un başşehir olmaktan çıkarılması, hilâfetin kaldırılması ve nihayet Ayasofya’nın ibadete kapatılması şartlarından daha hafiftir? Bu aziz millet, dininden, milliyetinden, tarihinden, örf, adet ve geleneklerinden koparılmamış olsaydı, milliyet şuuru ile devam edebilseydi, neredeyse bir asra yakın zaman içinde, isteseydi, hilâfeti geri getirebilir, İstanbul’u yeniden başşehir yapabilir, Ayasofya’yı en azından, 1950 tarihinde ibadete açabilirdi.

Türk Milleti’nin iki bin beş yüz yıllık, tarihin seyri içinde tevâlî edip gelen bir devlet tecrübesi vardır. Bin yıllık bir Müslüman-Türk karakteri vardır. 3 Mart 1924 tarihinde, Tevhid-i Tedrisat Kanunu ile sadece medreselerin fizikî kapılarına kilit vurmadınız. Ashab-ı Suffe ile başlayan, Emevî’ler, Abbâsî’ler, Büyük Selçuklu, Anadolu Selçuklu, birbirinden tevarüs ettiği ve en az bin yıldan beridir, Aziz Milletimizin ellerinde en şâşalı dönemini yaşayan, İslâmî ilim meşalesi söndürülmüştür. Bu ilim sâyesindedir ki, dünyada fiziğin, kimyanın, matematiğin, aritmetiğin, tıbbın kanun ve düsturlarını, Farabî, İbn-i Sina gibi Türk Alimleri v’az etmiştir. Müslüman Türk Alimleri her gün medeniyetten birer sahife açarken, batı alemi, Hristiyanlık Dünyası, Ortaçağın karanlık dehlizlerinde debeleniyor, “dünya yuvarlak, üstelik dönüyor,” dediği için Galileo Galilei idam ediliyordu. İslâm Aleminde Müslüman Hekimler, ruh hastalarını, musikî, su sesi ve kuş etiyle tedavî ederken, Ortaçağ kavimlerinde, “içine, cin girmiş, şeytan girmiş” diye ayaklarından asılıyor, döve döve öldürülüyordular.

“İnkılab,” kanun ve kararlarını incelediğimizde, bu tapunun bedellerinin neler olduğunu daha iyi anlıyoruz.

1921 Teşkilat-ı Esâsiye Kanunundan, “Devletin dini, din-i İslâm’dır,” maddesinin çıkarılması demek, bu milletin, dininden, milliyetinden koparılması şartıdır. Tevhid-i Tedrisat Kanunu’nun çıkarılması demek, her kademedeki din eğitimi, İslâm edebi ve ahlakına son vermek demektir. Şer’iyye ve Evkâf Vekâletlerinin ilgası demek, bin yıldır Şerîa’tin nurlu yolunda, medeniyet yürüyüşümüzün, akamete uğratılması demektir. Nitekim, hâlen, Millî Müdafaa Vekili, Hulusi Akar Paşa, “Cumhuriyet, medeniyet yürüyüşümüzde bir sekte ve es’dir” demiştir. 17 Şubat 1926 tarihinde, İsviçre Medenî Kanunu, aynen alınarak, tercüme edilmiş, Türk Medenî Kanunu olarak kabul edilmiş, 4 Ekim 1926 tarihinde meriyete alınmıştır. Büyük Türk Milleti’nin tarihe şan ve şeref veren, azemeti, büyüklüğünün temelinde, meşru nikah ve dinî kural ve kâidelerle teyid ve takvile edilmiş aile yapısı vardır. Demek ki, şartlardan birisi de Türk Milleti’nin sağlam aile yapısının tahribidir.

25 Teşrinisânî 1341/1925 tarihinde 671 sayılı kanunla şapka iktisâsı hakkındaki kanun bir İnkılab kanunu olarak kabul edilmiştir. Bir milleti, dininden, maneviyatından, din eğitiminden, aile yapısından koparmakla iktifa etmemişler, kılık kıyafetinden de uzaklaşmasını şart koşmuşlar.

1 Teşrinisânî 1928 tarihli ve 1353 sayılı kanunla, Türk Harflerinin (aslında Latin Alfabesi) kabul ve tatbiki hakkındaki kanun. Bir milletin bir gecede büsbütün cahil hale getirildiği, bin yıllık edebiyatından, kültüründen koparıldığı bir tatbikat.

20 Mayıs 1928 tarihli ve 1288 sayılı kanunla Beynelmilel, erkam (rakamlar) kabul edilmiştir. Latin Harflerinin kabulüne paralel, latin rakamları da kabul edilmiştir.

Beynelmilel rakamların kabulüne paralel, Aziz Milletimizin İslâm ela şerefyab olmasından itibaren kullanmaya başladığı, Hicri Takvim terk edilmiş, Güneş Takvimi, Gregoryan Takvimi miladî takvim kullanılmaya başlanmıştır.

Dikkat buyrulursa, çıkarılan İnkılab Kanunlarıyla, alınan kararlar, bir milleti, dininden, diyanetinden, din eğitiminden, ahlaktan, maneviyattan tüm değerlerden koparmaya matuftur. Dine ve maneviyata delâlet eden her ne ki varsa, yasaklanıyor.

Aziz Kardeşlerim. Ayasofya ile alakalı olarak yazdığımız serî’nin, on dördüncüsünü yazıyorken, bugün, 8 Temmuz 2020 Çarşamba günü, saat: 16.06’da telefonum acı acı, çaldı. Telefonun diğer ucundaki, muhterem hocamız Necati Tosun Ağabey’di. Ağlayarak, “Akkoca! gözümüz aydın olsun, Danıştay alakalı dâiresi, Ayasofya ile alakalı, 27.11.1934 tarihli, Ayasofya’nın müzeye tahvili hakkındaki Bakanlar Kurulu Kararnâme’sini kaldırdı. Ayasofya’nın ibadete açılması için artık her hangi bir engel kalmadı,” dedi. Sevinçten ve duyduğum mutluluktan ne söyleyeceğimi bilemedim, sadece, “Allah’ım! Sana nâmütenâhî şükürler olsun,” diyerek hane halkımı bile hayrete düşürecek şekilde haykırdım. Refikam, “bu kadar sevindiğine göre, her halde vaazlara başlıyor olmalısın,” dedi. Anlattım, onlar da sevince gark oldular.

Sosyal medya grupları da aynı haberi paylaştılar. Televizyon kanallarını dolaştım, herhangi bir haber yok. Yalnız, bir televizyon kanalında, Ak Parti Genel Başkan Vekili, Prof.Dr.Numan Kurtulmuş ile mülakat halindeler. Soruyorlar: “Ayasofya 15 Temmuz’da mı açılacak?” Cevap vermiyor, ketum, “Benim, gönlüm, daha önce açılmasından yana” diyor.

Cumhurbaşkanı ve çevresindekilerin ağızlarını bıçak açmıyor, Ayasofya’yı Camii Kebiri’nin İmamı, Kurrâ’dan, Hattat Hafız Önder Soy hocamızı aradım, kendileri de benim gibi, ihtiyatlı bir iyimserlik içerisinde, mütevekkilâne bekliyor.

Bunları, gelecek nesiller, yarının tarihçileri için tarihe bir kayıt düşmek için yazıyorum. Bugün itibariyle, henüz, Danıştay’ın ilgili dairesinin kararı açıklanmamıştır. Karar hangi istikamette olursa olsun, Cumhurbaşkanı’nın kararı da bilinmiyor. Belki de bu yazı gazetede neşredildiğinde, Ayasofya çoktan ibadete açılmış, devletimiz, İstiklal-i Tâmme ile İstiklâlini ilân edecek, ya da kestirilemeyen, bilinmeyen  bir zamana kadar, ayaklarındaki prangalar ile sürünmeye devam edecek...