ANTALYA DA’VASI!... (5)

Artık klasikleşmiş bir kaide haline getirilmişti. Her bir Darbe-i hükumet ve ihtilallerden sonra, Anayasa ve İnsan hakları askıya alındığı için, Cemiyet içinde isim yapmış, önem atfedilen insanların evleri aranır, suç unsuru kabul edilen, kitapları, not defterleri ve evrak-ı şahsiyeleri müsadere edilirdi. Yaşımız itibariyle, 12 Mart 1971, 12 Eylül 1980 Muhtıra ve Darbe-i hükûmet sonraları aynı akibet bizlerin başına da gelmişti. 12 Eylül 1980 Darbe-i hükûmetinden sonraki günlerde, Antalya, Sıkıyönetim Talî Komutanlığı, müfreze’leri tarafından, devrin, Antalya ve civarı İdarecisi olan, Mehmed Şişman’ın evinde de bir arama yapılmış, -Mehmed Şişman, Süleyman Efendi Hazret’lerinin ilk talebe’sin, Müftü, Kalaycı Hoca, lakabıyla müştehir, Merhum, Mehmed Oral’ın damadıdır.- Kitap’ları, not defter’leri, şahsına ve ailesine aid bütün evrakı müsadere edilmiş, -zorla alınmış, götürülmüş,- Aslında alınıp götürülen kitaplar, men’edilmiş, yasaklanmış değil, Neşriyat müessese’lerinde, kitapevlerinde serbestçe alınıp-satılan kitaplar...Ne var ki, devir sıkıyönetim devri, Anayasa’nın, kanunların, temel insan haklarının askıya alındığı olağanüstü devir...

Mehmed Şişman’ın evinden müsadere edilen, kitaplar, not defter’leri ve diğer evrak-ı müsbite, zararlı ve yasak neşriyattan olup-olmadıkları hususunda, tedkik edilmek üzere, o tarihlerde Antalya’da bulunan ve vaziyetten vazife çıkaran, Diyanet İşleri Başkanlığı müfettişlerinden birisine havale edilmiştir. -Bu müfettiş’in ismi tarafımızdan bilinmektedir, ancak, büyük bir ihtimal ile ebediyyete intikal etmiştir. İsminin burada açıkça zikredilmesi halinde, aile ferdleri ve kendisini sevenleri rencide edilebilir. Bu sebeple ismini zikretmeyi uygun bulmadık.- Tedkikat neticesinde kitapların ve not defter’lerinin mahzurlu neşriyat arasında olmadığı tesbit edilir, müsadere edilen kitapların, not defter’lerinin ve diğer evrak-ı müsbite’lerin iadesine karar verilir. Ancak, evrak arasında bir kağıt parçası bu müfettişin dikkatini celbeder. Bu kağıt parçasında, Kur’ân harfleriyle ve Osmanlı Türkçesiyle yazılmış, ba’zı isimler vardı. “Bizler, aşağıda bölge’leri, ad ve soyadları bulunan, Bölge emir’leri, Emîrü’l-Mü’minîn’e itaat ettiğimizi, sadakatle ona bağlılığımız te’yid ederiz,” deniliyor. Emîrü’l-Mü’minin, diye tavsif ettikleri zatın ismi, adı soyadı, bölgelerin isimleri ve bölge emirlerinin ad soyad ve imzaları bulunuyordu. 1981 yılında devrin Büyüğü’nün kim olduğu ve belli bölgelerde kimlerin idareci olduğu bilindiği için, buradaki Emîrü’l-Mü’minîn’den, kimin kasdedildiği, emirlerin kimler olduğunu tahmin etmek zor olmasa gerektir. Bu kağıt parçası ne ifade ediyordu, kimler tarafından niçin hazırlanmıştı?

Yine tarihe bir kayıt düşmek için yazıyorum; 1970’li yılların ikinci yarısında zuhur eden fine’de, fitne kazanını daha da köpürtmek için, fitne kazanına odun taşıyanların ellerindeki yafta, “Gazeteciler, Büyüğümüze itaat etmediler,etmiyorlar,”dı. “Gazeteci’lerden,” devrin Sabah ve Ufuk Gazete’lerini idare edenler kasdediliyordu. Oysa, Gazeteciler, attıkları her adımı, devrin Büyüğü’nün direktifi, emirleri, bilgisi dahilinde atıyorlardı. Gazetecilere izafe edilen, itaatsizlik, yalan, iftira ve Buhtan-ü Azîm idi. Ne var ki, fitne şiddetlendiğinde, göz gözü görmez, haklı-haksız aranmaz, bir an evvel fitne ateşinin söndürülmesine sa’y-ü gayret edilmesi gerekirken, ba’zı ağabeyler, ikbal ve istikbâl için bu fitne ateşini olabildiğince harlandırmışlardır. O devirde, ba’zı Orta Anadolu illerinde idareci olan birisi, civardaki-bölgesindeki hoca’ları toplamış, bir eline devrin Sabah ve Ufuk Gazete’lerini almış, diğer eline de, Devlet-i  Âliyye’mizi yıkan, İttihad ve Terakkî’nin Merkez-i Umûmîsi, ezelden ebede küfrün müdafi’î’bir gazete’yi alıyor, “Kardeşlerim, şu gazeteyi okuyun, asla bu gazete’leri okumayın,” diye telkîn’de, telkîn’in de ötesinde emir ve ta’limat veriyor. İşte, bu kağıt parçası da böyle bir mantıkla, acemice, çocukca, ilerisi düşünülmeden, rakîp’leri saydıkları “Gazetecileri” müşkil durumda bırakmak, itaatsiz olduklarını ilan etmek için hazırlanmıştı. Aslında, hiç dikkate ve ciddî’ye alınmaması gereken bu kağıt parçasını, vaziyyetten vazife çıkarma çabası içerisindeki, Diyanet İşleri Başkanlığı müfettişi i’zam etmiş, “Bunlar Türkiye’de bir İslâm devleti, kurmuşlar, devleti yedi emirlik halinde teşkilatlandırmışlar,” tarzında, akla ziyan, hezeyanları, “Bilirkişi,” sıfatıyla raporlandırmıştır. Antalya Da’va’sının sebebi ve başlangıcı işte bu kağıt parçasıdır. Bir kağıt parçasıyla, belki de Cumhuriyet Tarihi’nin, hatta, Türk Devletler Tarihi’nin en kalabalık maznun’lu (sanıklı) da’va’sı için ta’kibat başlatılmış, Antalya ve ilçe’lerinde neredeyse birbirine selâm veren herkes için ta’kibat başlatılmış bir cadı avı icra edilmiştir.

Sıkıyönetim İdaresi, dolayısiyle, Sıkıyönetim’e bağlanan Antalya Emniyet Müdürlüğü, Siyâsî Şube ve Asayiş Şube Müdürlükleri, ta’kibatı, T.C.K.’nın, (Türk Ceza Kanunu’nun 146.Madde’sine göre, başlatmış, Anayasa’yı ihlal, -Filhakika, Anayasa, darbeciler tarafından askıya alınmış, ortada herhangi bir Anayasa yok, ama, olsun, keyfî idarelerde, Anayasa ve kanunlar bir kişinin veya birkaç kişinin iki dudağının arasından çıkanlar olduğunda böyle vak’a’lar olağan kabul edilir. Birileri, Anayasa’yı, kanunları, temel insan haklarını askıya alır, diğer başkaları da askıya alınmış Anayasa’yı ihlal suçundan idam ile muhakeme edilir. -T.C. Devletini ortadan kaldırma, yerine bir başka devlet kurmaya teşebbüs, i’dam ile muhakeme edilmeyi gerektirir.

Ta’kibat ve Tahkîkat dosya’ları, Adlî Makamlara intikal ettirildiğinde, C.Savcıları, dosya münderecatında iddia ile alakalı, herhangi bir bilgiye, bulguya sübut delillerine şahid’lere rastlamadılar. Kaldı ki, kağıt parçasında zikredilen bölgelerden birisi de Antalya Bölgesiydi. Başkalarına gerek yok, sadece uzun yıllardan beridir, Antalya’da, hakimlik, savcılık yapan Adliye çevreleri bile böyle bir şey duymamışlar, bu hususta kendilerine hiç bir vak’a’ intikal etmemiştir. Dolaysiyle, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın müfettişinin i’zam ederek raporlaştırdığı hususları, C.Savcıları, ciddî’ye almamışlar, dikkate almamışlar, herhangi bir iddianâme hazırlamamışlardır.

Ne var ki, devir, derin devletin bir daha hortladıldığı, tek parti mütegallibe, İttihad ve Terakkî zihniyetinin, oligarşinin hakim olduğu bir devirdi. Anayasa’yı ihlal olmadı, dert değil başka isnad edilecek çok suçlar vardı. Merhum, Başbakan-Cumhurbaşkanı Turgut Özal tarafından, T.C.K.’dan, (Türk Ceza Kanunun’dan çıkarılan, meşhur, pek çok Müslüman’nın mağduriyetine ve zulme uğramasına neden olan 163. Madde vardı. Bu madde’ye göre, bir kişi iki kişiye selâm bile verse, dini siyasete alet etmekten haklarında iddianâme hazırlanabilinir, muhakeme edilir, mahkum da edilebilinirdi.

Bir Müslüman’ın günlük hayatındaki her hareketi için uygulanabilecek, Laikliğe aykırılık iddiasıyla açılacak da’va’lara mesned olabilecek kanun maddeleri vardı. Nitekim, haklarında ta’kibat ve tahkîkât yapılanlar hakkında, 1630, 5816, 6187 ve 1393 sayılı kanunlara muhalefetten iddianâme hazırlandı ve bu iddianâme, Antalya 1.Ağır Ceza Mahkemesi tarafından kabul edilerek, muhakemeler başladı...