SANİOĞLU- 17.02.2020. 14,30

“ Muhterem Hocam,Devrin Merhum Büyüğü, Cennetmekân, Muhterem, Beyağabeyimiz, Kemal Kacar  Bey’in de bir müddet, mevkûfen, muhakeme edildiği, Tarihî Antalya Da’va’sını bize bir anlatırmısınız? Zahirî ve dünyevî hususlarda, Camia’nın idarecisi olarak, müsavî’ler arasından bir adım öne çıkarılmış, idarecimiz de dahil, günümüzde, sahada olanların ekserisi, 40 yaşların altındadır.

Antalya Da’va’sı görüldüğünde, bunlar henüz dünya’ya gelmemişlerdi. Tevatür’en,-burada “Tevatür”’ü, şer’î ve ıstılahî ma’nasında kullanmadım,- aslını esasını bilmeden, ağızdan ağıza, kulak dolması bilgilerle, Camia mensuplarının gerçek dışı bilgilerle yanıltılmasını kasdettim.

Antalya Da’va’sının sebebi, seyri neticesi gerçekten bilinmediği için, önüne gelen bu da’va’yı kendisine yontarak istismara kalkışmış, kimileri de, Bu Camia içerisinde hiç bir zaman, dış kapının dış mandalı bile olmadığı-olamadığı halde, kendisini bu Camia’nın çok önemli bir ferdiymiş gibi gösterme gayreti içinde, artık, ebediyyete intikal etmiş cevap veremeyecek bir Zât-ı Muhterem hakkında, hayalî, yalan, iftira ve buhtan’a varan isnadlarda     bulunmuştur.

Hocam, kılıçlaşan Kaleminizle, Hazreti Üstazımız hakkındaki, yalan, iftira ve buhtanlarda bulunanlara, hak’ettikleri cevabı, müdellel, muknî bir şekilde verdiğiniz gibi, devrin Büyüğü, Cennetmekân, Merhum, Kemal Beyağabeyimiz hakkındaki, yalan, iftira ve buhtan’lara da cevap vermenizi bekliyoruz.

Belki bu husularda daha önceki yazılarınızda gerekli cevapları vermiş olabilirsiniz, bizlerin dikkatinden kaçmıştır. Ama, her yazınız ve tespitiniz, Tecdit ve İmam-ı Rabbânî Evladı tarihinin bir şeref Levhasını teşkil ediyor.”

Sanioğlu, Remziyle yorum’larda bulunan ve sualler tevcih eden Pek Değerli Kardeşim. Her bir devirde husule gelen havadisatı, o devrin şartları müvacehesinde değerlendirmek lazımdır.

Antalya Da’vası,12 Eylül 1980 Askerî Müdahale ve Darbe-i hükûmet döneminde görülmüş, istisnaî bir da’va’dır.

28 Şubat post-modern darbe hariç, diğer üç darbe, 27 Mayıs ihtilali, 12 Mart 1971 Muhtıralı Darbe ve 12 Eylül 1980 Darbe-i hükûmetinden sonra Yurt çapında, Örfî İdare (Sıkıyönetim) ilan edilmişti. Sıkıyönetim ilân edildiğinide, Anayasa,kanunlar,temel hak ve hürriyetler askıya alınır, Mülkî İdarî Amirlikler, illerde valiler, Emniyet Müdürleri, ilçe’lerde, Kaymakam’lar ve Emniyet müdür-amirleri doğrudan Sıkıyönetim Komutanı’na bağlanır. Sıkıyönetim Komutanı’ın iki dudağının arasından çıkan her şey, Anayasa ve kanun hükmündedir, derhal yerine getirilir.

Sıkıyönetim Komutanı, “1402 Sayılı, kanun gereği, nefes alıp-vermek yasaktır,” dese, 1402 sayılı kanuna muhalefetten, her nefes alıp-veren en az üç ay hapis cezasıyla cezalandırılır.

Her bir Darbe-i hükûmet’den sonra, Askeri ve sivil jakoben vesayet odakları,darbeyi, Balyozu, başta Diyanet İşleri Başkanlığı olmak üzere, dînî, dinamik çevrelere, camia ve cemaatlere indirir. 27 Mayıs 1960, 12 Mart 1971 Darbe-i hükûmet’lerinde hayli tecrübe kazandığımız için, 12 Eylül 1980 Darbe-i hükûmetinde nispeten tedbirli ve hazırlıklıydık.

Elimizde, biri haftalık, biri günlük olmak üzere, devrin en güçlü ve i’tibarlı iki gazetesi vardı. Gazete’nin idarecisi olarak bizler, T.G.C. (Türkiye Gazeteciler Cemiyeti), T.G.S.S. (Türkiye Gazete Sahibleri Sendikası)’nda çok önemli mevkilerde bulunduğumuz için, Merkezî Hükûmet ve Vilayet Protokol’ünde yerimiz vardı, Ba’zı mevki ve makamlara ulaşıp bilgi edinme imkanımız vardı.

12 Eylül 1980 Darbe-i hükûmetini,11 Eylül günü,öğle saatlerinde kat’î  olarak öğrenmiştim. 

Öğle saatleriydi, Türkiye Gazetesi Sahibi ve İhlas Holding İDARE Meclisi Başkanı, Merhum Enver Ören Bey, Telefonla,Akkoca Bey, müsaid isen, şeref ver bir çay içelim, biraz dertleşiriz,” dedi “Hay, hay! Enver Ağabey! Dedim, yaklaşık 200 metre mesafedeki, Türkiye Gazetesi bürosuna gittim. Çay içip sohbet ederken, ENVER Ören Bey’in masasının üzerindeki Telefon çaldı, Enver Ören Bey, kısa bir mükalemeden sonra, ”Mustafa Akkoca Bey de burada,” deyince, Telefon’un öbür ucundaki zât, ”Lütfen, Telefonu kendisine veriniz, bir-iki kelime de onunla konuşayım,” demiş.

Enver Ören Ağabey, elindeki ahizeyi bana uzattı, Telefon’un diğer ucundaki zat, ”Hocam! Bu gece uyumayınız, lütfen, bizim için çok du’a ediniz,” dedi ve Telefonu kapattı.

Telefon’daki hatif sesin sahibi benim de, İzmir-Bornova’da, askerlik hizmetimi deruhte ettiğim yıllarda yakından tanıdığım ve arkamda namaz kılanlardan birisi bir Kurmay Subay’dı.

11 Eylül günü bizimle konuştuğunda, Erzurum’da, 7. Kolordu’nun Kurmay Başkanı bir generaldi.

Millî Güvenlik Konsey’ince hazırlanmış ve bütün birliklere gönderilmiş “Bayrak Plânı’nı” açmış, okumuşlardan birisiydi.

Gerçekten bu sefer iş ciddîydi. Aklıma ,ilk Kemal Beyağabey gelmişti, Ankara’da olduğunu biliyordum, Devrin Kalem-i Mahsus Müdürü, Merhum, Mehmed Aktekin’i aradım, ciddiye almadı, söylenti, dedi-kodu, i’tibar etme, dikkate alma,” dedi.

Ben yine de,” Ağabey’e mutlaka bu haberi ulaştırın, takdiri kendisine bırakın,” dedim.

Merhum, Üstad, Necip Fazıl Kısakürek, Merhum, Avukat Ergun Göze başta olmak üzere, pek çok kişiye ulaştım, haberder ettim.

Sonradan öğrendiğime göre, Merhum, Üstad, Necip Fazıl Bey, ”Çok önemli birisinden aldığım habere göre,” diye pek çok kişiye Telefon etmiş...

Devrin, M.S.P., M.H.P. destekli, Süleyman Demirel, azınlık hükûmeti’nin, Devlet Bakanı, Başbakan Yardımcısı gibi, Demirel’in en yakın çalışma arkadaşı, Ekrem Ceyhun’u özel Telefonundan aradım, ”Lütfen, bu haberi, Sayın Başbakan’ a ulaştırınız,” diye ricada bulundum.

Ankara Büromuzun, kulağı kesik çok tecrübeli Şefi, Kenan Kurt Bey’ i aradım.

”Hocam, pençereyi açayım, Atatürk Bulvarında seri silah sesleri duyuluyor, size bile aksedebilir,” dedi.

Uyumadık, yakınlarımızı, tanıdıklarımızı da uyutmadık, saat saat, dakika dakika, saniye saniye bir darbeyi ta’kip ettik. Darbe, gümbür gümbür geldi ve Perşembeyi Cum’a’ya bağlayan gece,Cum’a Gecesi, saat,03’de resmen ilan edildi.

O gece’nin Sabah namazı vaktinde, Hadîce, Bedîa Sultan Ablamızı aradım, Telefon dakîkalarca çaldığı halde cevap alamadım, sabah namazında olduğunu taehmin ettim. Bir müddet sonra tekrar çaldırdığımda cevap verdi. Kısaca durumu arz’ettim, Bugün bütün yurtta sokağa çıkma yasağı uyugulanacak, bizler Sarı Basın Kartlarımızı göstererek gazete’ye gideceğiz, bir ihtiyacınız olursa-varsa uğrar temin ederiz,” dedim. Ablamızın ilk tepkisi, ”Kemal nerede, Kemal’ ne oldu?” tarzında oldu. Kendisine, parti Lider’leri eşleriyle birlikte enterne edildiler, şu ana kadar, Bakanlar ve milletvekilleri için her hangi bir idarî ve cezaî müeyyide sözkonusu değil,” dedim, rahatladı.

Gazete’ye geçince, Mehmed Aktekin Bey’i aradım, ”Mehmed Bey, şu anda, benim haklı çıkmam, sizin haksız çıkmanızın muhasebesinin yapılacağı zaman değil, Beyağabiyimiz, nerede ve nasıl ulaşabiliriz? dedim. Keşke, ciddiye alsaydınız, haber verseydiniz, Ankara’dan İstanbul’a dönecek evinde olacaktı,”  dedim.

“Beyağabey’imiz, dün akşam uçağıyla Erzurum’a gittiler, şu anda, Erzurum’da yurtta’lar ve telefon numarası şu,” gazete telefon’larının dinleniyor olması ihtimaliyle evi aradım, Refikama, ”Şu Telefonu ara, Beyağabey’e, bizim gazete’de telefonunuzu ve emirlerinizi beklediğimizi söyle,” dedim.

Beyağabey, telefon’un diğer ucunda, yeni bir haber ve tedbir olup-olmadığını sordu. Şu anda, bizde de sizin muttalî olmadığınız bir ma’lumat yok. Bugün zaten bütün yurtta sokağa çıkma yasağı var, İnşa Allah! yarın ilk uçakla İstanbul’u teşrif edersiniz. Biz, Sizi, Yeşilköy Hava Limanında, Apron’da karşılarız,” dedik, mutabık kaldık.

Beyağabey, 13 Eylül 1980 günü, ilk uçakla Erzurum’dan İstanbul’a geldiler, mutabık kalındığı gibi kendisini, Yeşilköy Hava Limanında, Apron’da, uçağın kapısında karşıladım.- o tarihlerde hava meydanlarında bugünkü gibi sıkı emniyet tedbirleri olmadığı için, bizler, sarı basın kartımızı göstererek, bilhassa Beyağabey’i uğurlarken uçağın içine kadar gidebiliyor valizini taşıyabiliyorduk. Karşılarken de, Aprondaki uçağın kapısına kadar gider, valizini taşırdık. -Hiç bir problem çıkmadan, Çamlıca geçtik, Beyağabey, köşk’te istirahata çekildi, biz de Gazete’ye döndük...