HAZRETİ ÜSTAZIMIZA MÜCAVİR, MEDFÛN, İHVAN VE AHAVAT!... (13)

HALİS ECE: (1952/ 24.11.2018 ), Merhum, Halis Ece, 1952 yılında, Manisa İli, Köprübaşı İlçesi, Yeşilköy Mahallesinde dünya’ya gelmiştir. Yeşilköy Mahallesi, Manisa Büyükşehir statüsüne kavuşturulmadan önce, Gördes İlçe’sine bağlı bir köydü. Halis Ece, ilkokulu köyünde bitirdikten sonra, Konya’daki, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi ve müntesiplerinin müzahir oldukları Kur’an Kurs’larından birisinde, sarf-nahiv’den başlayarak, İslamî-Şer’î ilimlerinde tahsiline başladı. 1967 yılında, imtihanla, tekâmül altı tedris hakkını elde ettiği için, Tekâmül altı tedrisat’ı’nın yapıldığı önemli kurs’lardan, İzmir-Balçova Kursuna gönderildi. 1967-69 arasında, burada, Tekâmül altı tedrisatını tamamladı, Tekâmül imtihanlarını vererek, 1969 yılının sonlarında, Tekâmül Kursu’na katılmak üzere, İstanbul’a gönderildi. İstanbul’da Tekâmül Kursu’n’dan muvaffakıyetle me’zun olduğunda, bu kerre, İbtidâî kurs’larda müderris’lik yapmak üzere, Aydın İli’ne gönderilir. -Müderris, ders okutan, ders veren kimse demektir.- Aydın civarında üç yıl kadar hizmet ettikten sonra, 1973 yılının  sonlarında, bu kerre, SABAH ve Ufuk Gazeteleriyle, Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketinde, Kitapçılık, Takvim servis’lerinde ve Matbaa Te’sislerinde istihdam edilmek üzere, İstanbul’a çağrılır.

Bu satırların yazarı, 05.Eylül 1966, 05.Eylül 1968 arası, askerlik vazifemi deruhte etmek için, Eylül 1968 tarihinden i’tibaren de, 1969 yılının sonuna kadar, üç yıl dört ay İzmir’de kaldım. Askerlik müddetinin yirmi ayında, askerlik sonrası 14 ay, İzmir, Bornova ve İzmir Balçova kurs’larımızda muntazaman ve bilafasıla ders okuttu..

Halis Ece de İzmir Balçova talebesi arasındaydı. Zeki, munis, ders esnasında kendisini derse veren, takrir yaptırdığınıza, ya da sual tevcih ettiğinizde, kendisini ifade edebilen, talebe’den birisiydi. Kendisini İstanbul’a Tekamüle ben göndermiştim. Gazete’lerde ve şirkette, istihdam zarureti doğunca ve bu sahalarda da yetişmiş eleman ihtiyacının karşılanması zımnında, devrin Büyüğü’nün, “İhtiyaç duyduğunuz elemanları, ifadeleri düzgün, beşerî münasebetlerde başarılı, yetişmeye-yetiştirilmeye kabiliyyeti olanları, hangi kademede olurlarsa olsunlar, alabilirsiniz,” buyurması üzerine, arayışa girdiğimizde, İzmir-Balçova talebe’sinden ve aynı zamanda Manisa’lı, Halis Ece’nin hemşehirlisi, Abdurrahman Pala, Gazete’de çalışıyordu. Benim de yakından tanıdığım, Halis Ece’yi o hatırlattı ve İstanbul’a da’vet ettik...

Bir müddet, yaklaşık üç yıl kadar, Sabah Gazete’sinde çalıştıktan sonra, Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketine geçti. Filhakika, o yıllarda Sabah ve Ufuk Gazeteleriyle, Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi, Sultanahmed, İnciliçavuş Sokağında, aynı binada faaliyet gösteriyordu. Halis Ece bu tarihten sonra, takriben, 35 yıl kadar bir müddet, Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi’nde çalıştı. Matbba Te’sislerinin modernize edilmesi, yıllarca Fazilet Takvim’i’nin hazırlanması, dijital Kütüphane gibi önemli proje’lerin baş aktörüydü. 2002 yılında emekli olmuştu. Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi’ne bir gelenek vardı. En öndeki İdarî kadro’dakiler, ya askeriye’den, ya da, başka kurumlardan emekli edilmiş kimselerdir. Fazilet’in kendi bünye’sindre emekli olanlar ise, yıllarca daha önceki pozisyonlarında çalışmaya devam etmişlerdir. İsmail Kaya, Mehmed Ceylan Kardeşlerimiz bu örneklerdendir. Takvim’in hazırlanmasında, Matbaa Te’sislerinin maximal işletilmesinde, Kitap neşriyatında, bilhassa, Arapça-Farsça metinlere vukufiyyeti dolaysiyle, ihtisaslaşmış olmasına rağmen, başkalarına tanınan bir hak, her nedense, Halis Ece’ye tanınmamıştır.

2002 yılından vefat ettiği, 24 Kasım 2018 yılına kadar evinden çıkmamış neredeyse, tam bir uzlet hayatı yaşamıştır...

Uzun yıllar, hep Safra Kesesi rahatsızlığından şikayet ederdi. Hep ilaç kullanır, palyatif tedbirlerle tedavi çareleri arardı. Rahatsızlığı, müz’îç hal alınca, köklü çare için, cerrahî müdahale karar verir, Çapa’daki, İstanbul Üniversitesi, İstanbul Tıp Fakülte’sine gider. Bakılır, ilk muayenesi, mütedavî hekimleri hayrete düşürmüştü. “Şimdiye kadar neredeydiniz?” derler. Teşhis, kanserdi, üstelik, habis ur, metastaz yapmış, bütün bölgeyi sarmıştı. Erken teşhis edilebilseydi, tedaviye cevap verirdi, ama, artık, her şey bitmiş, bir şeyler yapmanın da hiçbir şey ifade etmediği-etmeyeceği, aşikardı. Halis Ece, Hastahane’ye yattıktan sonra henüz birinci haftasını bile doldurmadan, Hakk’ın rahmetine kavuşmuştu.. Ne büyük bir devlettir ki, Karacaahmed Sultan Mezarlığı’nda, Hazreti Üstazımıza mücavir olarak defn’edilmiştir.

Rabb’im’den, Aziz Kardeşim, Merhum, Halis Ece’ye, vâsî rahmetini niyaz ederim...

EBAZER TÜYLOĞLU:

(02.10.1953-04.04.2017), Ebazer Tüylüoğlu’nu, 1966 yılında, askerlik hizmetimi deruhte etmek üzere, İzmir’e gittiğimde tanıdım. İzmir, Bornova’daki Birliğime gidip teslim olmadan, Balçova Kursu’muza uğramıştım. Harun Reşid Tüyloğlu Hoca’mız, İzmir ve civarı illerin idarecisi durumundaydı. Balçova’daki Kurs’un, en üst katı, ayrı merdivenlerden çıkılan, ayrı kapılardan girilen, lojman’dı. Harun Hoca’mız, burada oturuyordu. Kurs’un Telefon’u’nun paraleli  lojmana bağlıydı. Kurs’da kaldığım bir-kaç gün içinde, gözleri çakmak çakmak, sarışın, bir tipik Karadenizli çocuğu, 13-14 yaşlarında gösteriyor, bir yukarı çıkıyor, bir aşağıya iniyor, Harun Hoca’nın kulağına bir şeyler fısıldıyor. Benim, meraklı bakışlarımı cevaplandırırcasına, Harun Hoca, “Kardeşim, Ebazer,” diyor... Ebazer Tüyloğlu ile ilk tanışmam böyle oldu.

1966 yılının Ekim Ayından i’tibaren, 57.Topçu Er Eğitim Tugay’ının Başimamı olduğum için, TUGAY Komutanlığı’nca, verilen “Hizmet Kartı,” ile sivil-asker, gece-gündüz, Kışla dışına çıkabildiğim için, haftanın üç günü, Garnizon’un çok yakınında bulunan, Bornova   Kursumuzda, diğer üç günü de, Balçova Kursumuzda, tam gün ders okutuyordum. Balçova Kursumuzdaki ders halkamda oturanlar’dan birisi. Ebazer idi. Zeki, atılgan, fakat ders esnasında, dikkatsiz, kafası ders’de değil başka yerlerde... Hinlik, dikkatsizlik, kendisinde kalsa, bir derece’ye kadar telafi edilebilinir. Ancak iki yanında oturanları, tam karşısında oturanların da ,dikkatsizliklerine ve ders’den kopmalarına sebep oluyordu. Ergenlik Çağı’nın bütün sıkıntılarının yanında, evin, aile’nin en küçüğü ve yetim olmanın da verdiği şımarma, şımarıklık hakkını, son limitine ve en son kerteye kadar kullanıyordu.

Ebazer, Tüyloğlu Kardeşlerin en küçüğü, 02.10.1953 doğumlu, babaları, 1956 yılında vefat ettiğinde, dört erkek kardeş’ten en büyüğü, 1938 doğumlu, Musa Necip, ikinci Ağabey, 1940 veya, 1941 doğumlu, Harun Reşid, üçüncü Ağabey, 1945 veya, 1946 doğumlu, Ali Behçet. Babaları vefat ettiğinde, dört kardeş’ten en büyüğü 18, ikinci büyük 15, üçüncü büyük 11 yaşındaydılar. Ebazer ise, sadece üç yaşındaydı. Demem odur ki, yetim olarak büyüyen Ebazer, bir eli balda bir eli yağda bir yetim olarak büyümedi. Tabi’î’dir ki, ağabeylerden hiç birisi de çok rahat şartlarda büyümediler. Bu bakımdan, ben Ebazer’i çok iyi anlıyordum, zaman zaman dertleşir, karşılıklı ağlaşırdık... Ebazer, kapına sığmaz, kenarları döven dev bir Karadeniz dalgasıydı. Durulup, sakinleşip, bir köy Kur’an Kursunda talebe okutacak birisi değildi. Ebazer, bu minval üzereyken, askerlik çağına ulaşmıştı. Askerlik vazifesini deruhte etmek üzere, kışla’ya ilk girdiği andan i’tibaren, hayal ve rü’ya aleminden birden uyanmış, çıplak hakikatlerle artık yüz yüzedir.

Üç yaşından itibaren, mukaddes bir emanet gibi, ona bakan, üzerine titreyen, el bebek, gül bebek yetiştiren, yetim olduğunu hiç bir zaman hissettirmeyen, ağabeyleri artık, arkasında değildi. Her zaman her yerde, farklı, imtiyazlı, Ebazer, artık herkesle müsavî şartlardaydı. Askerlik vazifesinde, tüm aşırılıklardan arınmış, gerçek şahsiyetini bulmuş, mu’tedil, gerçek şahsiyeti tam olarak teşekkül etmiş, sorumlu birisi olarak askerlik vazifesini tamamlamıştı. Askerlik dönüşü, içtimaî ve sosyal mes’elelere ağırlık verdi. Ülkücü Harekete dahil oldu. Bu yıllar, Ülkücü Hareket bakımından, sancılı yıllardı. Ba’zıları, Turancılığı, yalnız Türkçülüğü öne çıkarıyor, “Tanrı,” diyor, “Tanrıdağı kadar Türküm,” diğer ba’zıları, “Evet, Tanrıdağı kadar Türküz,” ama, “Süphan Dağı kadar da, Müslümanız,” diyorlardı.

Ebazer gibi Ülkücüler, Merhum, Muhsin Yazıcıoğlu ve arkadaşlarıyla birlikte, Ülkücü Hareketi, yalnız, Turancılık-Türklük zemininden Türk İslâm Sentezi zeminine çekmek, yalnız, “TÜRKLÜK” gururu değil, Türklük gururuyla birlikte, İslam idrak ve şuuru zeminine çekmek için gayret sarfediyorlardı. Ebazer, artık, Samsun’dan Hopa’ya kadar, Karadeniz illerinde, Ülkücü Hareketin sözü dinlenen ve en ön safta mücadele eden birisiydi. Merhum, Başbuğ Alparslan Türkeş Bey’le çat kapı görüşebilen ender şahsiyetlerden birisiydi.

Merhum, Muhsin Yazıcıoğlu, muhtelif sıkıyönetim komutanlıklarınca ısrarla arandığı yıllarda, uzun bir zaman kendisini, Karadeniz yaylalarında gizleyen ve barındıran kişiydi. İş hayatında da çok başarılı olmuştu. Belediye’lerde, taahhüd işlerine giriyordu. Hizmet sektöründe çok başarılıydı. Eşini, elim bir trafik kazasında kaybetmişti. İlk zevcesinden, Yavuz ve Fatih isminde iki oğlu, ikinci eşinden de, Onur isminde bir oğlu olmuş, toplamda üç erkek evlada sahipti. Genç denilebilecek bir yaşta, İlahî Takdire boyun eğerek, kolon kanserinden, 04.04.2017 tarihinde Hakk’ın rahmetine kavuşmuş, Hazreti Üstazımıza mücavir, defnolunmuştur, Rahimehullahu rahmeten vâsiaten...