HAZRETİ ÜSTAZIMIZA MÜCAVİR MEDFUN İHVAN VE AHAVÂT!... (4)

Nureddin Nemanganî: Daha önceki Türkistan muhacir’lerinden olup, Mersin civarında iskana tabi, Hacı Abid Efendi, Nureddin Nemanganî’yi ziyaretinde uzun uzun sohbet edilir, sohbet sırasında, Nureddin Nemanganî, Abid Efendi’ye; “dinî bilgilerimi artırmak için tahsilime devam etmek istediğimi ve bu hususta yardımcı olup-olamayacağını sordum. Kendisi, büyük bir memnuniyetle, “Elbette olurum,” dedi.

Beni aynı gün alıp, Tarsus’a götürdü. Tarsus’ta, beni daha önce buralara hicret etmiş ve Tarsus’ta iskan edilmiş, Türkistan’lı, hemşehrimiz, Abdullah Efendi ile tanıştırdı. Hafız Abdullah Efendi, o tarihlerde Tarsus Kur’ân Kursu’nun muallimiydi. Benim, okumak ve dinî-İslamî ilimleri tahsil için buraya geldiğimi öğrenince Hafız Abdullah Efendi, çok memnun oldu. “Sana yardımcı olmak için elimizden ne gelirse her türlü yardıma hazır olduklarını bildirdi. Beraberce, devrin Tarsus Müftüsü, Sıtkı Efendi’ye gittik. Yaşım bir hayli ilerlemiş olmasına rağmen, ki bu tarihlerde benim yaşım, 45 olmuştu, Hafız, Hacı Abdullah Efendi’nin ricasıyla, beni Tarsus Kur’ân Kursu’na öğrenci olarak kayd’ettiler. Kur’ân Kursu’nun öğrencilerinin neredeyse tamamı, ilk okullardan yeni me’zun olmuş çocuk yaşlarında gençlerdi. Hepsi de hafızlıklarına çalışıyordular. Her gün yatsı namazını müteakip, Hafız, Hacı Abdullah Efendi, zarûrat-ı diniyye’den 32 farzı nazarî ve amelî, (tatbîkî) olarak bütün talebe’ye ta’lim ettiriyordu. Yaşımı ve tecrübemi dikkate alarak, beni de neharî ve  leylî talebe’nin nizam ve intizamı için vazifelendirdiler.

Bu suretle Tarsus Kur’ân Kurs’umuzda ders’lere devam ederken, 1951 yılının ramazan ayında, sadece Ramazan Ayında va’az etmek üzere, Mustafa Çırpanlı Hocamız, Tarsus’a teşrif etmişlerdi. Devrin Tarsus Müftüsü, Merhum, Sıdkı Efendi, beni Müftülüğe da’vet etti. Yatılı Kur’ân Kursumuzda, Çırpanlı Hocamız için bir oda hazırlamamı, kendisinin bütün hizmetlerini görmemi, Hocamızı her hususta memnun etmemi bana emrettiler.

Odasını hazırlattım, kendileri zaten mütevazî birisi olduğu için fazla bir şey istemezdi. Da’vetli olmadığı günlerde iftarlarlarda, sahur’da bizlerle beraber mütevazî sofralarımızda bizimle birlikte iftar eder, bizimle birlikte sahur yemeklerini yerlerdi.

Hocaefendi’nin gittiği bütün camii’lere kendisine refakat ediyor, hiçbir va’az ve nasihatini ve sohbetlerini kaçırmıyordum. 1934 yılından i’tibaren, Sahibizamanı, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmili, Medar Mürşid ve Müceddidi arıyordum. 1917 Bolşevik ihtilalinden sonra, Türkistan illerinde, bırakınız, ehl-i Tasavvuf ve ehl-i Ma’neviyyatı zahirî ilim sahibi kimse kalmamıştı.

Bu yıllarda, Türkistan illerinde, açıktan cenaze namazları bile kılınamazdı. Birisi vefat ettiğinde, bulunduğu evde, gasl, teçhiz-ü tekfini yapılır, aynı yerde gizlice namazı kılınır, sonra muhtarlıklara haber verilir, herhangi bir dinî vecibe yerine getirilmeden gömülürdü. Gizlice de olsa imamların cenaze namazı kıldırdıkları tespit edilse veya ihbar’da bulunulsa, bu imamlar en az, beş yıl hapse, beş yıl da sürgüne mahkum edilirlerdi. Aslında sürgüne gönderilenler, sürgün edildikleri yerlerde kurşuna dizilerek idam edilirlerdi. Sürgüne gönderilip de dönenlere hiç rastlanmamıştır. Bu sebeple, 1934’den beridir, artık bir mürşid bulma ümidim tamamen yok olmuştu. Tarsus’a gelen Çırpanlı Mustafa Efendi’yi ilk gördüğümde, Sahibizan, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve Müceddid bu zat olabilir veya bu zat beni Mürşid-i Kâmil’e delalet edebilir, diye aklıma, fikrime düştü. Bu karmaşık düşünceler içerisindeyken, Mustafa Çırpanlı Hoca’mız, beni Ramazan-ı Şerif’in üçüncü günü odasına da’vet ederek, “Nureddin Efendi! Tahmin ediyorum, uzun yıllardan beridir, Sahibizaman ve Mürşid-i Kâmil’i arıyorsun, Nasib-i Ezelî ve Tensib-i İlâhî ile seni Sahibizaman ve Mürşid-i Kâmile delalet edeceğim. Bu hususta suallerin ve tereddütlerin varsa suallerini cevaplandırmaya, tereddütlerini gidermeye hazırım,” buyurdu.

Kendilerine, sualler sordum, ba’zı tereddütlerimi ifade ettim. Suallerimin cevabın aldım, tereddütlerimi izale buyurdu, hiç yutkunmadan teslim oldum ve kapılandım.

Hoca’mız, Sahibizaman’nın, İstanbul’da mukîm olduğunu, Mübarek isimlerinin, eş-Şeyh, Ebü’L-Faruk, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazret’leri, olduğunu söyledi.

“Allah’a sonsuz hamd-ü Sena’lar olsun, ki, Türkiye’ye geldikten çok kısa bir zaman sonra, fazla zaman kaybetmeden ve ma’neviyat kalpazanı, müteşeyyih’lerin (şeyh olmadığı halde şeyh’lik taslayanlar.) tuzaklarına düşmeden, ezelî nasibim ve tensibi İlâhî ile karşıma, Mustafa Çırpanlı Hoca’mız çıktı da onun delaletiyle Sahizaman’ı, Mürşid-i Kâmil’i ve Müceddidi, Hazreti Üstazımızı  buldum.”

Ramazan ayı sona erdiğinde, ÇIRPANLI Hoca Tarsus’tan Alanya’ya dönerken, Nureddin Nemanganî Hoca’ya, “Nureddin Efendi, Alanya’ya gel bundan sonra tedrisata orada devam ederisin,” demişti. Vakî’ gecikme üzerine bu kerre, Nureddin Nemanganî’ye Tarsus’ta ilmini daha fazla ilerletemeyeceğini, en kısa zamanda Alanya’ya gelip burada tedrisata devam etmesi gerektiğini, Tarsus Müftüsü, Sıdkı Efendi ile, Kur’ân Kursu Hocası, Hacı Hafız, Abdullah Efendi’ye yazdığı mektuplarda da, Nureddin Nemanganî’nin vakit geçirilmeden Alanya’ya gönderilmesini rica etmişti.

Tarsus Müftüsü Sıdkı Efendi ile, Kur’ân Kursu Hoca’sı Abdullah Efendi kendisine maddi-ma’nevî, her türlü yardımı yaparlar, gemiyle Mersin’den Alanya’ya gönderirler. Nemangani, bir Perşembe günü Alanya’ya ulaşır ve ilk işi Çırpanlı Mustafa Efendi’yi bulmak olur. Geceyi bir pansiyon’da geçirir, Cuma namazından sonra kendisine tahsis edilen refakatçi ile Oba’ya gönderilir. İkindi ve akşam namazlarını, Oba’da, Arıkan’ların varisi oldukları, DİM çay’ı’nın suladığı çok geniş ve münbit arazide bulunan, Merhum, Tevfik Sarıkadıoğlu’nun Köşk’ünde kılar.

Akşam Namazının ardından Oba’ya, Çırpanlı Hoca da gelir. Oba’da kalabalık bir talebe grubu vardır. Kalaycı Mehmed Efendi, (Mehmed Oral), Demirci Mustafa Efendi, (Mustafa Özdemir-Gazioğlu) Oba’dadırlar. Bu günlerde Mustafa Çırpanlı Merhum, Merhumlar, Mehmed Oral, (Kalaycı Hoca), Mustafa Arıkan (Kıvrasıllı Mustafa Efendi), Hüseyin Özgen, (Zühtü’nün Hüseyin Efendi), Mustafa Özdemir (Gazioğlu, (Demirci Hoca) ve Hüsnü Görgülüer’e Usûl-ü Fıkıh dersi okutuyordu. Ders okuttuğu bu yaşını başını almış ve her biri bir meslek sahibi bu talebe de aşağı derecelerdeki gruplara ders okutuyorlardı.

Çırpanlı Hoca, Nureddin Nemanganî’yi, Kalaycı Hoca, Mehmead Oral’a teslim etti. Nemanganî, Emsile’den başlayarak tedrisata başladı. 45 yaşındaki Nureddin Nemanganî’ye Ders’lerin müzakere ve mutala’asını birisi henüz, 11 yaşında, diğeri ondan bir-kaç yaş büyük, Hasan ve Mehmed Arıkan kardeşler yaptırıyordu. Oba Kur’ân Kursu’nda talebe’nin çoğu 20’li yaşların altındaydılar, 45 yaşın üzerindeki Nureddin Nemanganî dikkati çekiyordu. Kimdi, burada ne işi vardı. Bu yaşta Kur’ân Kursu talebesi olamayacağına göre ne maksadla burada bulunuyordu, gibi pek çok sual ile yakın ta’kibe alınmıştı. Bir formül düşünülmüş, Arıkan’lara aid geniş Oba çiftliğinin bekçisi gibi gösterilmesine karar verilmiş, hakikatine yakın olsun, diye, gece yarısı çiftliği bir baştan diğer başa dolaşmasına karar verilmişti. Bu turlar sırasında, Oba Kur’ân Kursunu devamlı tarassud altında tutan, Jandarma Müfrezesinin nöbetçileriyle karşılaşır, biribirlerine selam verirlermiş...

Türk Siyâsî ve İçtimaî tarihine “Malatya Hadisesi” olarak geçen hadise ki, o tarihte henüz bir lise talebesi olan Hüseyin Üzmez, Avdetî, Gazete sahibi ve yazar, Ahmed Emin Yalman’ı tabanca ile yaralamıştı. Hadise, devrin, mütegallibe, vesayetçi idarecileri tarafından çok büyütülmüş, sanki, İrticâî bir kalkışma imiş gibi, Merhum, Necip Fazıl Kısakürek, Osman Serdengeçti gibi, Milliyetçi-Muhafazakâr fikir adamı ve muharrir’ler hapse tıkılmış, memleket çapında Kur’ân Kurs’ları kapatılmıştı.

Demek ki, Alanya/Oba Kur’ân Kursu da bu hadise üzerine kapatılmıştır....

Salih Dede - 03.07.2019, 03:53

Yorumcu’lara Cevaplar ve Mutala’alar!...(5/06)

“Hüsnü Yılmaz Ağabey’in, İstanbul-Ümraniye, Medine ve Hz. Ali Camii’lerinde va’az’larını dinliyoruz. Allah hizmetini daim, ömrünü uzun kılsın.

Aziz Kardeşim. Hüsnü Yılmaz Ağabey, Değerli Hocamız, İmam-ı Rabbânî Evladı arasında, salabet-i diniyye sahibi birisidir.

Kendisi, Süleyman Efendi Hazret’lerinin tedrisat sisteminde tahsilini tamamlamış, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından açılan, müftülük-vaiz’lik imtihanlarını kazanmış, Balıkesir müftü muavinliği, vaizlik, Yenice, Çatalzeytin, Arapgir, Çukurca, Pülümür, Şarköy ilçeleri müftülüklerinde bulunmuş, T.B.M.M’sinde 16. Dönem’de Parlamenter olarak bulunmuştur.

Demek ki, “Dinî hizmetlerde bulunanların emeklisi olmaz, ancak merhumu olur,” düsturuna uygun olarak, hizmetlerine devam ediyor. Rabbim, sa’yini meşkûr eylesin...