YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/24) 

Aczimin Giryesi – 24.03.2019, 22:12

Lâyık olmadığımız iltifatlarınız için teşekkür ederim hocam. Ama bize lüzum olmayan yerde bulunmamanın ahlâkî olgunluk olduğuna inanıyorum. Selam ve hürmet.

Azîz Kardeşim. Bir Câmia’nın arasında, okuduğunu anlayan, tahlîl kabiliyeti olan, kelâmı ve kalemi kuvvetli ender şahsiyetlerden birisiniz. “Hezâ min Fazl-ı Rabbî”, Zâlike’L-Fazlu mine’llâh!”

“Dâdı Hakkı râ Kabiliyyet Şartunist, Belki Kabiliyyet Şart-u Dadi Hak,” Emvâl’ün zekâtı olduğu gibi, ilmin herhangi bir husustaki kabiliyyet ve dirâyetin de zekatı vardır. Bildiğiniz gibi bu zemin’de her mes’eleye ehl-i Sünnet penceresinden bakılmaktadır. Günümüzde, her hususta ehl-i Sünneti esâs alması gereken, Turuk-u Âliye’den olduğu iddiasındaki nîce câmia ve cemaatlerin bile bid’atlerle mübtelâ ve bid’atlere musâb oldukları bir vâkıa’dır. 

“Cehl’in bu kadarı sehl olmaz, 

Tahsilsiz bu kadar cehl olmaz..’a mutabık yorumlara bu zeminde şahid oluyorsunuz. 

Diyânet İşleri Başkanlığı’nın, “Ehl-i Sünnet hiç kimsenin inhisarında değildir.” Biz, ehl-i Sünnet akidesine sahibiz,” denilerek başkalarını ötekileştirmek doğru değildir,” tarzında, hakkında hutbe okutulmuş birisi sıfatıyla, kelâmına, kalemine hâkim, ehl-i Sünnet akidesine sahip Kardeşlerimin, yardımına, katkısına ihtiyacım vardır. Israrım bunun içindir. Yine de takdîr Zât-ıâlî’nizindir. Efendim. 

KİTAP’LARA İMAN (2) 

M.Öztürk – 31.03.2019, 16:10

(Müceddid, kendisine unutturulmayan şifalı bitkileri, İmam-ı Rabbânî evladına not ettirdi, merhûm Mehmed Akçelioğlu tarafından tutulan bu notlardan, sâbit kalemle tutulmuş üçüncü-dördüncü nüsha olduğunu tahmin ettiğim, birisi de bu satırları yazanın evrak-ı metrûkesi arasındadır. Milyonlarca kere eseeef ki, bu notlara şimdilik ulaşamadım, bir gün belki de bir tesâdüf eseri bu notlara ulaşırsam, söz!.. Muhterem okuyucularımızla paylaşırım. )

muhterem ağabey, hem haziran 2007 de verdiğiniz bu sözü, hem hatırat kitabını nacizane hatırlatmama müsaade var mı?  zaman geçiyor, günler kuş misali uçup gitmekte, uhdenizdeki emanetleri kardeşlerinizle paylaşma zamanı gelmedi mi, bilvesile hürmetlerimiz arzeder, sağlığınıza dua ederiz...

M.Öztürk – 31.03.2019, 16:13

Muhterem ağabey, Hz.Üstazımızın ks, fatih cami avlusunda  merhum elmalılı hamdi yazır'ı ziyareti ve hatta bastonu ile latifesinin detayını tekrar lütfeder misiniz? hal fetvası konusundaki pişmanlığına şehadeti ile...

Azîz Kardeşim, M.ÖZTÜRK Beyefendi. Bilindiği üzere, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (k.s.) Efendi Hazretleri, 1936 Milâdî yılının ilkbahar aylarında, Üveysî Mürşidi, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (k.s.) Efendi Hazretlerinin izin ve murakabesi altında, Bursa’da, Uludağ eteklerinde bulunan Emîrsultan yakınlarında çile’ye girdi. Ancak namaz kılınabilecek, dünya’ya kapalı, ışık almayan mezar misli bir mekân’da yalnız, su içerek ve yirmidört saatte, üç adet zeytin, üç adet, hurma yiyerek, dilerseler, zeytinlerin ve hurmaların çekirdeklerini de yiyebilirlerdi. İki aylık çilelerini tamamladıktan sonra, yeniden doğuş, adetâ dünya’ya yeniden dönüş anlarında, ayaklarındaki tutulmaları gidermek için mer’ada, pekçok çeşit çiçekler ve güller arasından geçerken öyle bir tecellî vukua gelir ki, etrafındaki otlar, çiçekler ve güller Lisân-ı halleriyle dile gelip, “Ben şu hastalığın şifasıyım, ben bu hastalığın tedâvisine sebebim,” diyorlar. Hazreti Üstazımız, “Lihikmetin bunların çoğunun unutturulduğunu ender-i Nâdirattan, cüz’î bir kısmın hatırında kaldığını ifade ile, ifade ettiğiniz üzere Merhum, Biletçi Mehmed Bey’e (Mehmed Akçelioğlu)’na not ettirmiştir. Sabit kalemle kopya edilen bu defterlerden birisi de bendeydi. Zeytinburnu, Taşcamii Kursundan, Çatalca’ya, oradan askerlik hizmeti için İzmir Bornova’ya, askerlik sonrası, İzmir Balçova’ya intikâller, daha sonrası İstanbul’da, 4.Evimize ve şirket Merkez’lerine intikâller sırasında pekçok kıymetli eşyamı ve bu arada, çok değerli evrakımı ve not defterlerimi kaybettim. 

Sizden ilham alarak, kitaplar, dosyalar, klasörler, gazete ve dergiler ve diğer evrak-ı Metrûke arasında, İsrail Ordusunun bombaladığı bir Filistinli evine dönen Fakîrhânem’de, bu defteri belki bulabilirim, diye sıkı bir arama yaptım. Hazreti Üstazımızdan, Mehmed Akçelioğlu Merhum’un ve diğer ba’zı ağabeylerimizin tuttukları “Amme Cüz’ü Surelerinin tefsiri ve diğer ba’zı Sure ve âyetlerin tefsirlerinin de tutulduğu, 1963-1969 tarihleri arasındaki not defterlerimi buldum. Fakat, sözkonusu defteri ma’alesef bulamadım. Aynen sizin hissettiğiniz hisleri duydum, “Vâ Esefâ!” diye hayıflandım. 

Fakat şöyle de düşünebiliriz. Nasıl ki, Hazreti Üstazımıza, şifalı nebâtâtın büyük bir bölümü lihikmetin, unutturulmuş ise, bu defterlerin gaybında da bir hikmet vardır. Bu defterlerin elinde bulunduğu kimseler, zaman içinde bu notlara ilâveler yaparak, maddî menfe’at uğuruna istismar cihetine gidebilirlerdi. Yine de siz, zâyi defteri bulmaya çalışınız. Bendeniz de aramaya devam edeceğim. Siz veya bendeniz, bu defterleri bulduğumuzda bu zeminde bu zemini ta’kip eden Kardeşlerimiz ve bütün okuyucularımızla paylaşırız. 

Azîz Kardeşim. Bugüne kadar, Hazreti Üstazımızla alakalı yazılan kitaplar ve hâtırat, Merhûm, Mehmed Emre’nin, “HATIRATIM”, Merhûm Ali Erol’un “HATIRATIM”, risâle’lerinin dışındakiler, Hazreti Üstazımızı yakînen tanımayan ve kendisine intisabı bulunmayan kimseler tarafından hazırlanmış, hemen hemen, hepsi de 1976-1977 yıllarında, devrin, UFUK Gazetesi’nde yazılan makâle ve hatırattan istifade ile yazılmış, birbirinin tekrarından ibârettir. Bizim çalışmamız, maddî hata’lardan, hissî mübalağa’lardan arındırılmış, 20.Asır yaygın din eğitimi ve Tecdîd, ihdâ ve irşâd hareketinin tarihi olacaktır. Kılı kırka yararcasına büyük bir titizlikle çalışıyoruz. Ümid ederim. İnşâ Allah! Bu yılın üçüncü çeyreğinde ilk kitabımız kütüphane raflarında olur. 

Aziz Kardeşim. Hazreti Üstazımızın Fatih Camii Avlusunda teberrüken ökse ile durduğu, Merhûm, Muhammed Hamdi Yazır değil, İstanbul, eski müftü’lerinden ve sabık Diyânet İşleri reislerinden, Merhûm, Erzurum’lu, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleridir. 

İstanbul’da Beyazıd Sahaflar Çarşısı’nda, Muzaffer Ozak ile, Şemseddin Yeşil’in yan yana Kitapçı dükkanları vardı. O tarihlerde, İstanbul’da hanım tezgahtâr çalıştıran hiç bir iş yeri bulunmuyorken, Şemseddin Yeşil’in, Yeşil Kitabevinde, genç bir bayan tezgahtâr olarak çalışıyordu. İstanbul Üniversite’sinin bütün fakülte ve Enstitü’leri, Beyazıd’da idi. Muzaffer Ozak’ın ve bilhassa, Şemseddin Yeşil’in kitabevleri, Anadolu’dan gelen üniversite talebesi’nin uğrak yeriydi. Talebe’ye, bu iki kitabevinde, “Hazreti Muaviye radiya’llâhu anh için, “la’net edilmesi gerektiği”, gibi, ba’zı, şiî fikriyatı kesif bir şekilde telkîn ediliyordu. Zâten, Hazreti Üstazımız, Muzaffer Ozak için, zaman zaman, dükkanına uğradığında, “Esselâmü Aleyke yâ Ebe’d-Derâhim,” (Allah’ın selâmı senin üzerine olsun, ey paraların babası!), diye latife’de bulunur, kendisi için, “Muzaffer efendi biraz Aleviyyü’L-Meşreb’dir,” buyururlardı. 

İşte, bunun için, talebe’sinden iki kişiyi yanına alır, Ömer Nasûhî Efendi’yi ziyaret etmek üzere Fatih, Çarşamba’daki evine müteveccih hareket etmiştir. Fatih Camii Avlusuna varıldığında, büyük bir tesâdüf veya tam bir tevâfukla, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri uzun ve geniş Camii’n avlusunda sonsuzluğa yürüyen, yalnız bir adam gibi tek başına yürüyordu. İşte tam bu sırada yanındakilere, “Ömer Hocamıza bir ökse yapalım,” der, bastonunu tersine çevirir, ökseyi diz altı yaparsanız, yere düşer, dizüstü yaparsanız, durdurursunuz,” der ve ökse ile Ömer Efendi’yi durdurur. Ömer Efendi arkasına bakar, karşısında, Süleyman Efendi Hazretleri vardır. Karşılıklı derin bir hürmet, birbirlerine bakarlar, muanaka ederler. Süleyman Efendi Hazretleri, “Ömer Hocam! İstanbul’da, ba’zı ehl-i Bid’at, Ashab-ı Güzîn’i ta’an eden konuşmalarıyla bilhassa, Anadolu’nun muhtelif şehirlerinden gelen talebe’yi idlâl ediyorlar. Ümmeti Muhammed’i fesada sürüklüyorlar. Kılıçlaşmış Kaleminizle, Ashab-ı Güzîn hakkında bir eser yazınız, bir kitap yazmanızı rica etmek üzere, azîmet ettik, sizi rahatsız ettik,” buyurur. 

Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri, “Estağfiru’llâh! Emriniz Bâşım Üzere Efendim. Yazmaya gayret ederim. Rabb’im iltifatınıza lâyık kılsın, Efendim,” der. 

Filhakîka, Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazretleri bu kitabı, “Ashab-ı Güzîn Hakkında Müslümanların Nezîh İ’tikadı,” adlı eserini yazdı. Fakat Süleyman Efendi Hazretleri bu kitabı, Zuhur Âleminde göremedi. Kitap 1960’lı yılların ilk senelerinde neşredildi. 

Devrin Büyüğü Merhûm Beyağabey Kemal Kacar Beyefendi, bu kitaptan yüzlerce nüsha alarak bizlere hediye etmişti. 

Osmanlı Devleti Âliyye’si tarihine en meş’ûm bir vak’a olarak geçen “Hal” fetvasıyla alakalı olarak, 2.Meşrûtiyet Meclis-i Meb’ûsan’ında, hâl Fetvasının Müsevvidi olan, Merhûm, Muhammed Hamdi Yazır, bu hareketinden dolayı tarifi imkânsız nedâmet duymuş, âhiri ömründe, vefatına kadar tam on üç yıl Cum’a namazları hariç, İstanbul Erenköy’ündeki evinden hiç dışarı çıkmamıştır. 1962 yılında, Merhum’un oğlu, Merhûm, Muhtara Yazır, bir sohbetimizde bu hususu doğrulamış, sebebinin de Tefsirini tamamlama olarak göstermiştir. 

Oysa, Süleyman Hilmi Silistrevi Efendi Hazretlerine, “Süleyman Efendi, yaptığım bu büyük hata sebebiyle bırakınız, Allah’ın huzuruna, insanların huzuruna bile çıkacak yüzüm yoktur,” demişti. Süleyman Efendi Hazretleri de “Hamdi Efendi’nin pişmanlığındaki ihlas ve samimiyetine inandım, kıyâmet gününde şehâdet ederim,” buyurmuştur...