YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!.. (5/18) 

Nihad – 12.02.2019, 04:46

Her şey siyah beyaz değil ki...

Faize bulaşmamak en güzeli doğru

Takvaya en uygun olanı. Çocuk bile bilir bunu. Ancak Büyüklerin sözünü de yok saymamak gerekir.

Hem zehir zıkkım olsun diyen kardeş

Maaşını genelev içki kumar faiz vs. Havuzundan alan imam efendilerin ardında namaza durmasını biliyorsun.

Aslında düstur olan o dur ki fazla bilmeyeceksin! Daha da doğrusu fazla bilmediğini bileceksin!

Vesselam.

Beyefendi. Şer’i Şerif’te, helâl-haram vardır. Yâni, beyaz-siyah... Şerî’atta gri bölge yoktur. Ribâ, zâhir, sarîh, muhkem nas’larla, haram kılınmıştır. “Mevridi Nâs’ta, İçtihada mesağ yoktur,” İçtihad mes’elesi değil, ihtilâf da söz konusu değildir. Herhangi bir ülke’nin Dârü’L-Harb veya Dârü’l-İslâm olup, olmadığı hususunda müçtehidler, içtihadlarını ortaya koymuşlar, fetvâ’larını vermişlerdir. Mes’ele, Edille-i Şer’iyye’den Kıyâs-ı Fukahâ’yı alakadar eden bir mes’ele’dir. “Büyük’lerin sözünü de yok saymamak gerekir,” buyuruyorsunuz. Eğer, “Büyüklerin,” keşf ve ilhamını kastediyorsanız, mes’ele, “Mâverâü’ş-Şerîa” bir mes’ele değildir ki, keşf ve ilhama i’tibâr edelim? 

Ehl-i Sünnet Akîde’sinin temel prensiplerinden birisi, “Biz, (ehl-i Sünnet mensupları) fâsık ve fâcir’lerin üzerlerine cenaze namazlarını kıldığımız gibi, fasık ve fâcir’lerin arkasında da namaz kılar, onlara uyarız.” 

“Doğrudur, “İnnî âlim,” (ben çok şey biliyorum,) demek, bunu söyleyenin “Eçhel-i Cühelâ’dan” olduğunu gösterir. “El-Aczü an derki’L-İdrâki İdrâkün,” denilmiştir. Fakat mes’ele, fıkhî bir mes’ele’dir, az bilmek, çok bilmekle de, ya da “bilmediğini bilmekle de, alakalı değildir. 

Biraz te’tebbû, biraz tedkîk ile ulaşabilinecek fıkhî bir mes’eledir. Yüksek tepe’den ahkâm kesmeye de lüzum kalmazdı... 

Beyefendi. Bu zeminde, daha önceki “Yorumcularımıza verdiğimiz cevaplarda, me’haz’larını gösterdik, delillerini ortaya koyduk. Ribâ haramdır, Ülke’miz dâri İslâm’dır. Mahraç (çıkış) aramak beyhude bir gayrettir. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (5/19) 

Seçici – 18.02.2019, 07:43

Sayın Akkoca;

Bendeniz, kredi kartı dahi kullanmıyorum. Ne memurum ne işçiyim ne de emekliyim yani Devletten Maaş almıyorum. Devlete ödediğim vergilerin haricinde Bankalarla bir işim olmaz. Adıma açılmış hiç bir mevduât hesabım da yoktur.

Zatı âlinizi bilmiyorum bildiğim bir şey varsa emeklisiniz ama emekli maaşınızı hangi Bankadan alıyorsunuz onu da bilmiyorum.

Bendeniz için Mızraklı ilmihal seviyesinde bir bilgiye sahipsiniz buyurmuşunuz doğrudur efendim hatta o kadar bilgiye bile sahip değilim.

Ancak, inandığım davama yoluma sadakatim itâatım tamdır. Dün inandığımı bugün inkar etmem son nefesim dahil Allah’ın inayetiyle bu böyle devam edecektir.

Azîz Kardeşim. Faiz müessese’leri Banka’ların bulundukları cadde ve sokak’lardan bile geçilmemesi, me’mûriyet-işçilik yaparak devletten veya herhangi bir müessese veya şahıstan ücret beklemiyor olması, herkese nasîp olmayan bir mazhariyettir. Rabbim, size ni’metlerini daha da ziyâde ihsan buyursun. Doğrudur, ben, S.G.K.’rumundan emekli maaşı alan, S.S.K. emeklisiyim. Diğer emekliler gibi ben de emekli maaşımı bir Banka’dan almaktayım. Tahsil ve te’diye kolaylığı için elimde, plastik kartlar da mevcud’dur. Ancak, bu kartlarla, aslâ ribâ kokusu dahî olan hiçbir muamele yapmam. Faiz almam, vermem. Ömrüm boyunca, ne devletten, ne dernek-vakıflardan ve ne de “Beytü’l-Mâl”den maaş aldım. S.G.K. (Açılımı, Sosyal Güvenlik Kurumu) bu Kurum, S.S.K. (açılımı, Sosyal Sigortalar Kurumu), Bağ-Kur (açılımı, Bağımsız Çalışan Esnaf) ve Emekli Sandığı’nın birleştirilmesiyle oluşturulan Çatı Kurum. 

Bu Kurum’larda çalışanların ücret’lerinden kesilen, kesenekler, prim’ler oluşturulan, bir fonda değerlendirilir, emekliliğini hak’edenlere, kayd-i hayat şartıyla ölümlerinden sonra da, dul eş ve yetim çocuklarına bu fondan maaş ödenir. Demek ki, biz maaş’larımızı şuradan buradan gelen vergi’lerden değil, çalıştığımız müddet zarfında bizlerden kesilen primlerin nemalandırılmasıyla oluşmuş fon’dan almaktayız. Bir kerre bu böyle bilinmelidir. 

Beyefendi. “Bildiğim bir şey varsa, emeklisiniz. Ama emekli maaşınızı hangi Banka’dan alıyorsunuz onu da bilmiyorum,” sarahati, altındaki imanız, “Faiz, haramdır, diyorsunuz, devletten maaş alıyorsunuz, maaşınızı da faiz müessese’leri Banka’lardan alıyorsunuz. Bu ne perhiz ve lahana turşusu,” demeye getiriyorsunuz. 

Şahsım’da, devletten maaş alan herkesi çok ağır bir şekilde itham ediyorsunuz. Ağır bir şekilde itham ettiğiniz zevât arasında, kimler yok ki?!... 

Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) Efendi Hazret’leri, irtihâl buyurduğu, 16 Eylül 1959 tarihine kadar, devletten maaş almıştır. Dersiâmlık sıfatı, Zâtıyla kâim, şahsına münhasır, istisnâî bir me’mûriyet olduğu için, herhangi bir şarta merbût olmadan, devletten maaş alırdı. İrtihâlinden sonra, Merhûme, Refika-i Muhtereme’leri, Hâce, Hafîza Tunahan, 06.Haziran 1965 tarihinde vefatına kadar, dul maaşı almıştır. 

Devrin Büyüğü, Merhûm Beyağabey, Kemal Kacar, irtihaline kadar, 17 Haziran 2000 tarihine kadar, Milletvekilliği emekli maaşı almıştır. Yine bir başka devr’in Büyüğü, Merhûm, Ahmed Arif Denizolgun, Sabık, Milletvekili ve Bakan olduğu için, vefatına kadar, 07 Eylül 2016 tarihine kadar emekli maaşı almıştır. 

Büyüklerimizden-ağabeylerimizden, emekli müftü-vâiz, emekli imam-hatip, Kur’ân Kursu muallimi, müezzin-kayyım olanlar, devletten emekli maaşı aldılar, vefatlarından sonra dul eşleri ve yetimleri aldılar. 

Beyefendi. Sadâkat güzel bir haslet. Fakat hata’da ısrar sadakat değil, körü körüne bağlılıktır. 

Mızraklı İlmihal seviyesindeki ma’lûmat, Zarûrât-ı Diniyye bilgileridir. Yâni, helâli helâl olarak bilmek ve inanmak, haramı, haram olarak bilmek ve inanmaktır. Zarûrât-ı Diniyye’yi bilmek ve inanmak bütün Müslümanlara farz-ı Ayn’dır. Mızraklı İlmihâl, misâli hâşâ! Ne size ve ne de Mızraklı İlmihâl’e hakaret için verilmiştir. Dârü’l-Harb, Dârü’l-İslâm, mes’elesinin daha farklı Fıkıh kitaplarında olduğunu göstermek için verilmiştir. Sizin yanlış idrakinize sebebiyet vermiş isem, hem sizden, hem de Mızraklı ilmihâl’in mü’ellifi’nin ruhundan özür dilerim. 

YORUMCU’LARA CEVAPLAR VE MUTALA’ALAR!... (4/36) 

Hayrullah – 15.02.2019, 13:03

Mevlana Halidi Bağdadi hazretleri hakkında yalan yanlış ve çirkim ithamlarınızı görünce biraz araştırayım dedim. Sonra bir büyük Allah Dostundan (ismi bizde mahfuz), son şeyh diye satılmak istenen Süleyman Hilmi Efendi'nin avamdan biri olup, beş dakikada on giybet yapar idi dediğini duyduk. Ondan sonra anladık, neden bir müceddide düşman olur insan. Tamamen çekememezlik ve cemaat enaniyeti imiş. O yüzde süleymanlılarda seyrü süluk yoktur. Gayretli bir din adamının hizmetleri olarak görüyoruz sadece.

Yukarıdaki yorum’daki imlâ hataları ve kelime düşüklüğü, yorumcu’ya ait’dir. Vâkî i’tirazlar üzerine, yorum’lara dokunmuyor, tashih cihetine gitmiyoruz. 

Hayrullah Bey, kuzum, kim bu ismi sizde mahfuz, Allah dostu, kimdir? Yaşı, müktesebâtı, tasavvuf’taki mevki’i nedir? Asr’ın Sahibi, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî (K.S.) Efendi Hazret’lerine, ağızı salyalı, Kelb-i Akûr gibi, iftira ve buhtan’da bulunan birisi aslâ, Allah dostu olmaz-olamaz. Olsa olsa, Adüvvullâh, Habîbü’ş-Şeytan olabilir. “Araştırayım, dedim, diyorsunuz, keşke, ma’neviyat ve tasavvuf kalpazanı birine sormak yerine, kendinizin bir fikri ve görüşü yoksa, en azından fikir namusu adına, ciddî bir araştırma yapabilirdiniz. Süleyman Efendi Hazret’leri hakkında yazılan kitaplar bir yana, sadece, Türkiye Diyânet Vakfı’nın neşrettiği ve çoğu maddeleri tarafsız ilim adamları tarafından hazırlanan, İSLÂM ANSİKLOPEDİSİ’nin, TUNAHAN Maddesiyle, Hâlid-i Bağdâdî, Maddesini okusaydınız.. “Eyne’s-Serâ Ve’s-Süreyyâ” (Toprak nerede! Süreyyâ Yıldızı nerede!... Samanyolu Sistemindeki Güneş’le Fâre kuburu mukayese edilemez.

Hayrullah Bey, Bizim Allah Dostları, Allah’ın salih kullarıyla bir derdimiz yok. Derdimiz müteşeyyihlerle’dir. Ormanların kralı, Aslanlar ormandan çekilince çakallar kendilerini kral zannederlermiş... 

Tasavvufu, Zikr-i Hafî, Zikr-i Celî, Turuk-u Âliyye’yi, teselsül ve Nisbeti Sahîha’yı, Seyr-i Sülûki tartışabilmek için, asgarî, tasavvuf tarihine, tasavvuf kültürü’ne vâkıf olmak gerekiyor. Karşımıza bundan böyle, böyle birisi çıkmaz çıkarılmaz ise, aslâ tartışmayız. 

Osman Karaman – 12.02.2019, 11:32

Hocam zatıâlinizin buyurduğu gibi faizin haram olmasında hiçbir tereddüt yok. Çünkü Kur’an-ı Kerim’in faiz hususundaki beyanı çok açık. Buyurduğunuz veçhile asıl mesele Türkiye’nin Daru-l Harp mi, Darü-l İslam mı sayıldığı hususudur. Malumu âliniz merhum Kemal Beyağabeyimizin 80’li yıllarda Tercüman Gazetesi’nde yayınlanan meşhur mülakatında çok sarih şekilde Türkiye’nin Darü-l Harp olduğu cihetinde kanaatini izhar etmesi üzerine bu mesele efkarı umumiyede yer aldı ve o zamandan beri bu tartışmalar devam edip gidiyor. Zatıâlinizin Cennetmekan Kemal Beyağabey ile hayattayken yakın teşrik-i mesai ettiğinizi de dikkate alarak sormak isterim; Kendilerinin bu noktadaki kanaatlerinin hilafı hakikat olduğunu mu düşünüyorsunuz? Öyle ise kendilerinin ileri sürdüğü iddialar hakkındaki reddiyenizi sağlığındayken kendileriyle paylaşma imkanınız oldu mu? Oldu ise kendilerinin görüşlerinde bir değişiklik vuku bulduğuna şahit oldunuz mu? Bilvesile arz-ı hürmet ederim efendim…

Değerli Kardeşim, Osman Karaman Beyefendi. 

Yeniden kavuşturan Rabbi’mize, sonsuz şükürler olsun. Bu zemin, Zât-ıâlî’nizin yorum ve suallerinizden mahrum kalınca fakirleşmiştir. Lütfen, bu zeminin zenginleşmesi için katkı vermeye devam buyurunuz. 

İfade buyurduğunuz gibi, münakaşa, riba’nın haram olup-olmadığı’nda değil, Dârü’L-Harb’de, harbî ile Müslüman arasında cereyan eden, ribâ, Bey-i Fâsid, normal şart’larda haram olduğu halde, düşmanı mâlen zayıf düşürme hikmetine mebnî, kumar ve şans oyunlarının istisna teşkil etmesidir. İstisnâ, ülke’nin dâri harb olması, bu muamelelerin, harbî ile Müslümanlar arasında cereyan etmesi şartına bağlıdır. Bu husus’ta da herhangi bir ihtilâf yoktur. İhtilâf, hangi ülke’lerin Dârü’L-Harb veya Dârü’L-İslâm olduklarındadır. 

Bundan önceki yorum-cevaplarda, delillerini, me’haz’larını gösterdik ki, Anadolu’muz, Türkiye, Gönül Coğrafya’mız’daki Memâlik-i Osmaniye ülkeleri, Dârü’L-İslâm’dır. Teferruata, delillere ve şart’lara girmeden, Kabûl edilen içtihadlar ve müftâbih olan görüşlere göre, “Bir ülke bir kerre Dârü’L-İslâm olmuş ise, kıyâmete kadar Dârü’L-İslâm’dır. Hiç bir şart ve hiç bir isti’lâ o ülkenin bu vasfını değiştiremez. 

1970’li yılların sonlarında da, mes’ele, tartışılmış, bizim idare ettiğimiz gazete’lerde, SABAH ve UFUK’da, Merhûm Mehmed Emre’nin -Sivrihisar, Eskişehir, Balıkesir ve Bilecik müftülükleri yaptı- Ahmed Davudoğlu –Orhaneli, müftülüğü, Süleymaniye Kütüphanesi müdürlüğü, İstanbul Yüksek İslâm Enstitüsü Müdürlüğü’nde bulunmuştu-, Merhum Abdülkerim Polat’ın – Balıkesir-Kepsut müftülüğü, Kayseri, Eskişehir vaizliği yapmıştı- makale’leri neşredilmişti. 

Merhûm, Abdülkerim Polat, Dârü’L-Harb – Dârü’L-İslâm hakkında küçük bir risâle’de neşretmişti. 

Ufuk Gazete’sinde, müdellel, efradını câmî’, ağyârına mânî’bir makale ile Anadolu’nun Dârü’L-İslâm olduğunu ortaya koymuştu. 

1989’un son günlerinde, 1990’ın ilk günlerinde devrin Tercüman Gazete’sinde neşredilen mülâkatı-polemiği, dikkatlice bir kerre daha okudum. Keşke, böyle bir tartışma olmasaydı, böyle bir mülakat verilmeseydi. 

Bizimle istişâre edilseydi, en azından haberimiz olsaydı, müdâhil olur, önlemeye çalışırdık. 12 Eylül 1980 Darbe-i Hükûmetinden sonra, Sıkıyönetim tarafından gazete’lerimiz def’atle uzun süreler kapatıldığı için, gazete’lerin neşrini, ancak, 1983 yılının Ağustos ayına kadar devam ettirebildik. Tabi’î olarak, zaman zaman, kopukluklar oldu.

Büyüğümüz, devrin Tercüman Gazetesine bu mülâkatı verdiğinde yanında, Ali Ak, emekli Milletvekili-Vâiz, Galip Özosman tacir, İsmail Amasyalı, Soba üreticisi... Tedrisât sisteminden- ehl-i İlim olanlardan kimse yok. Bu mülakatın hangi şartlarda verildiğini göstermektedir. 

Merhûm Büyüğümüz, Aziz hatırasına hürmetim, Muazzez ruhunu ta’zip etmemek için bu kadarla iktifa edeyim. Siz de buna saygı gösteriniz. Lütfen...