Muhterem Kardeşimiz, ERTUĞRUL BEKTAŞ Beyefendi’nin, 07.10.2017, saat 21.08, i’tibariyle ve muhtemelen, 06 Ekim 2017 Cum’a günü, yayınlanan, Yorum’lara Cevap ile alakalı olarak yaptığı yorum’un cevabıdır: 

Aziz Kardeşim, teferruat ile alakalı her mes’elede, benim ve diğer ba’zı arkadaşlarımız gibi düşünmemeniz tabî’dir. Yadırganacak bir husus yok. Yeter ki, aramızda hilâf olmasın. Biliyorsunuz, Hilâf ile İhtilâf arasında çok ince ve fakat derîn bir çizgi vardır. Hilâf hiçbir zaman bir ve beraber düşünme ihtimali olmadan tamâmen ayrı düşmektir. Haz.Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizle, münâfıklar arasında olduğu gibi... İhtilâf ise, fer’î ve cüz’î mes’elelerde, zaman zaman, ittifak, zaman zaman da, ihtilâf etmektir. Vahiy ile Müeyyed olmasına rağmen, nâs vârid olmayan ba’zı mes’elelerde, Haz.Peygamber salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz ile, ba’zı ashabı-Meselâ, Haz.Ömer radiya’llâhu anh, Efendimiz arasındaki ihtilâf gibi... 

Sevgili Peygamber’imiz, “Ümmetimin (nas vârid olmayan fer’î bir mes’ele’de ittifak etmiş olması) ittifakı, kat’î delildir. İhtilâfı, (nas vârid olmayan fer’î bir mes’ele’de ihtilâf etmeleri, farklı düşünmeleri) geniş rahmettir.” Hadis-i Şerif’i, Edille-i Şer’iyye’den, İcmâ ve Kıyas-ı Fukahâ’nın delilidir. 

Ne var ki, burada, Zâtıâlinizin ve isimlerini veremeyeceğiniz, konuştuğunuz, ağabey’lerin ihtilâfından bir semere husule gelmesi için, ihtilâf sebeplerinizi ve neticelerini ortaya koymaya mecbursunuz. Şu sualleri doğru cevaplandırmanız gerekmektedir. 

- Kırk yılın sonunda, Haz.Üstaz’ımızın tasarrufu nihâyete ermiş midir? 

- Kırk yılın sonunda, yeni bir mürşid ve müceddid gelmiş midir? 

- En azından bendenizin haberi olmamıştır. Birileri Vâris-i Nebî, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil olarak gelmiş, Sell-i Seyf etmiş, ihdâ ve irşâd vazifesini ilân etmiş de, benim ve benim gibi düşünenlerin haberi mi olmamıştır? Bütün bunların cevaplarını isabetli, mâ vak’a, uygun, müdellel olarak verirseniz, ihtilaf’ın semeresi ortaya çıkar, yâ, Siz, bizim gibi, ya da, bizler, sizin gibi düşünmeye başlarız. 

“GURBETTEN SILA’YA,” Remziyle, 08.10.2017, saat 00.04 i’tibariyle yorum yapan Beyefendiye: 

Ehl-i Sünnet akidesine mugâyir, her kim bir davranışta bulunursa karşısında olmamız, kim olduklarına bakılmaksızın vazifemizdir. Bir veya bir-kaç idarecinin veya derneğin kusurunu, bütün bir Camia’ya hamletmek adaletli değildir, doğru değildir. Bu ikaz ve ihtarlardan sonra, bir-kaç idarecinin ve bir-iki derneğin bu hatalarının da önüne geçilecektir. 

Pek Değer’li Kardeşimiz, Abdullah Kara Beyefendi. 11.10.2017, saat 11.08 i’tibariyle, tevcih buyurduğunuz suale cevaptır: 

Haz.Üstaz’ımız, 03 Mart 1924 tarihinde Medrese’ler kapatıldığında, bir müddet daha, 1922’de ta’yin edildiği, Dâru’l-Hilâfeti’L-Aliyye Medrese’sinin, İbtidâ-i Hâriç kısmının Türkçe Müderrisliği sebebiyle, İbtidâ-i Hâriç Medresesi, İmam-Hatip Mektebine çevrildiği için, kapatılmadığından bir müddet daha vazifesine devam etmişti. “Kur’ân-ı Kerim eğitimi”, eğitimi, dersek, mes’eleyi basitleştiririz. 1924’den sonra da, Haz.Üstaz’ımızın Rahle-i Tedrisine oturanlar yâ hafızdılar, ya da en azından, Kur’ân-ı Kerim’i yüzünden okuyabilenlerdi. Haz.Üstaz’ımız, yalnız, Kur’ân ta’lim ve teallümü ile meşgul olmuş değil, nesillerin, Kur’ân’ın ibâresi, delâleti, işâreti ve iktizasını, medlûlünü anlayabilsinler, anlatabilsinler, diye, Dînî, İslâmî ilimleri tedris ile meşgul olmuşlardır. Ara vermeden, 1924’den i’tibaren, az veya çok, karşısında bulunanlara ders okutmuştur. Karşısında, önce onlarca, bilahare, yüzlerce talebeyi ise, ancak, 1950’li yılların ortalarında ve İrtihâl buyurduğu 1959 yılında bulmuştu. 

Değer’li M.ÖZTÜRK Kardeşimizin, 12.10.2017, saat 19.12, i’tibariyle ve “Buhtan-İftira ve İtham’lara Reddiyye”, ile alakalı olarak, İnşâ Allah! müstecâp ve makbul du’â’sına karşılık, du’â ile mukabele ederim. Rabbim, bu dünya’da, saâdet’lerin en büyüğü olarak, eteğinden yapışmayı nasip etti, İnşâ Allah! Kıyâmette de, Livâül’Hamd Sancağı altında arkasından yürümeyi cümlemize nasîp etsin... Sonsuzca Hamd... Âmiiiiiiiiiiiin, Âmiiiiiiiiiiiin, Âmiiiiiiiiiiiin... 

Değer’li Kardeşim, Aziz Dostum, Mümtaz İnsan, Zarif, Nâzik, Nahîf, Osmanlı Beyefendisi, H.ARIK Beyefendi. Sualinizi bilahare mufassal bir şekilde cevaplandıracağım. Şimdilik, Selâmınıza tahiyyat ile, Du’ânıza, du’â ile mukabile ederim. Lütfen, kabûl buyurunuz Efendim. 12.10.2017, saat 22.09, i’tibariyle, sualinizin cevabıydı. 

“Gurbet’den Sılaya”, Remziyle, 14.10.2017, saat 08.11, i’tibariyle, 13 Ekim 2017 tarihinde neşredilen, “Buhtan-İftira ve İtham’lara Reddiyye!..(3)” yazısıyla alakalı olarak yaptıkları yorum’ların cevabıdır: 

Turuk-u Âliyye, yalnız Osmanlı döneminde değil, Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizinden i’tibâren, hicrî, bütün asırlarda, Yüce İslâm Dini’nin, İhsan-İhlâs boyutu ve Rükn-ü Aslî’si olarak vardı, kıyâmete kadar da, var olmaya devam edecektir. Her bir asırda gelen, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid, İslâm’a aykırı, sünnet’lere aykırı bir şey görürse, gerektiği şekilde, devlete de Meşihata da karşı çıkabilir. Bu tavır, onun tecdîd, ihdâ, irşâd ve ihya vazifesinin, tabî gereğidir. 

Evet, doğrudur, Nasib-i Ezelisi ve tensib-i İlâhî ile, Turuk-u Âliyye’nin Saâdât’ından birisinin eteğinden yapışmak, onun vesiylesiyle, Allah’a ve Resûlüne yakın olmayı ümid etmek, Allah’ın Fazl-u Kerimidir, bir imtiyazdır. (Sizin Seçkinlik zihniyyeti dediğiniz), bu ise, elbette, bu seçkinlerden olmak Allah’ın lütfudur. Tarîkat, tasavvuf, Mâverâü’ş-Şerîa’dır. İslâm’ın Rükn-ü Sâlisi Turuk-u Âliyye’ye bağlı olanları, “İslâm’dan içerû, din, din’den içerû zihniyet,” olarak tavsif etmek cehalettir. 

İyi tespit etmişsiniz. Rabbim ve Resûlüm, iman ile küfrü-inkârı tefrik buyurmuşlar, ben de tefrik ederim. Mü’min-Müslim ile, münkir, kâfir, müşrik, münâfık, mülhîd, mürted ve zenâdıka’yı tefrik buyurmuşlar, ben de tefrik ederim. “Sağdakiler, ne mutlu o sağdakilere! Soldakiler, ne bahtsızdırlar onlar!” (Vâkıa 56/8, 9) Rabbim, sağdakileri, soldakileri tefrik buyurmuş, ben de tefrik ederim. “Amel defterlerini sağ yanından alanlar, sol yanlarından alanlar,” diye Rabbim tefrik buyurmuş, ben de tefrîk ederim.  

Mehdi ile, decâcileyi, mudilleri, ehl-i Hidayet ile, ehl-i Dalâleti, ehl-i Sünnet ile Fırak-ı Dâlle’yi, başta, Şîa olmak üzere, bütün ehl-i Bid’ati tefrik ederim. “O geldiği gün Allah’ın izni olmadan hiç kimse konuşamaz... Onlardan kimi bedbahtır, kimi mutlu,” (Hûd 11/105). Elbette, bedbaht ile mutlu olanı tefrik ederim. 

Bu ma’nada ben yaman bir tefrikacıyım, bu ma’nada yazılarım da “buram buram,” tefrika kokar... 

“MİLLETİ İBRAHİM’DEN,” olmak: 

“İbrahim’in dininden kendini bilmezlerden başka kim yüz çevirir? Andolsun ki, biz, onu dünyada (elçi) seçtik, şüphesiz o ahirette de salih’lerdendir. (İyilerdendir). (Bakara 2/130) 

“(Yâhudî’ler ve Hıristiyanlar Müslümanlara;) Yahûdî veya Hıristiyan olun ki, doğru yolu bulasınız, dediler. De ki, Hayır! Biz, hanîf olan İbrahim’in dinine uyarız. O, müşriklerden değildi.” (Bakara 2/135) 

(Hanif, her türlü bâtıl inançlardan uzak, hiç şirk koşmamış, yalnızca hak dine yönelen kişi demektir.) 

“De ki, Allah doğruyu söylemiştir. Öyle ise, hakk’a yönelmiş olarak İbrahim’in dinine uyunuz. O, müşriklerden değildi.” (Âl-i İmran 3/95) 

“İşlerinde doğru olarak kendini Allah’a veren ve İbrahim’in, Allah’ı bir tanıyan dinine tabi olan kimseden dince daha güzel kim vardır? Allah İbrahim’i dost edinmiştir.” (Nisâ 4/125) 

(Peygamber’ler, Allah’ın elçileri olma bakımından farksız olmakla beraber, ba’zı husûsiyet ve imtiyazlarıyla birbirlerinden farklıdırlar. Bu cümleden olarak Haz.Musa’ya “Kelîmüllâh”, Haz.İsa’ya “Ruhullah”, Haz.Muhammed-Mustafa’ya, “Habîbullah”, denildiği gibi, Haz.İbrahim’e de “Halîullah”, denilmiş ve yukarıdaki âyet bu vasıflamaya kaynak teşkil etmiştir). 

“De ki; Şüphesiz Rabbim beni doğru yola, dosdoğru dine, Allah’ı birleyen İbrahim’in dinine iletti. O, ortak koşanlardan değildi.” (En’am 6/161) 

“Atalarım İbrahim, İshak ve Ya’kub’un dinine uydum. Allah’a herhangi bir şeyi ortak koşmamız bize yakışmaz. Bu, Allah’ın bize ve insanlara olan lütfundandır. Fakat insanların çoğu şükretmezler.” (Yusuf 12/38) 

“Sonra da, “Doğru yola yönelerek İbrahim’in dinine uy! O müşriklerden değildi” diye vahyettik.” (Nahl 16/123) 

“Allah uğurunda, hakkını vererek cihad edin, O, sizi seçti; din hususunda üzerinize hiçbir zorluk yüklemedi; babanız İbrahim’in dininde (de öyleydi). Peygamber’in size şâhid olması, sizin de insanlara şâhid olması için, O, gerek daha önce (gelmiş kitaplarda), gerekse bunda (Kur’ân’da) size “Müslümanlar”, adını verdi. Öyleyse, namazı kılın; zekatı verin ve Allah’a sımsık sarılın. O, sizin Mevlânızdır. Ne güzel Mevlâ’dır, Ne güzel yardımcıdır!” (Hac 22/78) 

Ümmeti Muhammed’den olan herkes, bi’z-Zarûre, Millet-i İbrânim’dendir. Benim, “Millet-i İbrahim’denim,” dememi müstehzî bir ifade ile karşılamak, küfürdür. Eğer, siz Millet-i İbrahim’den değilseniz, o zaman Millet-i Nemrud’dansınız, demektir. 

Hazret-i İbrâhim, Peygamberimiz, Haz.Muhammed-Mustafa, dahil, pek çok Peygamber’in ceddi olup, Ceddülenbiya’dır. 

“Dinîhaberler,” sitesi, Abdullah İbn-i Seb’e, tarafından dizayn edilen, aslâ İlâhî değil, beşerî bir sistem olan, Şîa, Sâsânî, Förs, Molla-Ahund, sözde imamlar, dini’nin ulûfesiyle devam ettirilen, “Dinîhaberler”, değil, “Dîni Tahrip Sitesidir. Hâşâ! Ve Kellâ! Sümme Hâşâ! Ve Kellâ! Sümme, Sümme, Hâşâ! Ve Kellâ!!.. Hicrî, İkinci bin’in Müceddidi, Silsele-i Zeheb-Silsile-i Saâdât’ın, 23. Halkası, Kutbu’l-Akbâb, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Farûk es-Sirhindi (k.s.) Efendi Hazret’lerini, sahtekârlık ve cehâletle itham etmek, akıllı insanların harcı değildir. Onun Mektûbatından iki satırlık bir ibareyi, zâhirî ilimler, (Sarf-Nahiv, mantık, fesahat-belâgat) bakımından ve tasavvufî olarak tahlil etmekten aciz zavallıların o mübârek Zât’a, cehl nisbet etmeleri onların cinnet halinde ve uyuşturucu maddelerin te’siri altında olduklarını gösterir. 

Zerre miktarı akılları olduğun iddia ediyorlarsa, bu takdirde, bunlar; Esfel-i Sâfilîn’den, esfehu Süfehâ’dan, ahmak-u Humekâ’dan, echel-ü Cühelâ’dan, ezlam-ü Zâlimin’den, erâzil-ü Nas’dandırlar. 

Düştüğünüz dipsiz-bucaksız çukur, dereke, o kadar arzın derinliklerindeki oradan, güneşi, ayı, yıldızları ancak, birer kör nokta olarak görüyor, “güneş, ay, yıldızlar Kürre-i Arz’ı tenvir etmiyor,” diye iftirada bulunuyorsunuz. 

“Herkes kendi hocasının arkasına takılırsa kim Peygamber’in ardına takılacak?” diye soruyorsunuz. Tam bir cehl örneği ve tam bir “rezâlet”... 

“Cehl’in bu kadarı sehl olmaz; 

Tahsil ile bu kadar cehl olmaz.” 

“Ey iman edenler! Allah’tan korkun, O’na yaklaşmaya vesiyleler arayın ve yolunda cihad edin ki kurtuluşa eresiniz.” (Maide 5/35) 

“Onların yalvardıkları bu varlıklar Rab’lerine-hangisi daha yakın olacak diye vesiyle ararlar. O’nun rahmetini umarlar ve azabından korkarlar. Çünkü Rabbi’nin azabı sakınılacak bir azabtır.” (İsra 17/57) Takvâ desem, vesiyle desem, bilmem bir şeyler anlayabilir misin?!...