“HOCAZÂDE,”ye verilen cevapların devamıdır: 

Tecdîd, ihdâ ve irşâd, boşluk kabul etmediğine göre, bu 25 yıllık müddetin Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil ve müceddidsiz geçmiş olma ihtimali olmadığına göre, bu müşkili, nasıl izah edeceğiz? 

Haz.Üstaz’ımız, Mürşidi ve bir önceki Müceddid, Salahaddin Mevlânâ İbn-i Sirâcüddîn (k.s.) Efendi Hazret’lerinin irtihâli üzerine, irşâd, ihdâ, sünnetleri ihyâ ve Tecdîd vazifesiyle muvazzaf kılınmış, bilkuvve bu vazife’yi ifa ederken, diğer taraftan, Üveysî olarak, kendisinden bir önceki Kutbu’l-Aktâb, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü Fâruk es-Sirhindî (k.s.) Efendi Hazret’lerinin terbiyesi tahtında, Seyr-i Sülûkü’nü tamamladı. Kutbu’l-Aktâblık derece ve mertebelerini ihraz buyurdu. Diğer taraftan, Zâhirî, İslâmî ve dünyevî ilimlerin tamamında Yedituğlâ sahibi oldu. 

Yaşı da, artık, Âdetü’llâh ve Sünnetü’llâh’a uygun, Verâset-i Nübüvvete lâyık olduğu kemâle erdiği için, 1928’den sonraki (Kırk yaşına bâliğ olduğundan i’tibâren), bir yılda, Sell-i Seyf buyurmuş, irşâd, ihdâ, ihyâ ve tecdîd vazifesini iddia, izhâr ve ilân etmiştir. 1924’den i’tibâren, talebe hoca, müderris, talebe münasebetlerinin dışında, etrafında sayıları az da olsa, bir halka oluştuğunu biliyoruz. Bu halka’nın, Saygıdeğer, Pek Muhterem, bir âlim ile etrafındaki, kendisini sevenlerin, hürmet besleyenlerin oluşturduğu bir halka mı, ya da, Kendisinin, vazifesini tebliğ etmiş olduğu, Kendisine Nisbet-i Sahîha ile Mensûbîn’den mi oluştuğunu tam olarak bilmiyoruz. 

İmam-ı Rabbânî, Ahmed-ü Fâruk es-Sirhindî (k.s.) Efendi Hazretleri, Müceddid-i Elf-i Sânî, yâni, Hicrî İkinci Bin’in Müceddidi olduğu, Tecdidi’nin, Hicrî, İkinci Bin’in bütün asırlarına sârî olduğu dikkate alınınca, hiçbir asır, müceddid’siz, hiçbir zaman sahipsiz kalmamıştır, kalmaz da... 

Değer’li Kardeşim OSMAN KARAMAN Beyefendi. 

21.08.2017 saat 17.06 i’tibariyle yaptığınız yorumun cevabı: 

Aziz Kardeşim. Müdderis’lerin, aslî vazifeleri, ihmal götürmez vazife’leri, söylenenler, değil midir? Diğer bütün faaliyetler, Maksûd-ü Aslî’nin isafı için birer vasıtadır. Vasıtalar, (araç’lar), amaç’ların, (Maksûd-ü Aslî)’nin yerine geçerse vay! Halimize... 

Pek Muhterem ve Değer’li, “İSTANBUL’LU,” Remzini kullanan Kardeşimiz: 

21.08.2017 saat 23.10 i’tibâriyle yaptığınız yorumunuzun cevabı ve mutala’a: 

Aziz Kardeşim. Hemen belirteyim ki, Resûl-i Ekrem, salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz Hazret’leri, hiç, Hatm-i Hâcegân yapmadı-yaptırmadı. Ancaaaaaak! Aşağıda kısaca izah etmeye çalışacağım gibi, Turuk-u Âliye’den, Zikr-i Hafî Yolu, Tarîkati Aliyye-i Nakşibendiyye müntesiplerinin, mensubu oldukları Târikati Aliyye’nin temel düstûr’larından olan, Hatm-i Hacegân’ı Nakşiyyeyi yapmaları aslâ bid’at değildir. 

Hatm-i Hacegân-ı Nakşiyye, Silsele-i Zehep-Silsile-i Saâdât’ın, Sıddık-ı Ekber, radiya’llâhu anh Efendimiz Hazretlerinden sonra, 2.Kutbu’l-Aktab, Abdülhâlık Gucdüvânî (k.s.) Efendi Hazret’leri tarafından va’z ve tesis edilmiştir. Tarîkati Nakşiyye-i Âliye’nin temel rükün’lerinden kabûl edilmiş, bu Tarîkatın mensupları tarafından asırlardır, yapılagelmiş ve hâlen de yapılmaktadır. Keşf, rüyâ ve ilham, şer’î bir hükme medâr ve delil olamaz. Ancak, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmillerin keşfi, rüyâsı ve ilhamı tarîkatin düstûr ve rükünlerinin te’sisi zımnında, mürîdân için delil teşkil edebilir. Abdülhâlık Gucdüvânî Hazret’lerinin, Hızır aleyhisselâm vasıtasıyla, keşf, rüyâ ve ilham ile ta’lim buyrulan, hatmi va’z ve tesis etmesinde de bir mahzur yoktur. 

HATM-İ HÂCEGÂN BİR İBÂDET MİDİR? MUHDESATTAN OLUP BİD’AT MİDİR? 

Hatm-i Hâcegân, Usûl-ü Fıkıh ıstılahında, Şârî, Allah ve Resûlü tarafından va’az edilmiş bir ibâdet değildir. Yâni, farz, vacip, Sünnet-i Müekkede tarzında bir ibâdet değildir. 

Hatm-i Hâcegân, Aslen ve fer’an, Kitap (Kur’ân-ı Kerim), ve Sünnetten (Hadis)’ten me’huz olduğu ve sünnetleri imhâ için sonradan ihdas edilmediği için de, aslâ bid’at değildir. 

Hatm-i Hâcegân, ferden yapılabilindiği gibi, Bu Tarîkati Aliyye’nin müntesipleri tarafından, Cem-i Gafîr, halinde de yapılabilinir. 

Hatm-i Hâcegân’a, Tevbe ve İstiğfâr ile başlanır, Resûlullah salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimize Salavât-ı Şerifeler getirilir, Fatiha okunarak Allah’a hamd edilir, bin adet ihlas okunarak tevhid-i Hudâ ve Tilâvet-i Kur’ân-ı Azîme’ş-Şân ve du’â ile nihayetlendirilir. 

Bu yapılanlar’dan hangisi Kitab’a, Sünnete, Şer’i Şerife aykırıdır? 

Pek çok râvî’nin, ashab-ı Kiram’ın ileri gelenlerinden, tevâtür derecesinde rivâyet ettikleri Hadis-i Şeriflerde, Sevgili Peygamber’imiz salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimizin İhlas-ı Şerif Suresinin Sülüs-ü Kur’ân’a, (Kur’ân-ı Kerim’in üçte birine) bedel olduğunu, Fâtiha’dan sonra, ihlas ve samimiyetle üç ihlas okuyanlara Kur’ân-ı Kerim’in tamamını okumuş, hatmetmiş gibi sevap kazanacağını beyan buyurmuştur. 

Hulus-u Kalp ile okunan bin İhlas-ı Şerife, Kur’ân-ı Kerim’i, 333 def’a okumuş, hatmiş gibi ecre nâliyyet sebebidir. 

Çarşamba geceleri topluca yapılan hatimlerin bir başka faidesi de, kısa kısa da olsa, nefsin tezkiyesi, letâif’in tasfiyesine müncer sohbetlerdir. Hatme iştirâk edenler bu sohbetlerde, varsa ki vardır, i’tikâdî ve şer’î zaaflarından kurtulurlar. Ancak, bu sohbetler, münhasıran, nefsin tezkiyesi, letâif’in tasfiyesi istikametinde olmalıdır. 

Aziz Kardeşim, önümüzdeki ilk hatim gecesi ve sağlığınız elverdiği ölçüde bundan sonraki bütün hatimlerde halka’daki yerinizi alınız, boynunuzu bükünüz, hulus-u Kalp’le, okunması gerekenleri siz de, okuyunuz. Kalbinizin, gönlünüzün nasıl inşirah bulduğunu görecek-tadacaksınız. Rabbim, Feyzinizi Müzdâd eylesin!... 

“Selim,” remziyle, 23.08.2017, 08.37 i’tibariyle yorumunuzun, “Abdullah Haksöyler,” remziyle, 25.08.2017, 18.31 saati i’tibariyle yaptığınız Yorumunuzun cevabını, “İSTANBUL’LU,” remziyle yorum yapan, Kardeşimize verdiğimiz cevaplar muhtevasına bulacağınızı ümid eder, bu vesiyle ile hürmetlerimi arz ederken bu zemine katkı vermeye devam buyurmanızı istirham ederim.

“FANÎ KUL,” remziyle,  25.08.2017 ve saat 20.45 i’tibariyle yorum yapan Değer’li Kardeşimiz: 

Bu Ümmetin, “Su katılmamış,” ehl-i Sünnet mensubu, Nezih Câmia’nın, sünnet üzere devamı, bid’atlere tevessül etmemesi için, sancılanan ve bu uğurda bir şeyler yapmaya çalışan Kardeşlerimize, “Kuyruk acısı, hırs, okudukları ilmin kendilerine hiçbir faidesinin olmadığı gibi,” yakışıksız, bir takım Ahlâk-ı Mezmûme izafe etmek, İmam-ı Rabbânî Evladına hiç mi hiç, yakışmıyor. Neyin hırsı? Bu arkadaşlarımızın sizin gibilerin makam ve mevkilerinde gözleri mi var ki, hırs yapsınlar! 

Fikir’lere fikirle cevap verilmesi gerekir. Fikre karşı sövmek ve hakaret acziyet ifadesidir. Ne olur! Biraz olsun, Allah’ın lütfettiği, Medâr-ı Şerî’at, en büyük ni’metini Akl’ınızı, kullanınız... 

Değer’li Kardeşim Ali Osman Beyefendi. 24.08.2017, 22.11 i’tibariyle yapmış olduğunuz yorumunuzun cevabıdır: 

Diyânet İşleri Başkanlığı, 03 Mart 1924’de tesis edildiğinde, Teşkilat yapısı i’tibariyle, Osmanlı Dönemi Şeyhulislâmlık bünyesine büyük ölçüde benzerlikler gösteriyordu. Merkez Teşkilatında, bir reis, bir reis muavini, bir-kaç katip’ten oluşuyordu. Nüfus’un %90 kadarı köylerde ve kasabalarda meskûn olduğu, köy ve kasabalarda imam kadrosu da bulunmadığı için, köylüler ve kasabalı’lar imamlarını kendileri bulurlar maaş’larını ya da o günlerin deyimiyle, “Haklarını,” köylüler ve kasabalılar kendileri öderdiler. 

Şehirlerdeki cami’lerin imam ve müezzin-kayyımların maaşları, Mazbût veya Mülhâk vakıflar tarafından karşılanıyordu. Müftülü-Vaizlik, Kur’ân Muallimliği, imam-Hatip, Müezzin-Kayyım, ehliyet ve liyâkatları, diploma-sertifika’ya göre değil, Merkezi Sistem A, B, C, D, şıklarını işaretleyerek değil veçhen an veçh’in, yapılan ve bütün İslâmî ilimlerden yapılan imtihan ile tespit ediliyordu. Günümüzde taşradaki il ve ilçe müftülerinin icraatı, vaiz, imam-hatip, müezzin ve Kur’ân muallimlerinin maaş’larının tahakkuk ettirilmesinden ibarettir. Bu müftü’lerin yerine, Özlük İşleri, eskiden Zâtî İşler Müdürlüğü denilirdi. Galiba şimdilerde, İnsan Kaynakları deniliyor, -birer şube müdür ta’yin edilebilinir. Aynı kanaatteyim. Diyânet Teşkilatı bütünüyle, lağvedilmeli, çok daha müessir ameliyyeli, yeni bir teşkilât, teşekkül ettirilmelidir. 

Değer’li ERTUĞRUL Kardeşimiz, 25.08.2017, 01.49 i’tibariyle yaptığınız Yorumunuzun cevabı: 

Aziz Kardeşim. Siyâsi tavırları, tavırların takınıldığı devrin şartlarıyla değerlendirmek daha isabetli olur. 1970’li yılların şartlarıyla günümüz şartlarını mukayese etmek isabetli değildir. 1970’li yılların, devrin Başbakan’larından, Bülend Ecevit’in, “Tarihî Yanılgı” (Tarihî Hata,) dediği, C.H.P.-M.S.P. koalisyonu’nu kurduklarında, “Solcular, komünist’ler, bizim namaz kılmayan kardeşlerimizdir’ler,” diyerek onlara gösterdiği â’zamî müsamaha’nın %10’unu, Merhûm Erbakan Hoca, bizlere ve diğer câmia’lara göstermiyordu. Hele hele, 1970’li, 80’li, 90’lı yılların siyâsî figürleriyle, günümüz siyâsî figürü’nü mukayese etmek isabetli olmaz. Dedim ya, siyâsî figür’leri değerlendirirken, devrin şartları müvâvehesinde değerlendirmek daha isabetli olur. Siyâsî mücadelelerin içerisinde uzun yıllar mücadele etmiş siyâsî figürlere külliyyen kefil olunmasını uygun bulmam, tavsiye de etmem... 

Değer’li Kardeşim, H.İbrahim Kuruçaylı. 22.08.2017, saat 20.35 i’tibariyle yaptığınız Yorumunuzun cevabıdır. Dernek ve vakıflar, hizmet heyecanı ile meşbû himmete tâlip, hizmete râgıp genç’ler tarafından idare edilmelidirler. Böylece, hocalarımız aslî vazifelerine rücû etmiş olurlar. Gözlerinizden öperim. 

“Ahmed,” Remzini kullanarak yorumlarda bulunan Değer’li Kardeşim. 27.08.2017 saat, 15.59 i’tibariyle, Yorumunuz ve sualinize cevaptır; Bahsettiğiniz, Adil Elbeyli hakkında hiçbir ma’lumata sahip değilim. Eğer bir iz ve ipucu verirseniz, araştırma yapar, eğer bir bilgiye sahip olursam, ma’lûmat verebilirim. 

Değer’li Ali Osman Beyefendi Kardeşim. 

27.08.2017 saat, 22.36 i’tibariyle, yaptığınız Yorumunuzda teşekkürünüze bilmukabele teşekkür eder du’â’larınızı beklerim. Efendim. 

Değer’li Kardeşimiz, Erhân YILDIZ Beyefendi. 

Bahsettiğiniz mevzu, bizim, bilhassa bid’atlerle alakalı hassasiyyetimizde ne kadar haklı olduğumuzun isbatıdır. “Kol Kırılır, Yen içinde kalır,” sözü, aile sırları ve yakın arkadaşlar arasında cereyan eden mes’eleler için geçerlidir. Sünnetler terk edilir, sünnetlerin yerine ikâme edilmek üzere bid’atlere tevessül edilirse, ilim sahibi ilmini izhar etmeye mecburdur. Aksi durum, Allah’ın, meleklerin, Peygamber’lerin ve la’net edici bütün lâinlerin la’netlerine düçâr olmamıza vesiyle olur.