Pek Muhterem Şeref Şenyıl Kardeşimizin yorum’ları üzerine cevaplar ve muta’la’lar: 
Aziz kardeşim, Asr’ımızda, kimi müte’şeyyihler (şeyh olmadıkları halde şeyh’lik taslayanlar), maalesef, kendileri dalâlet’de oldukları gibi, bunların müte’şeyyih olduklarını bilmeden iyi niyet’le, bunlara kapılanları da dalâlete sürüklemektedirler. 
Bırakınız, müte’şeyyih’leri, gerçekten Seyr-i Sülûkini tamamlamış fakat henüz, Kâmil ve Mükemmil mürşid’lik mertebesine ulaşmamış olanlar, -ki, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî (K.S.) Efendi Hazretleri mektubatında, bunlar için, “Sâlik-i Nâkıs” sıfatlarını kullanır.- Sâlik-i Nâkıs’ların arkasından gidenler, dibi görünmeyen karanlık bir delhize girerler. Çünkü, bu Sâlik-i Nâkıslar, nefislerine, hevâ-ü heveslerine tâbi oldukları için, kendilerine tâbi olanları zulmet ötesi zulmete sevk ederler. Bunlar hangi yolun Allah’a götürdüğünü, hangi yolun Allah’tan uzaklaştırdığını bilmezler. 
Bu gibi Sâlik-i Nâkısların arkasından gidenler günün birinde uyanıp gerçek bir Mürşid-i Kâmil ve Mükemmili bulma mazhariyetine erdiklerinde, mürşid-i Kâmil ve mükemmil, öncelikle, Sâlik-i Nâkıs’ın sebep olduğu fesadı ıslah etmek, sonrada, isti’danı münâsip iyiliklerin tohumunu ekmek mecburiyetinde kalırlar. “Görmedin mi Allah nasıl bir misâl getirdi; Güzel bir sözü (yerde) sabit, dalları gökte olan güzel bir ağaca (benzetti).
(O ağaç), Rabbinin izniyle her zaman yemişini verir. Öğüt alsınlar diye Allah insanlara misaller getirir. 
Kötü bir sözün misâli gövdesi yerden koparılmış, o yüzden ayakta durma imkanı olmayan (kötü) bir ağaca benzer. 
“Allah Teâlâ sağlam sözle iman edenleri hem dünya hayatında hem de ahirette sapasağlam tutar. Zalimleri ise Allah saptırır. Allah dilediğini yapar.” (İbrahim 14/24, 25, 26, 27) 
Mürşid-i Kâmil ve mükemmiller’in sohbetleri, “Kibrî-i Ahmer”, (kâinatta en az bulunan, Ender-i Nâdirattan çok değerli bir maden), bakışı her türlü ma’nevî hastalıkların devası, her kelimesi maddî-ma’nevî hastalıkların şifasıdır. 
Nâkıs bir Sâlik’in sohbeti, öldürücü bir zehir, çalı dikenini tersinden çıplak elle sıvazlamaya benzer. 
Nâkıs bir Sâlik’in, Nâkıs bir şeyh’in arkasından gidenlerin durumu böyle olduğuna göre, ya hiçbir şekilde irşad’a ehil olmadığı halde, müte’şeyyih’lerin arkasından gidenlerin durumu nicedir? 
İsimlerini verdiğiniz, vermediğiniz nîce ehl-i Bid’at ve Ehl-i Dâlâleti bir de bu hususlar müvâcehesinde değerlendirmenizi rica ederim. 
- MU’CİZE VE KERÂMET: 
Tabiî kanunlarla açıklanmayan olağan üstü, sıra dışı, herhangi bir sebebe dayanmayan (Hâriku’l-âde) vak’a’lar, Peygamberlik iddia edip ve Peygamberliği’ni ispat zımnında, Peygamber elinde zuhur ederse mu’cize, tam olarak Peygamber’e bağlı, Allah’ın salih, takva sahibi veli kullarını elinde zuhur ederse, kerâmettir. 
Kerâmet, lugatte “iyi ahlaklı ve cömert olmak” ma’nasına gelen keramet, kerem gibi masdar olup “iyilik, cömertlik” ma’nasında isim şeklinde de kullanılır. Terim olarak “Allah’ın salih, takva sahibi, velî kullarında zuhur eden olağan üstü hâl” diye ta’rif edilir.
Mu’cize, Peygamber’liğin şartıdır; Zirâ, Peygamber’liğini iddia eden Peygamber bunu ispat için mu’cize gösterir. Gösterdiği mu’cize ile inanmayanlara meydan okur. 
Peygamber’i örnek olarak alan velî ise veli’lik iddiasında bulunmayacağı gibi, kimseye de meydan okumaz. 
Peygamber’lerde mu’cize’nin izharı, (açıklanması) veli’lerde kerâmetin zuhuru söz konusudur. Mu’cize’nin de, kerâmetin de yaratıcısı ve hakikî sahibi Hazreti Allah’tır. 
Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmiller, Medâr Mürşid ve asr’ın müceddid’leri, kerâmet değil, “bir salâhiyete dayanarak iş yapmak,” ma’nasına gelen “Tasarruf” gösterirler. 
Vâris-i Nebî, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmiller, Medâr Mürşid ve Asr’ın Müceddidi, Sahibizaman olanlar, diğer velî’lerin aksine, “Sell-i Seyf” ederler, kılıçlarını çekip bu vazifelerini ilân ederler ve tasarruflarıyla bu durumlarını ispat ederler. 
Tasarruf, her ne kadar bir nev’i kerâmet olsa da, herhangi bir kevni keramet olmayıp, Sahibizaman ve Mürşid-i Kâmillere mahsus bir olgudur. 
Sûfîler kerâmeti Allah’ın veli kullarına bir ikramı ve lütfu olarak kabul etmişler, Allah’ın kendisine itaat eden ve O’na yakın olmaya gayret eden velî’lere kerâmeti ihsan edeceğini söylemişlerdir. Ancak, ilâhî bir lütuf olmasına rağmen kendisinden kerâmet zuhur eden bir veli, böyle bir halin mekr (şeytanın hilesi), istidraç (Kâfir ve zâlimlerin ellerinde zuhur eden, onların ve yakınlarının, onların arkasından gidenlerin vebâl ve cezalarının artmasına sebep olan olağan üstü haller), ibtilâ (kendileri için ağır bir imtihan) olmasından korkarlar. Bu ihtimalleri dikkate alan velî’ler, kerâmetle denenmek istendiğini düşünerek endişe eder. Bir yandan Allah’ın lütfuna nâil olduğu için O’na şükreder, daha çok Allah’a bağlanır. Öte yandan da bunun sorumluluğundan ve getireceği neticelerden kaygılanır. Bundan dolayı da kendisinden zuhur eden hâli ifşa etmez ve bu hal sebebiyle insanların gösterdiği teveccühün de nefsini şımartacağını ve azdıracağını hisaba katar. 
- KERÂMET’İN NEV’İLERİ: 
Hadis kaynaklarında pek çok kerâmet nev’inden bahsedilmiştir; Sübkî, Tabakatı’nda yirmibeş çeşit kerâmetten bahsetmiştir. 
a) Keşif ve ilhamlarla alakalı, Firâset, Gayb, İlham, Keşf... 
b) İnsan gücünün ötesinde bir takım şeylerin yapılabilmesi; az zamanda uzun mesâfeleri kat’etmek (Tayy-i Mekân), havada uçmak, gıda maddelerini bereketlendirmek, darda olan birisinin yardımına yetişmek, hastaları şifaya kavuşturmak gibi haller...
c) Meleklerin görülmesi ve seslerinin duyulması gibi belli başlı üç gruba ayrılmaktadır. 
Kur’ân-ı Kerim’de nebî olmadıkları halde ellerinde hâriku’l-âde haller zuhur eden kimselerin misâlleri vardır. 
Kur’ân’da adı zikredilmeden bir zatın Sebe Melikesi’nin taht’ını bir anda Haz.Süleyman’ın yanına getirmesi, Haz.Meryem’e, Allah’ın katından rızık gelmesi, Ashab-ı Kehf’in köpekleri Kıtmîr ile birlikte bir mağarada uzun bir müddet (309 yıl) uyuyup kalmaları, Haz.Musâ’nın annesine bebeğinin (Haz.Musâ’nın) geri verilmesi, Hızır ve Zü’lkarneyn vak’a’ları...
Sahîh hadis kitaplarında, Peygamberimizin hayatta olduğu yıllarda ba’zı sahâbî’nin ellerinde zuhur eden kerametlerden örnekler vardır; 
Ashab-ı Kiram’ın, Haz.Cebrail’i Haz.Peygamber’e vahiy getirdiği anlarda, zaman zaman, bir Arâbî gibi, zaman zaman da Ashab’dan Dıhye bin Halife el-Kelbî suretinde görmeleri, Haz.Ebû Bekr’in üç kişi için hazırladığı yemeğin bereketlenmesi ve çok kişinin doyması, Üseyd bin Hudayr’ın bir gece Kur’ân okurken meleklerin kendisini dinlemeye gelmeleri ve dinlemeleri, gerdek gecesi yıkanmaya vakit bulamadan harbe katılıp şehîd düşen Hanzala bin Ebû Âmir’in melekler tarafından gasledildiğinin sahâbîler tarafından görülmesi, -ki, şehid düştüğü için normal şartlarda yıkanmadan elbiseleriyle birlikte gömülmesi gerekirdi.-
- Hulefâ-i Râşidîn zamanında, Halife Haz.Ömer radiya’llahu anh Efendimiz Medine’de, Mescid-i Nebevî’de, Cum’a Hutbesini irad buyururken, Medine’ye beş yüz fersah’dan daha uzak, Irak’ın Nihvend bölgesinde, seyir halindeki İslam Ordusunun Kumandanı, Sâriye’yi, biraz ötelerindeki dağın arkasındaki Bizans Ordusu birliklerinin tuzağını-pususunu haber vermek için bir ara hutbeyi keserek kendisini dinleyen sahâbî’lerin şaşkın bakışları arasında, “Yâ Sâriye! El-Cebel, El-Cebel!” (Aman! Dağa dikkat ediniz, dağa dikkat!) tarzında ikazda bulundu. Haz.Ömer’in dağın arkasındaki düşman pususunu görmesi, beş yüz fersah’dan ötede, İslâm Ordusu Kumandanı’nın Haz.Ömer’in sesini duyup gerekli tedbiri alması birer kerâmettir. 
Önemli bir husus, velî’ler, Kevnî Kerâmet’leri, “Hayz-ı Ricâl” kabul edip, Kevnî kerâmet’lerden dâima uzak kalmışlardır. 
Nitekim, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri, İmam-ı Rabbânî Evlâdı’na, “Sakın ola, Kevnî Kerâmetler peşinde koşmayasınız. Tayy-i Mekân, uzak mesâfeleri çok kısa bir zamanda kat’etmek ma’rifet değildir. Zirâ İblis ve bütün cin tâifesi, kısa bir zaman zarfında uzak mesâfeleri kat’edebilirler. 
Su üzerinde yürümek ma’rifet değildir. Zirâ, en büyük canavar balıklar, köpek balıkları denizlerin en derinliklerinde yüzerler. 
Yükseklerde havada uçmak da ma’rifet değildir. Zirâ, en yüksekten uçan kartallar birer leş yiyen kuştur. 
Asıl ma’rifet, ölü kalpleri ihya etmektir,” buyururdu.