Hâlid-i Bağdâdî mes’elesi, artık kabak tadı vermeye başladı. 
Hâlid-i Bağdâdî’nin, Silsile-i Zeheb’den, Silsile-i Saâdât’dan olmadığını, bir aylık bir Seyr-i Sülûk ile, Mürşid-i Kâmil ve Müceddid olunamayacağını, kendisine izâfe edilen, Divan ve diğer eserlerinde tasavvufî bir derinliğin bulunmadığını kendisinden teselsül ettirilen muhtelif kolların, asıl ve gerçek teselsülde olduğu gibi, ezelî nasip, ciddî bir Seyr-i Sülûk, Seyr-i Sülûkunu tamamlamış olanların, mürşid’lerinin izniyle, “Erbaîn” de denilen çilelerini tamamlamaları gibi, bu yolun kat’edilmesi gerekli yollar’dan geçmedikleri, feodal bir sistemle, babadan oğula, teselsül ettirildiği, teselsül ettirilen halkalar arasında, Sebetaist ve masonların bulunduğunu, bütün delilleriyle isbat ettik. 
Hâlid-i Bağdâdî’nin, Zikr-i Hafî Yolu’nun Silsile’sinde bir mürşid ve müceddid olduğunu iddia eden’lerin; 
Hâlid-i Bağdâdî’nin, kimin tasarrufu altında Seyr-i Sülûkuna başladığını, ne zamana kadar devam ettirdiğini, ne zaman tamamladığını, kimin izniyle ve ne zaman “Erbâîn”e girdiğini, çilesini ne zaman nerede ve kimin izniyle tamamladığını hiçbir şüpheye meydan vermeden ortaya koymalıdırlar. 
- Rahmet-i Rahman’a kavuşmuş, zulmen katledilmiş, bir zât olan merhûm hayatta olsaydı, çok abartılı bir şekilde kendisine izâfe edilen o sıfattan ziyâdesiyle kendisi rahatsız olur, elinin tersiyle şiddetle reddederdi. 
- Birileri, ya okudukları çok basit ibâreleri dahî idrak yeteneğinden acizdirler ya da duydukları kin ve gayz’larından dolayı muhakeme güçlerini tamamen zayi etmişlerdir. Biz, hiçbir zaman ve hiçbir yazımızda, kendimizi bir başkasıyla kıyaslamadık, kıyaslamayız. Kim olursa olsun, kendimizi bir başkasıyla kıyaslamayı bir taraftan zül addederiz, bir taraftan da, kakavanlık olarak kabul ederiz. 
- Pek Muhterem Tayyar Altıkulaç Bey ve diğer zevât ile münasebetlerimin kimleri, niçin rahatsız ettiğini anlamakta zorlandım. 
- “Bozacı’nın Şâhidi, Şıracıymış,” denilir. Yazdıklarını Hâlid-i Bağdâdî’nin mürşid’liğine delil gösterilen bu zât, Asr’ımızın en yaman, ma’neviyat ve tasavvuf kalpazanlarından birisiydi. 
Tasavvuf’tan zerre miktarı nasibi olmayan ve fakat kendisini bir şeyler zannedenlerin bu söylediklerimizi anlamalarını beklemek boşuna hayaldir. 
- Ertuğrul, remzi ile devamlı yorumlarda bulunan Değerli Kardeşim. 
Maslahat gereği, gerektiği zaman’da ve gerektiği mekân’da herkesle görüşülebilinir. Geçmişte, bizzât Beyağabey’in izni ve ta’limatıyla ve bilgisi dâhilinde, siyâsî, gayr-i siyâsi, pek çok zevât ile görüştüm. Mû’nis oluşum, her mahfilde ve herkesle rahat temas kurabilmem dolayısiyle bu kabil hizmetlerin nâcizhane’ye tahmil edildiğini zannediyorum. Sizin yadırgadığınız sitâyişkâr hitap şekli takrîben, 45 yıl önce başlamış, günümüze kadar gelmiş ve bundan sonra da devam edecektir. 
Aziz Kardeşim. “İşte böylece sizin insanlığa şahit olmanız, Resûlün de size şahit olması için sizi mu’tedil bir millet kıldık,” (Bakara 2/143) 
Biz, Ümmet-i Muhammed’den olarak Ümmet-i Vasat’danız, ortada, ılıman, ifrad ve tefrid’den uzak bir ümmetiz. Mezhebimiz İmam-ı A’zam Ebû Hanife’nin Mezhebi’dir, Hanafiyyü’l-mezheb olmamız hasabiyle de yine ifrad ve tefrid’den uzağız. Meşreben, Zikr-i Hafî Yolu’ndan, Tarîkat-i Nakşibendiyye’den, Müceddidiyye Kolu’ndan olmamız hasabiyle de ifrad ve tefrid’den uzağız. 
Bütün bunların ötesinde, Ehl-i Sünnet’den olmanın tabiî bir neticesi de zâten, ifrad ve tefrid’den uzak kalmayı gerektirir. Fırak-ı Dâlle, ya ifrad’a ya da tefride düştükleri için Fırak-ı Dâlle’den olmuşlardı. 
Bu bakımdan, bizde, ne Şer’î mes’elelerde ve ne de tasavvûfî hususlarda, aşırılık ifrad ve tefrid vardır. 
“Güneş, Aslâ Balçıkla Sıvanmaz” Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid Süleyman Hilmi Silistrevî, El-Ma’ruf Bİ TUNAHANI Efendi Hazretleri’nin (K.S.),Gayret-i Diniyye’si, Salâbet-i Dîniyye’si, Zâhirî ve Bâtınî irşadı, yalnız, kendisine kapılanlar, eteklerinden yapışmış, kendilerine Nisbet-i Sahîha ile nisbet şerefine, Nasib-i Ezelî’leriyle nâil olanlar değil, mu’âsırı olan herkes tarafından kabul, takdîr ve teslîm edilmiştir. 
Şer’î ve zâhirî ma’na’da, Salâbet-i Diniyye noktasında, küfre karşı destansı bir şekilde mücahede ve mücadele’de bulunan ve fakat, Nasib-i Ezelî’sinde, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’i, Medâr Mürşid ve Müceddidi, bulmak gibi bir mazhariyyeti olmayan, fikir ve da’va adamı, “Sultânu’ş-Şuarâ, Merhûm, Necip Fazıl Kısakürek, Salâbet-i Diniyyesi, Gayret-i Diniyyesini “Hakka’l-Yakîn”, gördükten sonra, “Eğer ben, daha önceden Abdülhakîm-i Arvâsi Hazretleri’ne kapılanmasaydım, bir an bile tereddüt etmez, Süleyman Efendi Hazretleri’ne intisab ederdim,” derdi. 
- Harabât remziyle yorum yapan Değerli Kardeşim. 
Hafızam beni yanıltmıyorsa, 1968 yılından i’tibâren, devrin gazeteleri, Bâbıâlide Sabah, Bugün, Yeni İstiklal, daha sonraları, Sabah ve Ufuk Siyâsî Gazeteleri’nde, 2001 yılından beridir de elinizdeki bu gazete’de, Diyânet İşleri Başkanlığı ve Diyânet İşleri mensupları hakkında yüzlerce yazı yazdım. Elbette, bu yazılar içerisinde, tehditler, tenkidler, ikaz ve ihtar, zaman zaman da takdir ve teşvikler vardır. 
Bizim vazifemiz, Azîz Milletimizi inanç, ibâdet ve ahlâkî mevzularda doğrudan mü’tessir eden bu kurumun, her dâim, Yüce İslâm Dini ve Fırka-i Nâciye, Ehl-i Sünnet prensiplerinden aslâ ta’viz vermeden hizmetlerine devam etmesini tavsiye etmektir. 
Tenkid edilmesi uyarılması gerektiğinde de, hiç tereddüt etmeden ikaz ve ihtarlarımızı da yaparız... 
- Pek Muhterem Şeref Şenyıl Beyefendi Kardeşim. 
Fırak-ı Dâlle, maalesef Dâl ve Mudîl’dirler. (Yani, kendileri sapkın oldukları gibi başkalarını da dâlâlete (sapkınlığa) sürüklerler. 
Azîz Kardeşim, Fırak-ı Dâlle’den husûsiyle Şîa ve Râfızîlerin, Ehl-i Sünnetten asıl ayrılış sebeplerinden birisi de Ashab-ı Güzin arasında fark gözetmeleridir. 
Yemenli Yahûdî Abdullah İbn-i Sebe’nin şeytânî iğvalarına uyarak, Hazret-i Alî Kerreme’Allahû Vechehû, radiya’llau anh’i iltizam ettiler, Peygamber’lerden sonra insanlığın, birinci ve ikinci Efdalleri, Haz.Ebû Bekr ile Haz.Ömer radiya’llâhû anhüma’ya ta’n ettiler. 
Bizlere, Ümmet-i Vasat olarak, Ehl-i Sünnet ve’l-Cemaat mensubu olarak, Zikr-i Hafî Yolunun, Müceddidiyye Kolu’nun birer mensubu olarak, Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid, Müceddid, şu direktifi verdi; 
“Ey İslâm Topluluğu! Bizler, (İmam-ı Rabbânî Evlâdı), hayatta oldukça, Ashab-ı Resûlüllâh’a iftira edileceğini, haklarında yalan uydurulacağını mı zannediyorsunuz?” 
Elbette bizler, İmam-ı Rabbânî Evlâdı hayatta olduğumuz müddetçe, aslâ, Ashab-ı Kiram hakkında, iftiraya, yalan’a ta’n’a izin vermeyeceğiz. 
Ashab-ı Resûl’den olmaları hasabiyle, Peygamber’lerden sonra, beşeriyetin en faziletlisi, Haz.Ebû Bekr ile, iman ettikten sonra dünya gözüyle sadece bir kerre Sevgili Peygamber’imizi görebilen, “her gördüğümde Amcam Hamza’yı hatırlar kahrolurum, bana görünmesen iyi olur,” ricası üzerine bir daha Sevgili Peygamber’imizi görmeme-görememe ızdırabına katlanan, Haz.Vahşî’yi aynı derece de severiz. 
Ehl-i Sünnet’in temel umdelerinde birisi olarak, “Tafdîlü’ş-Şeyheyn, Muhabbetü’l-Hateneyn,” (Peygamber’imizin iki Kâim-i Pederleri, Haz.Ebû Bekr ile Haz.Ömer radiyallâhu anhûmâ’nın sırasıyla faziletli olduklarını kabul ederiz, yine Peygamber’imizin iki damadını, Haz.Osman ve Haz.Ali radiya’llahu anhûma’yı yine sırasıyla severiz, fakat sevgi hususunda, Peygamber’imizin, Âli’nden, Amca oğlu, damadı, çocuklar arasında İslâm’ı ilk kabul eden, Haz. Ali Kerreme’allâhu Vechehû Efendimizle, Peygamber’imizin, Vahiy Kâtip’lerinden, ve hakkında, “Allahım! Muaviye’ye ilim ve hikmet ver, onu dinde fakîh kıl,” diye du’a buyurduğu, Haz.Muaviye radiya’llâhu anh’i ayırmayız. 
Başta Şîa olmak üzere, Fırak-ı Dâlle hakkında geçtiğimiz yıllarda 40’tan fazla yazı yazdım. Kabir Ziyareti ve Günümüzde Kabir Ziyaretiyle, mü’minlerin ebediyyete intikali sırasında, cenaze hazırlanırken, cenaze namazı kılınırken, teşcî sırasında ve definde ve defin sonrasında, nelere dikkat edilmesi gerektiği ve irtikâp olunan bid’atlar hakkında, “Kitaplık” çapında makaleler yazdım. Gerektiğinde yine de yazarız. 
Ehl-i Bid’at, müteşeyyihler hakkında uzunca bir cevap arzedeceğim. Bu cevaplar bu yazının vüsa’tinin üzerinde olduğundan, İnşâ Allah! Bir başka “Yorumcu’lara Cevaplar”, köşesinde bu cevapları geniş olarak bulacaksınız...