ÇÖZÜMÜN ANAHTARI: “YAPICI BELİRSİZLİK

“YAPICI BELİRSİZLİK” TUZAKLARI

10 Batılı büyükelçinin Türkiye’yi insan hakları, hukuk ve demokrasi konularına saygılı olmaya ve Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya çağıran “ültimatomlarının” yol açtığı diplomatik krizin ekonomimizdeki, dış ilişkilerimizdeki ve iç siyasetteki yankıları sürüyor, sürecektir. 

30 Kasım’da 47 üyeli Avrupa Konseyi’nin siyasi kanadı olan Bakanlar Komitesi’nin AİHM’in Osman Kavala konusunda verdiği kararların uygulanmasını irdelemek üzere toplanacak olması, Türkiye’nin Batıyla olan ilişkilerini derinden etkileyecektir. 

Osman Kavala davası, “10 Elçi Krizi” üzerinden bilinçli olarak yeni bir Rahip Branson davasına dönüştürülmek istenmiştir. 10 Batılı ülke elçisinin başlattığı kriz nedeniyle oluşan Türkiye karşıtı cephedeki ülke sayı, 30 Kası sonrasında 47’ye yükselebilir.  

Cumhuriyet’imizin 98’ci yılını kutlama coşkusunu yaşamaya hazırlandığımız günlerde, 18 Ekim’de, gündemimize bomba gibi düşen “10 Eliçi Krizi”ni irdelerken referans noktamız, hiçbir elçinin, ülkesinin bilgisi olmadan böyle küresel çapta ses getirecek bir eyleme imza atamayacaklarıydı. 

10 elçinin hadlerini aşarak, başlattıkları operasyonlarına gerekçesi olarak gösterdikleri Viyana Sözleşmesi’nin maddelerini çarpıtarak, Türkiye’yi uluslararası arenada zor duruma düşürmek amacıyla başlattıkları saldırının yankıları, beklendiği gibi, giderek genişleyerek sürüyor. 

Başlangıçta, iki tarafın da sinirlerini gereceği, dolayısıyla söz konusu ülkeler arasındaki ilişkilere zarar verebileceği görüldüğü için, krizin belli bir süre uykuya yatırılması hedeflenmişti. Gelinen noktada, gelişmelerin geri planında yoğun bir arka kapı diplomasisinin devreye girdiği anlaşılıyor, ama anlaşmanın raf ömrü konusunda kesin bir şey söylemek mümkün değil. 

10 Batılı büyükelçinin Türkiye’yi insan hakları, hukuk ve demokrasi konularına saygılı olmaya ve Osman Kavala’yı derhal serbest bırakmaya çağıran “ültimatomlarının” yol açtığı diplomatik krizin ekonomimizdeki, dış ilişkilerimizdeki ve iç siyasetteki yankıları sürüyor, sürecektir.

30 Kasım’da 47 üyeli Avrupa Konseyi’nin siyasi kanadı olan Bakanlar Komitesi’nin AİHM’in Osman Kavala konusunda verdiği kararların uygulanmasını irdelemek üzere toplanacak olması, Türkiye’nin Batıyla olan ilişkilerini derinden etkileyecektir. 

Osman Kavala davası, “10 Elçi Krizi” üzerinden bilinçli olarak yeni bir Rahip Branson davasına dönüştürülmek istenmiştir. 10 Batılı ülke elçisinin başlattığı kriz nedeniyle oluşan Türkiye karşıtı cephedeki ülke sayı, 30 Kası sonrasında 47’ye yükselebilir.  

Bugünkü yazımızda, “10 Elçi Krizi”nin uyutulmasında kullanılan “Yapıcı Belirsizlik” formülünü ve Osman Kavala davası bağlamında raf ömrünü irdeleyeceğiz. 

“YAPICI BELİRSİZLİK”

Diplomaside, iki tarafı da memnun eden sonuçlar alabilmek için başvurulan yönteme İngilizce’de, constructive uncertainty /yapıcı belirsizlik deniyor. Bu yöntemle varılan anlaşmalarda “yapıcı belirsizlik” kavramı çok önemlidir. “Yapıcı belirsizlik”ten yararlanmak bilgi, beceri ve engin bir diplomatik yazım dili deneyimi gerektirir. İngilizler bu konuda, yani “gülerek ısırma” konusunda çok başarılıdırlar. 

“10 Elçi Krizi”nin sonlandırılması çalışmalarında, yapıcı belirsizliğin (constructive uncertainty) devrede olduğu anlaşılıyor. İmzacı elçilerin, “Diplomatik İlişkiler Hakkındaki Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne riayet etmeyi teyit ettiklerine” ilişkin mesajlarıyla kriz buzdolabına kaldırıldı, ama bu, konu bir daha önümüze gelmeyecek anlamına gelmiyor. 

Biden’ın, daha doğrusu ABD’nin Türkiye’yi güney sınırları boyunca kuşatacak bir terör devleti kurma hedefinden ve PKK/PYD’yi ordulaştırma çalışmalarından vazgeçmediği sürece bu ve benzer krizler yaşamamız kaçınılmaz olacaktır. Bu olasılığı asla unutmamamız, ABD’nin bu hevesine Rusya’nın, Yunanistan’ın, AB ve Ortadoğu ülkelerinin ne ölçüde destek verebileceklerini öngörebilmemiz gerekir.

 Küresel aktörler arasında yeni bir dünya düzeni kurma bağlamında yaşanmakta olan mücadele sürecinde, özellikle 15 Temmuz deneyimi sonrasında Türkiye, dış politikasında yaptığı değişikliklerle, savunma sanayii konusunda yaptığı atılımlarla, yalnızca bölgesel değil, küresel çapta yaşanan gelişmelerde de daha fazla dikkate alınması gereken bir ülke konumuna gelmişti. 

Ayrıca Türkiye, jeostratejik konumuyla, tarihi ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinlikle, hem enerji hatları hem de Yeni İpekyolu konusunda çok önemli bir kilit ülke konumuna gelmişti. Türkiye, bölgesel ya da küresel çapta hedefi olan ülkelerin kontrol altına almak ya da yanında görmek istediği bir ülke konumundaydı. 

Oyun kuran/oyun bozan her ülke gibi Türkiye de, hedef ülke konumundaydı. “10 Elçi Krizi”, Türkiye’nin, “Önce kendi çıkarlarım” diyerek bağımsız politika izlemeye başlamasının sonuçlarından biridir. O nedenle, krize şimdilik nokta değil, noktalı virgül konmuştur. 

“10 Elçi Krizi”, son tezkere oylamasında CHP’nin HDP ile birlikte oy kullanmasında olduğu gibi, her zaman gündemimizde olacaktır. 

TWEETLERLE TERCÜMELERİ NEDEN FARKLI?

İmzacı elçilerin attıkları tweetler, geri attıkları, krizin aşıldığı şeklinde değerlendirildi ve döviz fiyatları gerilemeye başladı. Krizin istenmeyen sonuçlar üretecek şekilde büyümesinin önü kesilmişti, ama tweetli barış sürecinde bir ‘mutlu son’dan söz etmeyi engelleyen bazı ayrıntılar vardı.

Bu gibi krizleri çözümleyen anlaşma metinlerinde kullanılan dil konusunda eğitim görmüş bazı dışilişkiler uzmanları, atılan tweetlerin İngilizcesi ile Türkçesi arasında dikkat çekici farklılar olduğunu belirtiyorlardı. Mesela Prof. Dr. Hasan Ünal, ABD Büyükelçisinin tweetlerinin Türkçesi ile İngilizcesi arasındaki farklılığı şöyle açıklıyordu: 

“Amerikan Büyükelçisi’nin Türkçe tweetinde, ‘ABD, 18 Ekim açıklamasına ilişkin bazı soruların yöneltilmesi vesilesiyle, diplomatik ilişkilerin Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne riayet etmeyi teyid eder’ deniyor, ama metnin İngilizcesi’nde ‘teyid eder’ ifadesi yok. İngilizce’sinde şöyle deniyor: ’18 Ekim tarihli açıklamaya ilişkin sorulara cevap olarak ABD, Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne uygun olarak hareket etmeyi sürdürmekte olduğunu not eder.’

 İki metin arasındaki farkı gördünüz mü? ABD burada aynen şöyle diyor: 

 ‘Ben 18 Ekim tarihli pozisyonumda duruyorum. 18 Ekim’de yaptığım açıklamanın, Viyana Sözleşmesi’nin 41. Maddesi’ne uygun olarak yapıldığı kanaatindeyim’. Yani,  ‘o tavrı sürdürüyorum’ diyor. Şimdi buradan bir geri adım, bir zafer, ‘karşı taraf havlu attı’ yorumu zor çıkar. Biz buna diplomatik ilişkilerde, İngilizce’de constructive uncertainty /yapıcı belirsizlik deriz. Bu bir yazım tekniğidir. Bu tekniği ben doktora yıllarımda İngilizlerin bir takım yazışmalarında görmüştüm. Örneğin, Annan Planı’na giden süreçte yazılan o metinle ve metinlerin kritik bölümleri tümüyle yapıcı belirsizlik yöntemiyle kaleme alınıyordu.” 

ABD Büyükelçisi, 25 Ekim günü, Türk tarafıyla mutabık kalınan bir ortak metni sosyal medyadan yayınlanması ve birlikte hareket ettikleri diğer 9 büyükelçinin de bu mesajı kendi sosyal medya hesaplarında paylaşmalarıyla kriz uykuya yatırılmış oluyordu. Yani, Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Dışişleri Bakanlığı’na imza sahibi 10 ülke büyükelçisini istenmeyen adam ilan etme talimatı vermesiyle büyüme eğilimine giren kriz, diplomaside constructive uncertainty /yapıcı belirsizlik denilen bir formülle aşılmış oluyordu. 

“YAPICI BEKLİRSİZLİK” TUZAKLARI HEP KULLANILMIŞTIR

Prof. Dr. Hasan Ünal’dan “yapıcı belisizlik” inceliklerini öğreniyoruz: 

 “Bu ‘yapıcı belirsizlik şu demek; Ben size bir mektup yazıyorum ve bir şey taahhüt ediyorum. Siz bana, ‘benim durumum şu, bunu dile getiren ve taahhütlerinizi açıkça ortaya koyan bir metin yazmalısınız bana’ diyorsunuz. 

Fakat ben o taahhütleri verme niyetinde değilim, ama öyle bir şey yazıyorum ki, siz o metni elinize aldığınızda, ‘buradaki taahhütler beni gösteriyor herhalde’ diye düşünüyorsunuz. Ama yarın bir tartışma söz konusu olduğunda ben, ‘Yoo, ben öyle bir şey yazmadım ki’ diyebiliyorum. 

1. Dünya Savaşı’nda İngiltere’nin aynı anda Suudilerle, aynı anda Mekke Şerifi Hüseyin ile aynı anda başkalarıyla yaptığı yazışmalarda kullandığı dil buydu; yapıcı belirsizlik..  Avrupa Birliği’nin Türkiye ile yaptığı yazışma ve anlaşmalarda kullandığı yöntem de farklı değil. 

(…) Bu gibi durumlarda kritik olan şey şudur; taraflar eğer uzlaşmak niyetindeyseler, soruna taraf olan devletlerin her biri, ‘Bir adım siz atın, bir adım biz atalım ve teknik olarak bu sorunun üstesinden gelelim’ dedilerse, iki tarafa da böyle talimat verildiyse, o zaman, profesyonellerin bir başarısıdır bu metin. 

Bunun ardından ne gelir? Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın Roma’daki görüşmesi.. Henüz teyid edilmedi Beyaz Saray tarafından, ama eğer olacaksa ve biz o görüşmede karşı tarafa önemli birşeyler söyleyecek ve onların da bu konularda ikna olacaklarını bekliyorsak ya da o görüşmede Biden bize önemli birşeyler verecek veya söyleyecekse ve iki taraf da bu sorun ortadan kalsın istiyorsa, o zaman bir yumuşama olur. Konu kapanır.”

 Prof. Hasan Ünal, “Bu durumda ne büyükelçiler gönderilir ne de başka bir şey olur, ama hoşa gitmeyecek bir gelişme söyliyeyim. Mesela Osman Kaval serbest bırakılır” diyerek, sonlandırıldı, rafa kaldırıldı sanılan “10 Elçi Krizi”nin yeniden gündemimize düşebileceğine dikkat çekiyor:

 “... Eğer Osman Kavala’nın tahliye edilmesi gerekiyorsa, davaya tutuksuz olarak devam edilmesi mümkünse, zaten bunlara izin verilmesi lazım. Bunların bu kadar uzatılmaması lazım, ama yargı, ’hayır böyle değil’ diyorsa, ona da bir şey diyeceğim yok benim. Ceza hukukçusu değilim, şimdi bundan sonra ne olacağına bakmak lazım.”. 

“…Bütün bu olup bitenlerden sonra Osman Kavala tahliye edilirse ki, hapiste olan bir kimseni tahliye edilmemesinden memnun olmamak için özel sebepler olması gerekir. Dışardan yargılanmasına çok aykırı bir durum yoksa, tutuksuz yargılanması hepimizin isteğidir. Fakat bundan sonra Türkiye’de yargının bağımsız olduğunu söylemek ve savunmak da çok zorlaşacaktır. 

İşin siyasi tarafına bakarsak, stratejik olarak bakarsak, karşımızda Türkiye’ye karşı bilenmiş bir Biden var. Osman Kavala konusunda geri adım attığımızda Selahattin Demirtaş gündeme gelecek; bu kadro bu şekilde üzerimize gelecek. Demirtaş yalnızca Demirtaş değil. Demirtaş konusu bir PKK meselesi olarak önümüze gelecek. Adam, ‘PKK’ya ilişkin politikalarını değiştir’ diyecek. ‘Kürtlere yönelik PKK’nın, HDP’nin Türkiye’deki Kürt kökenli insanların tek meşru temsilcisi olarak görülmesi sürecini yeniden başlatın’ diyecek. ‘PYD’ye karşı operasyon yapamazsın’ diyecek.

 Türkiye’nin Suriye’de PYD’ye karşı operasyon yapma hazırlığında olduğu bir dönemde bu olayların patlak vermesi sizce manidar değil mi? Adeta Türkiye’yi oraya operasyon yapmaktan geri çeken bir şey.” 

ABD Büyükelçisi’nin yayınladığı ve diğer 9 elçinin de kendi sosyal medya hesaplarında paylaşarak onayladıkları metnin İngilizce ve Türkçe metinleri arasındaki farklılık, bu gibi büyüme eğilimi yüksek krizlerin çözümünde ya da uyutulmasında kullanılan formülün yazımın kullanılan da kullanılan diplomasi dilinin esnekliğinden kaynaklanıyor. Raf ömürleri pek uzun olmayan bu formülün yeni bir uygulamasını izliyoruz. Sonuçlarını yaşayarak göreceğiz..