Kuzey Irak’ta bir Kürt Devleti kurma çabaları senelerdir sürüyordu. -Şimdilerde Kuzey-Doğu Suriye’de sürüyor.- Bu gayretler sonucu maddeten, fiilî olarak birçok şeyler gerçekleştirildi. Âdeta, beklenen bebek doğmuş, sadece henüz isim konmamıştı. Cümle tamam nokta eksikti. Her an noktalanması mümkündü. Ve mümkün de oldu.

     Bir kısım yazar-çizer takımı, bazı siyasîler bu gelişmeyi tabii karşılıyorlardı! Devlet ilânına karşı da, tepkisiz kalacaklarını belirtiyorlardı! Daha doğrusu devlet ilânını, normal bir doğum olarak görüyorlardı! Bunun sessizce karşılanması gereken bir gerçek olarak dile getiriyorlardı! Sınırlarımız dışında oluşmuş veya oluşacak gelişmelerin bizi ilgilendirmediği ve ilgilendirmemesi icap ettiği üzerinde duruyorlardı! Sınırlarımız ötesine müdahalenin ve karışmanın bir bataklığa saplanmak olacağını ileri sürüyorlardı!

     Görünüşte haklı gibi görünen bu tutum ve davranışlar (2003). Kurulacak sözde Kürt Devleti’ne onay verişler! Sessiz kalınması şeklindeki düşünceler! Aslında saf ve soyut düşünce mahsulleriydi. Muhakemeden uzak iyi niyet emareleriydi. Oysa muhakemeler, akıl yürütmeler ileriye yönelik olmalıydı. Kararlar günübirlik alınmamalıydı. Onlarca yıl sonrasına dikkatler çekilmeli. İyice düşünüp ona göre karar verilmeliydi. Hele dış politikada, geleceğe yönelik siyasetler güdülmeliydi.

     Olaylar dikkatle izlenmeli. Yarınları oturtacak zeminler şimdiden hazırlanmalı. Günü kurtarmanın ötesine geçirecek adımlar atılmalıydı. Çünkü asıl olan sele kapılmak değil. Asıl olan gidişata körü körüne uymak değil. Asıl olan akışı ve gidişatı tabii mecrasından ve doğal seyrinden taşırmamaktır. Asıl olan gerektiğinde yeni mecra ve gidişatı bizlerin tâyin ve tesbit edebilmesidir.

     Zira işin aslı, özü gerçekten böyle miydi? Ne yazık ki hakîkatler, hiç de göründüğü gibi basit değildi. Yapay devlet peşinde koşanlar iyi niyetli değildi. Sûreti haktan göründükleri gibi değildi. Kurulacak yapay devlet; bölgede filizlendiği takdirde; bölgede kendi kabuğu içinde kalacak cinsten ve kendi yağıyla kavrulacak çeşitten değildi. Çünkü kurulacak devleti Kürtler kurmuyor. Kurulacak devlet örtülü olarak İsrail ve ABD tarafından kurduruluyordu. Sözde kukla bir devlet olarak meydana getiriliyor. Sun’î ve yapay olarak ortaya çıkarılıyordu.

     Aslında Türk’ün, Arab’ın, Fars’ın ve Kürd’ün arasına saatli bir bomba yerleştirilmek isteniyordu. Hepsi de müslüman olan bu milletleri, istedikleri an kapıştırmak için kurduruluyordu. Ortadoğu petrollerinin başında rahat oturmak ve Ortadoğuyu keyiflerince sömürmek için kurduruluyordu bu sözde, yapay Kürt devleti. Özellikle İsrail için -çünkü 1950’den beri bu işin peşinde- kurdurulmak isteniyordu bu kukla devlet. Yine başta İsrail olmak üzere ABD ve İngiltere tarafından GAP’a el koymak, Dicle-Fırat havzalarına sahip olmak için kurdurulmak isteniyordu bu sözde devlet.

     Halbuki Kürtler müslümandır. Türklerin de, Arapların da, Farsların da kardeşidir. Asırlarca bu topraklarda kardeşçe yaşamışlardır. Şimdiye kadar Batı’nın kışkırtmalarına rağmen ne Türk’ün Kürt’le, ne Arab’ın Kürt’le, ne de Fars’ın Kürt’le bir meselesi, bir sorunu olmamıştır. Kürtler Türkiye’de, Irak’da, Suriye’de ve İran’da kendi örf ve an’aneleriyle yaşayıp durmuşlardır. Çünkü müslümandırlar. Müslümanlar ise kardeşdir. Bu devletler içinde halledilmesi gereken bazı sorunları vardır. Bazı müşkilleri mevcuttur.

     Bunların düzelmesi için meşru yollardan, hukuk çerçevesinde kanunî bir şekilde, yoğun bir çaba göstermeleri en tabii haklarıdır. Ki zamanla bunların düzeleceği muhakkaktır. Fakat bunun için silâha sarılmak, kan dökmek yanlıştır. Çünkü hiçbir müslüman ülkesinde, halk birbirine karşı kılıca sarılamaz, birbirine silâh çekemez. Zira yurt içinde hak-hukuk silâhla çözülmez. Kılıç ancak harice, dış düşmana karşı çekilir. Yurt içinde hukukî, mânevî bir mücadele yapılır. Aksi takdirde büyük zulüm olur. Masumlar zarar görür. Yaşın yanında kuru da yanar. Velhasıl haklar çiğnenerek hak aranmaz, aranmamalı. Büyük bir vebaldir. İsabet de edilse yine vebaldir. Yine büyük bir günahtır. 

     Kaldı ki, kurulacak devlet “Güney” olarak vasfedilmekte. Bunun bir de “Kuzey”i var denilmek istenmektedir. Kuzeyden kasıt ise Türkiye’nin Güneydoğu ve Doğu Anadolu bölgeleridir. Ankara’nın doğusundan Artvine  kadar, Ankara’nın güneyinden ta İskenderun’a değin, ta doğu sınırına kadar, geniş bir bölgede hak iddia edilmektedir.