İletişim teknolojisindeki gelişmeler, zamanın akış hızını etkiliyor gibi izlenim yaratıyor.  

Eskiden bir olayın, bir günahın yada sevabın olası sonuçlarını görebilmek için, uzun bir zaman diliminin sonsuza akıp gitmesini beklemek gerekirdi. Ulaşım ve iletişim olanaklarının günümüzdeki kadar gelişmediği zamanlarda, gözden ırak bir coğrafyadaki olan biteni öğrenebilmek için geçmesi gereken zaman dilimi uzaklıkla doğru orantılı olarak uzandı.  

Günümüzde, teknolojik gelişmeler sonucu, zamanın akış hızı oldukça hızlandı. Bizden çok uzaklardaki bir gelişmenin olumlu ya da olumsuz sonuçlarını, eskiye oranla, çok daha bir zaman sonra öğrenebiliyoruz.  

Bu fantastik girişle sözü Kıbrıs konusuna getirmek istiyoruz.  

Kıbrıs konusunda izlenen politikayla varılan sonucun bir "zafer" mi, yoksa, "satış" da denilebilecek bir "yenilgi" mi olduğu kısa zamanda ortaya çıkıverdi.  

İktidara geldikleri günden beri, Kıbrıs konusunda, "Çözümsüzlük çözüm değildir" sloganı ile yola çıkanlar, referandum öncesinde Kıbrıs Türkü'nün beynini AB masalıyla yıkayıp "evet" dedirtenler, bugünlerde "susma haklarını" kullanıyorlar. Çünkü, yaptıkları kısa açıklamaları gelişmeler hep yalanlıyor.  

Rumların "hayır" demesine karşın, Türk kesiminin "evet" demesiyle uluslararası arenada büyük saygınlık kazandığımızı, 1-0 öne geçtiğimizi, önümüzün açıldığını hatta KKTC'nin tanınmayı hakettiğini söyleyenler, bugün "üç maymunu" oynuyorlar.  

BİZE STATÜKOCU DİYENLER...  

Çözüm üretici politikacılarımız ve "ver-kurtul"cu medya, "Kıbrıs konusunda görüşmeler Londra ve Zürih anlaşmaları temeline oturtulmalı ve bir adım daha ileri gidip KKTC'nin bağımsızlığı sağlanmalıdır" diyen bizleri statükocu, angut, dinazor olarak tanımlayanların gündeminde Kıbrıs artık ön sıralarda değil.  

Küreselleşme adına, kimliğini, kişiliğini ve millet olma bilincini yitirenler, Euro ve Dolar cinsinden aldıkları "aferin" karşılığında Kıbrıs Türkü'ne "evet" dedirtmek için çırpınanlar, 1-0 öne geçeceğimizi savunanlar Alvaro De Soto'nun açıklamaları karşısında ne düşündüklerini açıkça söyleyebilirler mi?  

Kıbrıs Türkü'nü yanıltanları Alvaro De Soto'nun açıklamaları doğrultusunda, tarih önünde bir kere daha mahkum ediyor ve kendilerini savunma yapmaya davet ediyoruz.  

Başbakan Erdoğan, İstanbul Sanayi Odası'nda (İSO) yaptığı konuşmada, 14-16 Haziran'da İstanbul'da yapılacak İslam Konferansı Örgütü (İkâ) Dışişleri Bakanları Ziresi'nde, KKTC için ilk kez "toplum" yerine "Kıbrıs Türk Devleti" ifadesinin kullanılacağı müjdesini verdi. (05.06.2004)  

Yıllar yılı, yeni Bosna'ların, Kosova'ların yaşanmaması için, Kıbrıs Türkü'nün ayrı bir coğrafyada, kendi bayrağı altında yaşaması gerektiğini savunan bizler için çok sevindirici bir gelişme.  

Ama sevinemiyoruz!  

Sevincimizi gölgeleyen çok ciddi gelişmeler ve açıklamalar Başbakan Erdoğan'ın söyledikleriyle örtüşmüyor.  

Yüreğimizi daraltan sorulara yanıt bulamıyoruz.  

ABD'nin zirveye katılacak Müslüman ülkelere mektuplar göndererek yaptığı "KKTC'ye kesinlikle tanımayın" çağrısı ne anlama geliyor?  

Ömürünü Kıbrıs Türkü'nün bağımsızlığı için harcamış olan Denktaş, İKÖ'nün İstanbul zirvesinde "Kıbrıs Türk Devleti" olarak tanımlanacak imajına niçin sevinemiyor!  

ALVARO DE SOTO'NUN ALAYCI AÇIKLAMALARI  

Acaba, yukardaki soruların yanıtı, BM Genel Sekreteri Kofi Annan'ın Kıbrıs Özel Temsilcisi Alvaro De Soto'nun açıklamalarında mı gizli?  

Alvaro De Soto, BM Güvenlik Konseyi'ne Kıbrıs konusunda verdiği brifingde, "KKTC halkı Annan Planı'na 'evet' demekle egemenliklerinden vazgeçtiler" dedi.  

İKÖ Zirvesi'nde KKTC'nin "toplum" değil, "Türk Devleti" olarak anılacağını müjdeleyenler, De Soto'nun bu sözlerine ne buyuracaklar acaba?  

Hani, "Türk kesimi 'evet' demekle çok büyük kazanımlar elde etmişti"?  

Hani, "Rum tarafının yüzde 78 oranda 'hayır" demesinden sonra KKTC'nin tanınacağı kaçınılmaz" olacaktı?  

Bakın Alvaro De Soto bu masalları söyleyenlerle nasıl dalga geçiyor?  

"1999'dan bu yana yürütülen çabaların amacı, halkların kararıyla bir çözüm sağlamaktı. Bu konuda karar verildi ve herkes buna saygı göstermeli."  

De Soto altın vuruşunu şöyle yapıyor, kulaklara küpe olsun:  

"Türkler'in Annan Planına evet demeleri, KIBRIS SORUNUNA ÇÖZÜM İÇİN BİR İYİ NİYET İFADESİNDEN ÖTE BİR DURUMDUR, KIBRIS TÜRKLER AYRI, EGEMEN BİR DEVLET OLMA ARAYIŞINDAN AÇIKÇA VAZGEÇMİŞLERDİR."  

Referandum öncesinde, Kıbrıs Türkü'ne Annan Planı'na "evet" demeleri konusunda "telkinlerde" bulunan, bağımsızlığı savunan KKTC Cumhurbaşkanı'nı Meclis'te bile dinlemeye tahammül gösteremeyen Başbakan Erdoğan, şimdi, KKTC'nin İKÖ Zirvesinde "Devlet" olarak anılacağı müjdesini veriyor, ama ABD'nin, Müslüman ülkelere, el altından gönderdiği "tanımayın" baskısından sözetmiyor.  

Sizce, yürek burkan bir çelişkiler yumağı değil mi?  

Asıl önemlisi...  

New York'ta yapılan müzakereler öncesinde, "Kıbrıs konusunda, toplumların anlaşamadığı konularda, boşlukların Annan tarafından doldurulmasını "peşin peşin kabul etmekle, yalnızca KKTC'nin mi bağımsızlığından vazgeçmiş olduk?  

Asıl sorulması gereken soru bu değil mi?  

 

KÜPE: Biz, kendimiz için değil, vatanımız için doğduk.  

CİCERO