3 Kasım 1996 günü Susurluk’ta meydana gelen trafik kazasında DYP’li Sedat Bucak yaralanırken, polis şefi Hüseyin Kocadağ, ülkücü Abdullah Çatlı ve Gonca Us’un hayatlarını kaybetmesiyle (Yeni Şafak, 15 Ocak 1997’den naklen: Haftaya Bakış, 10 - 17 Ocak 1997, s: 37, s. 46) haftalardır devlet -maalesef- çeteye benzetilerek hallaç pamuğu gibi atılmaya başladı.

     Hemen ertesi günü basın, çetenin adını koymuştu bile: “Polis - Mafya - Politikacı Çetesi!” (Bilâl Çetin, Yeni Yüzyıl, 10 Ocak 1997’den naklen: a.g.dergi, s. 5) o kadar çok yaygara koparıldı ki, Çete-Mafya-Devlet ilişkilerini masaya yatırmak üzere Cumhurbaşkanlığının dâveti ile Çankaya’da gerçekleştirilen liderler zirvesine (Said Yılmaz, Selâm, 3 Ocak 1997’den naklen: Haftaya Bakış, 3 - 10 Ocak 1997, Sayı : 36, s. 13) lüzum hâsıl oldu!

     Aslında Susurluk kazası bahane edilerek, bir bardak suda fırtınalar kopartılıyor! Maksat, üzüm yemek değil, bağcıyı dövmek olduğu her hâlinden belli oluyordu. Beyler, biz bu devleti yolda bulmadık! Kişilerden kaynaklanan bazı tasvip edilmeyen, üzücü mes’eleler olsa bile, yara kendi kendini kapattığı gibi, bu mes’ele de, zamanla kanunî yollardan hükümetçe yapılacak müdahalelerle kendisini tedavi eder.

     Ne demişler: Kol kırılır yen içinde. Mal bulmuş mağribi gibi, iç odaklar, devleti ta kalbinden vurmanın yoğun faaliyet ve hesabı içindeler. Bilhassa dış tehditlerin had safhada olduğu bir zamanda, iç tehditler oluşturmak, devleti halk nezdinde küçük düşürmek, milletin devletle daha çok kenetleşmesinin gerektiği bir sırada, kimileri gaflet, dalâlet hattâ hıyanet içindeler.

     İş o hâle geldi ki, sanki Türkiye’de bütün kötülüklerin başı devlet! Şüphesiz gördükleri doğrudur, fakat hakîkat değildir. Çünkü bir şeyin varlığını bilmek, mâhiyetini / içyüzünü de bilmeyi gerektirmez! Bazan görüntü yanıltıcı olur. Tıpkı suya daldırılan sopanın kırık görülmesi gibi. Nitekim baş gözünün bu yanılgısını, ilim gözü düzeltir. Demek sadece görmek, tam bir biliş sağlamıyor.

     Gözü ağrıdığı için, kendisinden çare soran birine Nasrettin Hoca’nın: “Geçende dişim ağrımıştı, çekip çıkardım. Sen de öyle yap, kurtul!” diye öğüt vermesi, yani “Sakın böyle yapma!” demek istemesinin aksine, bazı aydınların, kişisel suçlar yüzünden, kurumları suçlar olması çok yanlış. Halbuki devlet biraz da sır demektir. Bazen ser verilir sır verilmez. İşte devlet mefhumu da bu kategoriye girer.

     Nitekim Fâtih Sultan Mehmed’in harbe giderken asıl maksadını gizlemeye çok ehemmiyet vermesi. Ordu ile Karadeniz tarafına yollanırken de Cenevizliler’in elinde bulunan Amasra üzerine mi, İsfendiyar oğullarının devletine son vermek için mi gittiğinin bilinmemesi. Bunu ordu kadılarından biri sorunca da, Fâtih’in ona hiddetle: “Eğer sakalımın kıllarından biri ne yapmak istediğimi bilseydi, onu hemen koparır, yakardım!” (Kadircan Kaflı, Osmanlı Devrinde Tarihî Fıkralar’dan naklen: Dr. A. Süheyl Ünver, Fatih Devri Fıkraları, İstanbul - (Tarihsiz) s. 36 - 37) diye cevaplaması, hep bu sırra binaendir.

     Dünyanın hiçbir yerinde -Türkiye dışında- kendi aydını, kendi devletine, bu kadar düşman olması gibi bir durumla, asla karşılaşılmaz!

     İngilizler’in “Özgürlük Simgesi” olarak gördükleri ve Londra’nın batısında, en büyük kraliyet parkı olan Hyde Park’ın  -Pazar günlerine mahsus- Speakers Corner / Hatipler Köşesi’nde Kraliçe’ye yani onun şahsında devlete hakaretten başka her türlü konuşma serbesttir. (Yeni Rehber Ansiklopedisi, c. 9 Hyde Park Maddesi, İstanbul - 1993 s. 204)

     Yanlış hatırlamıyorsam, İngiltere’de beş yıl kalan Prof. Dr. Ahmet Uğur, bir makalesinde, işte bu parkta İngiltere aleyhinde konuşacak kimsenin -kim olursa olsun- derhal hudut dışı edileceğinden bahseder.

     Aslında “Devlet” mefhumunun kutsallığı ve dokunulmazlığı Osmanlı Türkleri’nde had safhada olup, bunun küçük bir nümunesi, millî şairimiz Yahya Kemal’e annesinin verdiği şu hayat-bahş öğütte ifadesini bulur: “Oğlum der, dünyada iki insanı sev. Peygamber Efendimizi, bir de Sultan Murad Efendimizi (yani onun şahsında devleti) sev.” (Ahmet Kabaklı, Sohbetler II, İstanbul - (Tarihsiz) s. 135)

     Evet devleti tanıyan onu sever; onu seven ona itaat eder; ona itaat eden, her an onunla olur. Onunla olanlar müjdelenmişlerden sayılır. Velhâsıl devlet sevgisi kalbine yerleşen hiçbir şeyden etkilenmez.

     Ne diyelim; Allah devlete, millete zeval vermesin.

     Nitekim biz de: Ya devlet başa. Ya devlet başa diyoruz vesselâm.