10 Mayıs 2015 Pazar günü, güvenlik kameralarının tespitlerine göre, 20:47 sularında, İstanbul-Zeytinburnu’nda, elîm bir trafik kazasına ma’ruz kaldım. Bu trafik kazası, öyle bildiğiniz gibi trafikte seyir halindeyken veya duruyorken meydana gelmedi. Yukarıda ifâde ettiğim gibi, 10 Mayıs günü, akraba’mızdan birisinin, Zeytinburnu Öğretmenevi’nde velime (düğün) merasimi yapılacaktı. Biz de, da’vetli’ler arasındaydık. Ma’kul bir zaman öncesinden Erenköyü’ndeki evimizden çıktık. O gün Anneler Günü’ydü. İstanbul trafiği her yöne kilitlenmiş durumdaydı. Harem’den feribotla karşıya geçmeye karar verdik, İskele’de uzun bir vakit bekledikten sonra sıra bize geldi ve karşıya geçtik. Sirkeci Sahil Yolunda kesif bir trafik vardı. Yolun muhtelif yerlerindeki kazılar dolayısıyla yol, yer yer, iki şeride, yer yer de tek şeride düşürülmüştü. Anneler Günü trafiğini de eklerseniz, adım adım değil, santim santim ilerliyorduk. Bir taraftan trafik, diğer taraftan yaz başlangıcı sıcağı fena halde bunaltıcı idi. Düğün saati 19:30 olmasına rağmen, biz Zeytinburnu Öğretmen Evi’ne ulaştığımızda saat takribî, 20:30’u bulmuştu. Öğretmen Evi’nin yakınlarında park yeri yoktu. Yakın sokaklarda da park yeri bulmak imkânsızdı. Öğretmen Evi’nin arka bölümünde, Zeytinburnu Belediyesi Aşevi’nin yemek dağıtım yerinde müsait park yeri bulunduğu, aracımızın da Basın Plâkası bulunduğu halde, vazifeliler oraya da park etmemize izin vermediler. En yakın otopark yaklaşık 1 km. ötede, Zeytinburnu Belediyesi, Kültür Merkezi’nin altındaki İSPARK’a ait, otopark idi. Refikamı Öğretmen Evi’nin yanında bıraktım otopark’a gitmek üzere hareket ettim. Yeraltı otoparkı’na giriş yaptım. Girişteki bariyer’in açılması için parkmatik’ten bilet alınması gerekiyordu, araba’nın üzerinden kolum yetişmedi, araba’dan indim, parkmatik’ten bileti aldım, araba’ya bindiğimi iyice hatırlıyorum. Fakat ondan sonrası tamamen benim için flu... Zannediyorum, o anda, geçici bir şuur kaybıyla karşı karşıya kalmış olmalıyım. Araba’yı çalıştırıp-çalıştırmadığımı, el frenini çekip-çekmediğimi, kısaca, o andan sonrayı hiç hatırlamıyorum. Otopark’ın girişinde bulunan Güvenlik Kamera’larının tespitlerine göre, otomobil çok büyük bir hızla otopark’ın ana sütün’larından birisine şiddetli bir şekilde çarpıyor, ön taraftaki çarpışmanın şiddetinden, otomobil’in arka bölümü de yaklaşık iki metre kadar yükseliyor ve büyük bir hızla yere, zemine vuruyor. Hundai İ.X 35’in çarpma neticesi önü hurdahuş, motoru yere düşüyor. Kısacası, sigortacıların dilinde “Pert” trafikten çekilmiş, tamamen hurdaya ayrılmış durumda...
Önden ve arkadan hurdahuş olan bu aracın içindeydim. Normal hayatta, çok kısa mesâfelerde bile emniyet kemerini takan birisi olarak, sadece otopark içinde park edeceğim yere kadar gideceğimi düşünerek emniyet kemerini takmamıştım. Şuurum kapalı olduğu için olan bitenden bîhaberdim. İlk müdahale’yi otopark vazifeli’leri yapıyorlar. Yangın çıkması ihtimaline karşı yangın söndürme tüpleri ve su hortumlarıyla müdahale edip, hurdahuş olmuş araba’nın içinden beni zor da olsa çıkarıyorlar... Ve... Hiç vakit kaybetmeden, 112 Acil’i arıyorlar. Sağlık Bakanlığı 112 Acil’den gelen ekip sür’atle beni alıp kendilerince en yakın mesafedeki tam teşekküllü bir Devlet Hastahane’sine, İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahane’si Acil Bölümü’ne götürüyorlar.
112 Acil Hızır Servisler için burada bir parantez açmak isterim. Şöyle ki, ba’zı mev’ize kitaplarında, hadis olarak zikredilen ve fakat benim sahih hadis kitaplarında bulamadığım bir kelâm vardır. “İnsan’ların en hayırlısı öyle bir adam ki, atı’nın üzengisinden tutmuş bekliyor. Her ne zaman ki, bir yerden bir ses, bir çığlık duyarsa oraya uçuyor.” Ben bu mübârek kelamı 112 Hızır Acil Servis mensupları için uyarlıyorum. Telefon’un, telsizin başında bekliyorlar nereden bir ses ve çığlık gelirse uçarcasına çığlığın geldiği istikâmete gidiyorlar. Filhakîka, Sağlık Bakanlığımızın uçan, jet ve helikopter ambulans uçakları da var, her türlü kış şartlarında yürüyebilen paletli kar ambulansları da mevcuttur. Yukarıda meâlini zikrettiğim Kelâm gerçekten hadis ise, Peygamber’imiz, uçan jet ve helikopter ambulansları, mu’cize olarak haber vermiş oluyor...
Öncelikle, 10 Mayıs 2015 Pazar günü, saat 20:47’de İSPARK’ın, Zeytinburnu Belediyesi Kültür Merkezi’nin altındaki otopark’ında, vazifeli otopark vazifelisi isimsiz kahramanlarına, 112 Acil Servisle beni hastahane’ye götüren Hızır Acil Servisi görevli’lerine sonsuz teşekkür...
Otopark vazifelilerinden birisi benim cep telefonumdan eşimi arayarak, “Hanımefendi, Mustafa Bey hafifi bir trafik kazası geçirdi, hafif sıyrıklar var, kendisini hastahane’ye gönderdik,” diyor. Düğün, eşim tarafından akraba’mızdan olduğu için, Kâim-i Birader’lerim, eşleri ve çocuklarıyla, baldızlarım eşleri ve çocukları hemen hemen hepsi, düğünün da’vetlileri arasında bulunuyor.
Eşim, çok kısa bir tereddüt ve hayretten sonra, “Eğer, eşim hafifi bir trafik kazası geçirmiş, hafif sıyrıklarla atlatmış olsaydı, kendisi telefon eder bizi haberdar ederdi,” Kâim-i Biraderlerim, eşleri ve çocuklarıyla baldızlarım-bacanaklarım ve çocukları arabalara doluşup, en yakın hastahane’den başlayarak, Devlete ait veya özel sektöre ait olduğuna bakmaksızın, bütün hastahane’lerin Acil Servislerinde beni aramaya koyuluyorlar. Bir taraftan deneme-yanılma usulü ile yakın akraba’larım İstanbul Üniversitesi, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahanesi Acil Servisine ulaşırken, diğer taraftan, Hastahane’ye götürüldüğümde, kaburga kemiklerinin çoğu kırık olduğu için nefes almakta çok zorlandığım için şuur’um kapalı olduğu halde, “Ne olursunuz, nefes alamıyorum, oğlum Ahmed’i bir arayın, bir şekilde o bir çâre bulur,” demişim. Bunun üzerine, benim cep telefonum’dan Oğlum Ahmed’i arıyorlar. Oğlum, İstanbul dışında idi. Telefon edildiğinde, İstanbul’a yeni ulaşmıştı. Şaşkınlık içinde çok yakın bir-iki arkadaşını haberdar ederek hastahaneye koşuşturuyor. Kazayı haber alır-almaz, Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahane’si Acil Servisine koşanlar, ailemin dışında, Kâim-i Biraderim, Mustafa-Ayten Hayıroğlu, oğulları Tuna ve Ahmed Ali, Kâim-i Birâderim, İbrahim Hayıroğlu-Asuman Hayıroğlu, oğlu Halil, kızı Hilâl-Halil Yeşil, Baldızım, Firdevs-Mustafa Aksu, kızları, Feyza-Cemal Karataş, Büşra-Mustafa Civelek, Sena-Ka’an Gürcüoğlu, Necmeddin-Fatma Biberoğlu, Emine-Abdülmecîd Tan, oğulları Emirhân, kızları, Azrâ ve Sûde’ye sonsuz teşekkürler...
Kaza haber’ini alan oğlum, devamlı temas halinde olduğu yakın arkadaş’ları, Umut Yiğitgiray ve oto tamir ve bakım servisi sahibi, Eyüp Işıldak’ı durum’dan haberdar etmiş organizatör Umut Yiğitgiray motor’una, Eyüp Işıldak usta araba’sına atladığı gibi hastahane’ye koşuşturmuşlar, gece’nin geç saatlerine kadar her türlü hizmete amâde olarak beklemişler. Burada, Umut Yiğitgiray ve Eyüp Işıldak kardeşlerime sonsuz şükranlarımı sunarım. Kendileri, arkadaşlığın kardeşlikten de öte bir şey olduğunu ispat etmişlerdir.
Cerrahpaşa Tıp Fakültesi Hastahâne’si Acil Servisinde yapılan ilk tetkiklerde, kaza’nın te’siriyle vücudumdaki tahribat ortaya çıkmaya başlamış, bu arada oksijen verilmiş olmasına rağmen, nefes alıp-vermekte güçlük çektiğim için yakınlarım, özellikle Bacanağım Necmeddin Biberoğlu’nun ısrarıyla, Sağlık Bakanlığı Yedikule Göğüs Hastalıkları Hastahane’sine götürülmüşüm. Orada da ba’zı tetkikler yapılmış, buradaki Acil Servis hekimleri, “biz burada, sâdece Göğüs Cerrâhisi bakımından müdâhale edebiliriz. Oysa ki, hastamızın genel durumu Ortopedist’leri ve Genel Cerrâhî’yi alakadar etmektedir. Bu hususlarda bizim herhangi bir müdâhale şansımız yoktur. En iyisi, siz yine tam teşekküllü Cerrahpaşa’ya götürünüz,” diyorlar.
Geceyi, verilen takviyeli oksijen’e rağmen, zaman zaman, hiç nefes alamaz durumlara düşerek çok ağır klinik şartlarda, Cerrahpaşa Acil Servisi’nin yoğun bakım bölümünde geçiriyorum. Sonradan bana ifâde edildiğine göre, orası tam bir yolgeçen hanı gibi, trafik kazalarına ma’ruz kalanlar, kalp krizi geçirenler, beyin kanaması geçirenler, feryâd-ü figân gırla...
Acil Servis içerisinde fazla kimseler bulunamayacağı için, sadece, Oğlum Ahmed başucum’da kalmış diğerleri büyük bir endişe ve hüzünle Acil Servisi terk etmişler...
(Devam edecek...)