Hicrî birinci asır’dan i’tibaren, İslâm Vakıfları, İslâm’la birlikte, İslâm’ın fethettiği, İslâm’la müşerref olan coğrafyalarda yayıldı. Emevî, Abbâsî, Selçuklu ve Devlet-i Aliyye-i Osmânîyye’de, Vakıf Medeniyeti’nin şaheserleri görülmeye başlandı. 
Emevî ve Abbâsî’lerde, öncelik, Harameyn-i Şerife’lere olmak üzere, büyük içtimâî vakıflar kuruldu. 
Ka’be’ye Mekke-i Mükerreme’ye, çok uzaklar’dan su getirilmesi, Bağdat’dan Mekke-i Mükerreme’ye kadar, bir yaya yolu yapılması ve halat çekilmesi gibi günümüz imkân ve şartlarıyla bile gerçekleştirilmesi zor işleri yine vâkıf ve vâkıfe’ler gerçekleştirmişlerdir. 
Mekke’ye, Arafat’a çok uzak mıntıkalardan su getirilmesi, Bağdat’dan Mekke’ye bir yaya yolu yapılması ve halat çekilmesi, Abbâsî Halifesi Hârun-u Reşid’in refikalarından, Zübeyde Hanım’ın vakfiyesidir. 
Bu Merhûme-Muhterem’e, büyük İslâm kadınlarından, Zübeyde Hanım, “Hiç kimsenin yardımına, delâletine ihtiyaç duymadan, herhangi bir ama kişi, tek başına, Bağdat’dan Mekke’ye kadar gidip Hacc farizasını eda edebilmelidir, bunun için Bağdat-Mekke arası bir yaya yolu yapılmalı, yol boyu menziller’de (duraklar’da) Hac yolcularının yatıp-kalkacakları, dinlenecekleri misafirhâneler açılmalı, yolcuların iâşe ve ibâdetleri için her türlü imkân sağlanmalı ve elbette hac yolcularının emniyet’lerinin te’mini bakımından da, belli aralıklarla zâviyeler, (karakollar) inşa edilmelidir. Yol boyunca ama’ların yollarını ta’kip edebilmeleri için Bağdat’dan-Mekke’ye bir halat çekilmelidir,” diye vakfetmiş, bütün masraflarını şahsî servetinden karşılamıştır. 
Aynı örnekleri Selçuklu-Anadolu Selçuklu Devletimizde de görüyoruz. 
Venedik’ten başlayıp, Pekin’de biten, Tarihî İpek Yolunun, Selçuklu Anadolu Devleti hudutları içinde kalan coğrafya’da, her bir menzile- menzil, normal şartlarda at ve deve ile dinlenerek, sabah’tan-akşama ulaşılabilinen mesâfedir- tam teşekküllü, yolcuların ve binek hayvanlarının her türlü ihtiyaçlarını karşılayabilmek donanımlı han’lar, kervansaraylar yaptırılmıştı. 
Beher üç menzil arasında Dâruş-Şifâ, kervanların tam bir emniyette seyahat etmelerini te’min zımnında, beher üç menzil arasına, birer de, zâviye bulunurdu. Her han’da birer mescid’in bulunması gâyet tabi’î’dir... 
Birer Atasözü, deyimler haline gelen, “Her yorulanın yoruldum, dediği yere han yapılmaz.”, “Misafirlik üç gündür”, bu deyimler, bu muhteşem medeniyetimizin gök kubbe’de kalan birer hoş seda’sıdır.
Şöyle ki; Her menzildeki han’lar’da, ikâmet süresi üç gün’dür. Üç gün zarfında misâfirlerin ve binek hayvanlarının bütün ihtiyaç’ları Vakıf İdaresi tarafından karşılanırdı. Üç gün dolduğu halde, ikâmete devam eden yolculara, “Niçin kaldığı sorulur, sefere devam etmemeniz, bir rahatsızlık sebebiyleyse, idaremiz, sizi, en yakın Dâruş-Şifâ’ya götürecek, muayene ve tedavinizi yaptıracaktır. Hekimler ne müddet istirahat tavsiye ederlerse bu müddet zarfında vakfımız size hizmete devam edecektir. At ve develeriniz telef olmuşsa, size uygun bir binek hayvanı verilecektir, yolunuza devam edebilirsiniz.
Aksi halde, misâfirliğiniz, hanımızda kalma süreniz, üç gündür. Keyfî olarak hanımızda kalmak arzusundaysanız, istediğiniz sürece kalabilirsiniz, fakat normal ta’rife’den ücretini ödemeniz şartıyla istediğiniz vakte kadar kalabilirsiniz,” denilirdi. 
Hasta olanlar, binek hayvanları hasta olanlar, derhal Dâruş-Şifâ’lara veya baytarlara sevk edilir, şifa’larına kavuşuncaya kadar kendilerine vakıf idareleri bakardı. 
Şöyle bir faraziye’de bulunalım. Yediyüz, sekizyüz öncesinin vakıf anlayışını günümüze aktaralım. Günümüz imkân’larıyla neler yapılabilinir, bir düşünelim! 
Şehir’ler arası yollar’da, belli mesâfelerde, sadece Allah’ın rızasını murad ederek, “Hasbeten Li’llâh! Kurulmuş çok güçlü, (mâlî olarak) vakıf’ların te’sis ettirdiği, yolcuların bütün ihtiyaçlarına cevap veren, modern dinlenme te’sislerinde, mola veriyorsunuz, yiyor, içiyor, konforlu yataklarda bir müddet, dilerseniz bir gece istirahat ediyorsunuz, yolunuza koyulduğunuzda, vakfın te’sis’in yetkilileri size, “Efendim, bir sonraki te’sislere kadar yetecek miktar’da akaryakıtı te’sisimizden, meccânî olarak, vakfımızın bir hizmeti olarak doldurabilirsiniz,” diyorlar. 
Böylesine bir hayat, bu dünya’da iken cenneti yaşamaktır. 
Ecdadımızın sâhip olduğu, sonraki nesillerin mahrum kaldığı ni’metlerin azametine bir bakar mısınız? 
Günümüzde Müslüman’lar, dünya’ya, dünya malına olan sevgilerinin sadece kırıntıları kadar, Allah rızasını, âhireti düşünseydiler, tarihte ecdadımızın yaşadıklarını bizim neslimiz niye yaşamasın!?
Vakıf Müessesesi, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde daha da rafine bir hale gelmiş, günümüzde dahî, devletimizin millî gelirinin büyük bir bölümünü ayırmak mecbûriyetinde kaldığı, eğitim, sağlık ve imar (bayındırlık) toplumun ihtiyaç duyduğu tüm alt ve üst yapı, yollar, köprüler, ibâdethâneler sağlık-temizlik te’sisleri, hattâ aile’lerin konut ihtiyaçları da dâhil, vakıflar eliyle ve ma’rifetiyle yapılıyordu. 
Doğuda, Batıda, Cenub’ta ve Şimâl’de bütün İslâm coğrafyasında, günümüzde tek-tük emsâline rastlanan şaheser’ler hepsi birer vakıf eseridir. 
Cumhuriyet’e gidilirken, İstanbul’un tüm arsa, arâzi ve yapılarının %75 İslâm Vakıflarına, %20’si azınlık vakıflarına, %5’de mîrî arazî ve arsalarının kurum ve kişilere tahsisli durumdaydı. 
- Pâdişah Vakfı Külliye’ler, Vâlide Sultanlar vakfiyesi Külliyeler, Vezir ve Paşa Külliye’leri vakıfları yanında, nîce isimsiz kahramanların mütevâzî vakıfları... 
Evinden çıkışında, refikasının şu veya bu siparişlerini almayıp, siparişler için harcanması gereken küçücük bedelleri, bir kumbara’da biriktirip, “Hanım, Sanki Yedik,” diyerek ömür boyu bu tarz’da, kuruş kuruş, biriktirilen para ile İstanbul, Fatih’te bir cami yaptırır. Hâlen İstanbul’da, “Sanki Yedik” Cami’i Şerifi ibâdete açık olup, büyük bir kadirşinaslık gösterilerek, Fatih’teki “Sanki Yedik” Cami’i’nin bulundu mahalleye de, “Sanki Yedik Mahallesi” adı verilmiştir. 
Yine İstanbul’da Samatya civarında “Etyemez Cami’i” vardır ki, bu zât’da ömür boyu canları ne zaman et çekerse eti almayıp, et için hazırladığı, kuruş, kuruş paraları biriktirmiş bir cami yaptırmış, cami’i’n adını “Etyemez Cami’i” koymuşlar. Samatya’da, İstanbul Eğitim ve Araştırma Hastahanesi’nin yakınlarında bulunan, Etyemez Cami’i hâlen ibâdete açık olup Cami’i’n önündeki otobüs durağının adı da, “Etyemez”dir. 
Ansiklopedilere sığmayacak kadar emsâli vardır; Borçlu olup icrâ’ya düşmüş kimselerin bu borçlarından kurtarılması için, fakir ailelerin kızlarının çeyizlerinin dürülmesi için, kanadı kırılmış leylek’lerin, yaralı kuşların ve yaban hayvanlarının yaralarının sarılması ve tedâvileri için vakıflar kurulmuştur. 
Zarîfe Vâlide Sultanlar, vakfettikleri eser’lerin, külliye’lerin vakfiye’lerinde Sultan 2. Mahmud’un Zevcesi, Sultan Abdülmecid’in Vâlîdesi, Bezm-i Âlem Vâlide Sultan, İstanbul’da, neredeyse tamamı hâlen işlevlerine devam etmekte olan sayısız eser vakfetmiştir. 
Cami’i’ler, mektepler, sebiller, çeşmeler ve devrine göre çok modern bir hastahane... 
04 Nisan 1845 tarihinde, bir vakıf eseri olarak Bezmiâlem Vâlide Sultan tarafından te’sis edilen, İstanbul’da, Şehremini’de kurulan Gurebâ-i Müslimîn kurulmasına kadar sağlık kuruluşları müstekîl birer müessese değil, külliyeler içerisindeki Dâruş-Şifâ’lardı. İlk def’a “Hastahâne” ta’biri Vakıf Gureba Hastahânesi vakfında kullanılmıştır. 
İhtiyaç duyuldukça ilâvelerle birlikte, bu hastahane’nin işletilmesi, hastalara müteveccih hizmetler açısından 19 ayrı vakfiye tanzim edilmiştir. 
Bu vakfiye’lerde, hastahâne’nin cami’i’nde vazifeli iki imamla iki mü’ezzin-kayyım, nöbetleşerek 24 saat vazife yapacaklar, hastahâne’de Sekerât-i Mevt halinde olan hastalara, Yâsin-i Şerif, Sûre-i Mülk ve diğer sûreleri okuyacak telkinde bulunacaklar. Bir soğan bir Osmanlı altınına bedel bile olsa, hekimlerin reçeteleri eksiksiz uygulanacak. Hasta şifa bulduğunda, bir hekimle bir yardımcı sağlık elemanı’nın refâkatında, memleketine götürülecek, nekâhet dönemini hangi şartlar altında geçireceği ailesine iyice belletildikten sonra hastahâne’ye döneceklerdir. 
Milâdî, 1665’te ibâdete açıldığı için, İstanbul’un en yeni külliyesi, Yenicami veya Vâlide Cami’i, Hatice Turhan Sultan’ın bir vakfıdır. 
Vakfiye şartlarına göre, Ramazan Ayı boyunca, diğer bütün hizmetliler yanında, öğleden önce 30 hafız, münhasıran, Sevgili Peygamber’imizin ruhu için, öğleden sonra, yine otuz hafız, Peygamber’ân-ı Izâm ve Rüsul-i Fihâm için hatim okuyacaklar, ayrıca, birer kişi de hafızlara cüz dağıtılması için vazife yapacaktır. 
Ramazan gecelerinde, terâvih namazından çıkan cemaate, cami’i’n her üç kapısından da, Atine Balından yapılmış bal şerbeti dağıtılacak, Ramazan ayı yaz aylarına tesâdüf ettiğinde ise, Bolu Dağlarından, Bursa Uludağ’dan, kar getirilerek bal şerbeti soğutulacak sebil ve çeşmeler’de halka soğuk su ikram edilecek...
Daha neler neler!?...