Memleketimizde, dînî ve içtimâî hizmetler, vakıf ve dernekler eliyle yürütülmektedir; bir müessese olarak vakıf, insanlığa, Yüce İslâm Dini’nin bir hediyesidir. Ümmet-i Muhammed’de ilk vakıf, Sevgili Peygamberimizin Medine-i Münevvere’deki bir-kaç yerdeki Hurmalıklarını vakfetmesiyle başlamıştır. “Bizler, Nebî’ler topluluğu miras bırakmayız, Mâmelekimiz her ne ise vakıftır,” buyurmasıyla, ilk vakıf başlamış oldu. Rivayetlere göre, Peygamber’imizin hayatta kalan tek çocuğu Kerime’leri Hazret-i Fâtımetü’z-Zehrâ Vâlidemiz, Halife Haz.Ebû Bekr’den bu hurmalıklardan hisse talep etmişse de Halife, “Bunlar Allah’ın Resûlü’nün bütün Müslümanlara vakfıdır, size buradan herhangi bir pay vermemiz mümkün değildir,” diyerek Fâtıma Vâlidemizin talebini geri çevirmiştir. “Vâkıf’ın Şartı, Şâri’in Nassı gibidir,” fahvasınca, herhangi bir menkûl veya gayrimenkûl vakfedildikten sonra bu vakfı veya vakıf şartlarını, ne vârisler ne de bir başkası değiştirebilir. Hattâ, bizzat Vâkıf vakfiyesinden cayamaz, vakfından dönüş yapamaz. Ancak, insanların, bu vakıftan faydalananların lehine olmak üzere, vakfiyesini tekemmül ettirebilir. Peygamberimizin asrında ve hemen sonra zengin sahabî’ler vakıf müessesesini geliştirdiler. Hazret-i Osman Medine’de bir Yahûdi’ye ait, Rume kuyusunu bedelinin çok fevkinde satın alarak ebediyyen Müslümanlara ve insanlığa vakfetmişti. Vakıf Müessesesi, Emevî’ler, Abbâsî’ler dönemlerinde de devam ettirildi. Büyük Selçuklu ve Anadolu Selçuklu Devletlerinde ve bütün dünya’nın yüzakı, Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde vakıflar, her sahada, tam bir “Vakıf Medeniyyeti,” haline dönüşmüştür. Osmanlı Devlet-i Aliyye’mizde, Dînî Hizmetler, Eğitim, Bayındırlık (İmar-İskân), Sağlık Müslüman zenginlerin kurdukları güçlü vakıflar tarafından yürütüldüğü için devletin yükü, sadece dâhilî ve haricî emniyet için, zaptiye güçleri ve Orduy-u Hümâyûn idi. Müslüman zenginler herhangi bir hususta vakıf te’sis ettiklerinde, bu hizmetin Ebed-Müddet devam ettirilmesi için bu vakıflara ayrıca akarlar (gelir kaynakları) da bırakırlardı. Cumhuriyet Döneminde, 8 binden fazla (filhakîka bu sayı şimdilerde daha da artmış olmalıdır.) vakıf kurulmuştur. Ancak, bu vakıfların çoğu, yardım toplamak için kurulmuş vakıflardır. Bunlara vakıf denilmez, Dernekler Kanunu’nun dar kalıplarından kurtulmak için Müslümanlardan para-iane toplama maksadıyla kurulmuş derneklerdir. Kimi vakıflar da, vergi muafiyetinden faydalanmak için holding’lerin, büyük şirketlerin reklâm maksadıyla kurdukları vakıflardır. Vakıf, zengin Müslümanların mallarının muayyen bir miktarını belli bir hizmete mebnî vakfetmesidir. Gerçek manada vâkıf, bu hizmeti için başkalarının yardımına müracaat etmez, yardım teklif edilse bile kabul etmez. Başkalarından yardım talep etmek aslında “Vakfı’ın” ruhuna aykırıdır. Öte yandan vakf’ın hesapları şeffaftır, dileyen herkese açıktır. Vâkıf, vakfiyesinde, bu vakf’ın gelirlerini, bu gelirlerin nerelere ne miktarda harcanacağını, vakıf çalışanlarının ücretlerinin miktarını bir bir, ta’yin ve tesbit eder. İmam-ı Rabbânî Evladı’nın Tedris Hizmetleri, 1960’lı yıllarına kadar, İstanbul ve Anadolu’daki hamiyet ve himmet erbabı Müslümanların şahsî gayretleriyle yürütülüyordu. İstanbul’da, Konyalı, olarak meşhûr, Konya Lezzet Lokantaları Sahibi Merhûm Mustafa Doğanbey, Cam Tâciri, Kayseri’li Merhûm Hacı Refik Bürüngüz ve Otomotiv Camı, Otomotiv Yedek Parça Tâciri, Merhûm Hacı Süleyman Kuşçulu, Anadolu’da ilk önce aklımıza gelenler, Alanyalı, Hacı Mustafa Arıkan Beyamca, Konya’da Hacı İsmail Yakutlu, daha sonraları Merhum Hacı Sabri Yeşil, Sakarya’da Muhâcir, Boşnak, Hacı Ramo, Düzce Cumayeri’nde, Hacı Ahmed Efendi ve başkaları... (Türkiye Haritası, il il, ilçe ilçe, taranmaya kalkışılsa elbette her il ve her ilçe’de bir Ehl-i Himmet, Ehl-i Hizmet sayabiliriz.) 1960’lı yıllardan itibâren, hizmetlerin yürütülmesi için kesif bir dernekleşme ve vakıflaşma olduğu görülecektir. Türkiye dahilinde İmam-ı Rabbânî Evladı’nın Tedris hizmetleri için kurulan ilk dernekten bahsedeceğim. Bu dernek, vakıfların ve derneklerin nasıl idare edilmesi gerektiğini göstermesi bakımından da örnek teşkil edecektir. Bu dernek, Sahib-i Zaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Şeyh, Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevi (El’Maruf BİTUNAHANI) Efendi Hazretlerinin işaretleriyle kurulan, “ZEYTİNBURNU, KUR’ÂN KURSU BİNASI YAPTIRMA DERNEĞİ”... Zeytinburnu, İstanbul’da, Yedikule Kara Surlarından itibâren, Yenimahalle’de Çırpıcı Deresinin Marmara’ya döküldüğü yere kadar, kuzeyde, Eski Londra Asfaltı güneyde Marmara Deniziyle sınırlanan İstanbul’un mesâha olarak en küçük İlçe’sidir. İlçe, 1940’lı yılların sonlarından itibâren gecekondulaşma neticesinde oluşmuş bir kaza merkezidir. Merkezefendi, Seyyid Nizâm gibi tarihî şahsiyetler bu ilçe’de medfundur, Tarihî Askerî Konak, Askerî Ağırbakım Fabrikası da bu ilçedeydi. Zeytinburnu Tren İstasyonu civarında, Merhûm Hacı Şükrü İnanç ve Merhûme Muhtereme Refika’ları, Hâce Emine İnanç genişçe bir yer alırlar. Bu yere bir cami ve cami’in imam-hatip, müezzin maaşlarının ve diğer cami masraflarının karşılanması için, cami civarında bir çarşı yaptırıp vakfederler. Mürşid ve Müceddid, bu cami’e imam olarak, Bakırköyü, Cihanbeyli, Zeytinburnu müftülükleri yapan, Süleyman Efendi Hazretlerinin yaşayan en eski talebesinden Muhterem Hocamız, Mustafa Özaltın’ı vazifelendirir. Mustafa Özaltın Hocamız, ilk önceleri Zeytinburnu, Yeşiltepe, Konyalı Camiî’nde, daha sonraları yine Zeytinburnu, Yeşiltepe, Taşcamiî’nde ders okutmaya başlar. Günümüzde, Taşcamiî ve Taşcamiî Kız Kur’ân Kursu ve Yurt Binası’nın bulunduğu yer, “Hacıanne” olarak bilinen, merhume bir hanımefendi tarafından çevrilmiş, cami inşa edilmiş, yanıbaşına da Kur’ân Kursu binası yapılmıştır. Örnek olarak anlatacağım dernek işte bu Kur’ân Kursu Binası’nı yaptırmak için kurulan dernektir. Süleyman Efendi Hazretlerinin işareti ve idareci Ağabey’lerin direktifleriyle kurulan bu derneğin bir numaralı azası da elbette, Muhterem Mustafa Özaltın Hocamızdı. Derneğin ilk Başkanı, Zeytinburnu’nda bir gecekonduda oturan ve Sirkeci’de “Takvim-i Râgıp,” Matbaasında çalışan, Asaf Kıncal idi. Bilâveled olan Asaf Kıncal, daha sonraları Bakırköyü’ne taşınmış, Refikasının vefatı üzerine de Zeytinburnu’ndaki Sâmihaşâkir Huzur Evinde kalmaya başlamıştı. Derneğin Asaf Kıncal’dan sonraki Başkanı, genç yaşlarında kaybettiğimiz Merhûm, Mehmed Yıldırım Bey’di. Merhûm Mehmed Yıldırım, Suriye Halep tarafından Adana’ya, Adana’dan İstanbul’a hicret etmiş geniş bir aileye mensuptu. 1960’lı yılların başlarında, Fatih Balipaşa’da, annesi, kız kardeşleri, üniversite’de talebe erkek kardeşi, eşi ve çocuklarıyla bir dairede oturuyor, yevmün cedid, rızkûn cedit, küçük bir fotoğraf stüdyosunun günlük geliriyle kıt kanaat, geniş ailesini geçindiriyordu. Daha sonraları, Kardeşi, Merhûm Mustafa Yıldırım ile birlikte Sirkeci’de, fotoğraf malzemesi toptan satışından elde ettiği gelirleri de imkânlar ölçüsünde Allah yoluna sarfettiği için, hayatında bir değişiklik olmamış, kemâkân (eskiden olduğu gibi yine) yevmün cedid, rızkûn ceddi, (her bir yenigün, yeni bir rızık arama mecburiyeti) halinde devam etmiştir. Merhûm Mehmed Yıldırım, Abdullah ve Cemal Yıldırım kardeşlerin, Nezihe, Nesrin, Nermin ve Abdülkâdir’in babasıydı. Zaman zaman, değişmekle birlikte, Derneğin İdare Hey’eti, Merhûm Kayseri’li Hacı Mehmed ORHUN (Veznedar), Mehmed Arabul (Muhsip) Merhûm Mehmed Arabul, Meşhûr Tunçer Arabul’un babasıydı. Rizeli, Hacı Rıfat Demirkan, Hacı Rıfat Demirkan, tek başına inşaat malzemesi-boya ve muhtelif gıda maddesi te’mininde üstün gayretleri olan birisiydi. Hacı Rıfat Demirkan, Yaşar, Recep Ali ve Ahmed Demirkan kardeşlerin babası... Mersinli Sucu Ali Bey, Sucu Ali olarak meşhûr olmuş, Merhûm Hacı Ali Önemli, nev-i şahsına münhasır birisiydi. Mahallî kıyafet olarak sürekli geniş paçalı şalvar giyerdi. Her gün, istasyon civarındaki kasaplardan aldığı sakatatı, Yeşiltepe’deki artezyene varıncaya kadar sokak başlarında bekleyen köpeklere, kedilere yedirirdi. Sucu Ali Önemli sürücü ehliyetlerinin belediyelerce verildiği tarihden İstanbul Belediyesi 0004 numaralı ehliyete hâizdi. Sucu Ali Önemli, Meşhûr Arif Önemli’nin babasıydı. Artvinli, Merhûm Enis Ayık ve burada zikrinden aciz kaldığım diğer Dernek İdare Hey’eti mensubu merhumları rahmetle ve minnetle yâd etmek isterim. Hâlen hayatta olan, kendisine sağlıklı uzun ömür temennî ettiğim, Adnan Büyüksoy Ağabeyi de burada saygı ve hürmetlerimle anmak isterim. (Bu örnek Derneğin örnek teşkil edecek çalışmaları gelecek yazıda...)