2005 yılının Mayıs ayında, peşpeşe yazdığımız, “Yaman Takiyye” serlevhalı dört yazı, husûsiyle sanal medya’da, internet ortamında çok geniş ma’kes bulmuştu. 
Pek çok internet sitesi, bu yazıları ya tamamen ya da kısmen kendi sitelerine aktarmışlardı. 
Bu site’lerden birisi de zehirli.org adlı internet sitesiydi. 
Bu yazılarımızı gerek gazetemizin resmî internet sitesinden ve gerekse alıntı yapan diğer internet sitelerinden ta’kip eden pek çok okuyucumuz, yakından tanıdığımız dost’larımız bu yazılarımızdan dolayı bizi çok ağır tenkitlerde bulundular. 
“Dünya çapında İslâm’a hizmet eden bu şahıs hakkında nasıl oluyor da bu kadar ağır bir eleştiride bulunuyorsun?” 
Bunlar’dan birisi de Dostumuz, Diyânet İşleri eski Başkan’larından, Türkiye Diyânet Vakfı Kurucularından, hâlen, 29 Mayıs Üniversitesi, Mütevellî Hey’eti Başkanı, Dr.Tayyar Altıkulaç Bey’di. 
Dr.Tayyar Altıkulaç Dostumuz, rû be rû, vechen an vechin, görüşmemizde açıkça ve net olarak tenkid ve tesbitlerini dile getirmişti. Bununla yetinmemiş olacak ki, “Zorluklar Aşılırken” adını verdiği, üç ciltlik, 1396 sahife’lik hacimli hâtıratında, Mustafa Akkoca’nın da adının geçtiği bir metne dipnot olarak şunları düşmüştür; “Mustafa Akkoca da Süleyman Efendi’nin önde gelen talebelerinden (talebe’sinden olmalıydı) biri olup Kemal Anlar’ın onun hakkında yukarıda yaptığı değerlendirme ile örtüşmektedir. İhtilâftan rahatsız olan, bunu açıkça ifade eden bir dostumuzdur. Telif-i beyn (iki tarafı uzlaştırmak) için vaktiyle gayret gösterenlerden biridir. Ancak onun Fethullah Gülen ve hareketi için yakın geçmişte yazdıkları, benim için şaşırtıcı olmuş bu yazılarındaki tutumu, te’lifci kişiliğiyle hiç bağdaşmamıştır.” (Bk. s.765) 
Atıfta bulunduğu, 763. Sahife’de ise şunları yazmıştır: 
“Süleymancılık konusuna son vermeden önce şaşırtıcı bir tesbitimi daha zikretmek isterim. 
İnternette gözüme ilişen “Yaman Takiyyeci” başlıklı makaleyi okuyunca gerçekten şaşırdığımı söylemeliyim. www.zehirli.org adlı internet sitesinde gördüğüm bu makalenin yazarı, benim her vesiyle ile ılımlı ve uyumlu kişiliğine dikkat çekmeye çalıştığım Mustafa Akkoca. Bilindiği gibi Mustafa Bey dostumuz, Süleyman Hilmi Tunahan’ın önde gelen talebe’lerinden (talebe’sinden olmalıydı). Yazılarında hedef aldığı ve takiyyecilikle suçladığı isim de Fethullah Gülen. 
Gülen hareketinin dünya çapındaki faaliyet’lerini yerden yere vuran ve bu hareketin lideri hakkında aşağılayıcı ifadeler kullanan Akkoca dostumuzun derdi nedir, anlamak mümkün değil. Her insan eleştirilebilir. Fethullah Gülen’i de ba’zı görüş ve faaliyetleri vesiylesiyle eleştirmek mümkündür. Bunu yaparken yanlış ne ise o söylenir, doğru olan konusundaki görüş ve tavsiye de açıklıkla ve samîmiyetle ifade edilir. Yapıcı eleştiri ile yıkıcı ve yıpratıcı faaliyetleri karıştırmamak gerekir. 
Mustafa Akkoca’nın bu tutumu Süleymancı cemaate mal olmuş bir görüş müdür? Bunu bilmiyorum. Bu yanlış uslûp diğer hizmet kadrolarına karşı da kullanılmakta mıdır? Onu da bilmiyorum. Eğer bu sorulara “evet” deniyorsa vay halimize. Bu kadar yapacak iş ve hizmet, himmet ehlini beklerken, el ele vererek imkânları birleştirilmek suretiyle hizmet etmek varken Müslümanlar niçin birbirleriyle uğraşırlar? Bunu anlamak imkânsız... 
- Mustafa Akkoca dostumuza 02.03.2011 tarihinde İSAM’da beni ziyareti vesiylesiyle bu konuyu açtım. Bu yazılardaki üslûbunu doğru bulmadığımı söyledim. “Müslümanlar birbirleriyle uğraşmamalı” dedim. Mustafa Bey önce bu yazıları Önce Vatan Gazetesi’nde yazmış olacağını, söz konusu www.zehirli.org adlı internet sitesinin makalelerini oradan almış olabileceğini ifade etti. Ardından, o yazıları “Fethullah Hoca’nın ve cemaatinin o günlerde kendisini üzen ba’zı faaliyetleri üzerine yazdığını, ancak bunu yaparken uslûbunda ölçüyü biraz kaçırmış olabileceğini” söyledi ve yazıları bir kerre daha gözden geçireceğini belirtti. Ben bu “gözden geçirme” ifadesinden bir tavzîh yazısı yazabileceğini düşündüm. Umarım bunu yapar.” 
Ben Dostumuzun ümidini inkisara uğrattım, söz konusu yazılarla alakalı olarak herhangi bir tavzih yerine, o yazıları, dikkatli okuyucularımızın “Tekrarına ne lüzum var, bu yazılar bizim arşivlerimizde mahfuz, ayrıca istediğimiz anda gazete’nin resmî internet sitesinden tıklar indiririz.” serzenişlerine rağmen, aynen ikinci def’a neşrettim. 
Çünkü, Fethullah Gülen’i tâ Edirne, Kırklareli ve 1970’li yılların sonlarından beridir, yakînen tanıyanlardan birisiyim. 
1970’li yılların sonlarından i’tibâren Türkiye dahilindeki okullar, dershâne’lerden, daha sonraki yıllar’da, dünya’nın dörtbir tarafındaki okullar’da, İslâm’ın olmadığını, İslâm’a hizmet gayesi’nin bulunmadığını yakînen bilenlerden birisiyim. 
Bu yazının yazıldığı, 26 Şubat 2014 tarihi i’tibâriyle pek çok şeyin, -Fethullah Gülen ve taraftarlarıyla alakalı olarak- ayân, beyân, ortaya çıkmış olması beni haklı çıkarmış olmasına rağmen, Devletim, Milletim, Memleketim adına çok vahîm, telâfisi neredeyse imkânsız tahribata sebebiyet verdiği için sevinemedim. Derin bir ye’se düştüm, kahroldum. 
- Ne zaman, “Beyler, Efendiler, Devletlûler etmeyin, eylemeyin, Fethullah Gülen ve taraftarlarının, dünya’nın dörtbir tarafında açtıkları, açtırılan bu okullar’ın, İslâm ile İslâm’a hizmet ile yakından ve uzaktan bir alakası yoktur,” dediğimizde, devletlûler, ekâbir âyan, husûsiyle, Ak Parti yöneticileri, karşımızda saf tutup, “Bünyan-u Mersus” gibi, “Siz nasıl böyle düşünür, böyle yazarsınız? Muhterem Hocafendi, dünya çapında İslâm’a hizmet ediyor,” diyorlardı. 
- Fethullah Gülen ve taraftarlarının dünya çapında açtıkları-açtırıldıkları bu okullar, tıpkı 20. asr’ın başlarında, Memleketimizde, husûsiyle nispeten memleketimizin muhafazakâr mahallerinde, meselâ, Konya, Kayseri, Tarsus, Harput-Elazığ gibi şehirlerinde, Dünya Kiliseler Birliği tarafından açılan, öğretmen’lerinin tamamının, papaz ve râhiplerden oluştuğu okullara benziyor. Bu okullarda da, Türkçe konuşuluyor, çünkü talebe’nin tamamına yakını Türk’tü. Bu okullarda gönderlere Türk Bayrağı çekiliyordu. İstiklâl Marşı’nın, Millî Marş olarak kabûlünden sonra da, elbette, İstiklâl Marşı da okutuluyordu. 
Bugün ayân beyân her şey ortaya çıkınca dün bizim karşımızda sıra dağlar gibi duran gözü sulu-susuz ne kadar zevât varsa, “Safmışız, yanılmışız, aldanmışız,” diyorlar. 
Benim asıl merak ettiğim, Dostumuz, Dr.Tayyar Altıkulaç Beyefendi’nin ne düşündüğüdür. 5 yaşından beridir, İslâmî hizmetlerin içerisinde olan, müezzinlikten başlayarak, Diyânet İşleri Başkanlığı’na kadar her makamda bulunan, sadece Diyânet Teşkilatı değil, Millî Eğitim Bakanlığı Din Eğitimi Genel Müdürlüğü, Parlamenterliği sırasında yanılmıyorsam iki def’a Millî Eğitim Gençlik ve Spor Komisyonu Başkanlığında da bulunan, Türkiye Diyânet Vakfını kuran, zekası dirâyeti herkesce müsellem, Dr.Tayyar Altıkulaç Bey’in elbette söyleyecekleri vardır, olmalıdır. Bendeniz, kendilerinin ümitlerini boşa çıkardım, bir tashih yazısı yazmadım. Fakat kendileri, eğer, “Zorluklar Aşılırken” yeniden basılacaksa, herhalde, buradaki görüşlerini tashih cihetine gidecektir. Umarım bunu yapar...