Alıp valizinizi gitmek istediniz mi hiç bilmediğiniz diyarlara?
Böylesi bir his hep var olmuştur çoğumuzun içinde. Bir yer var, evet oraya gidip kendimle kalacağım herkesten her şeyden uzak. Bazı bazı içimizi kaplar yoğun kaçış duygusu. Bazen de kalabalıklar arasında kaybederiz kendimizi ve kendimizle baş başa kalacağımız o yoğun isteği.
Öyle bir yerin varlığı bir zaman umut olarak saklı durur içimizde. Belki yeşillikler arasında tek gözlü bir orman evi. Kim bilir belki bir sahil kenarında terk edilmiş bir kulübe ve yahut karlı bir dağ başında sıcacık köy evi. Gösterişten, şatafattan uzak doğayla iç içe ve özümüze dönüş isteği. Kim olduğumuzu sorgulama, ne istediğimizi anlamak için içsel bir varoluş sancısı. Yaşamak dediğimiz şey olgunluğu katınca kanatlarımıza aslında öyle bir yerin olmadığını öğretir kuş bakışımıza.
Zira insan beynindeki ve kalbindeki kalabalıkla gittikten sonra ne fark eder uzak yakın.
Bavullar dolusu sancıyı omuzlarımızda taşıdıktan sonra ne anlamı var doğayla baş başa sakinlik isteğinin.
Kalabalık düşünceler arasında yalpalıyoruz çoğunlukla. Adımlarımız şekillendiriyor zannetsek de adımlarımıza hükmeden zihnimizin tecrübelerinden faydalanıyoruz nihayetinde.
Adımlarımız uzaklara kaçmak isteğiyle koşar adım hareket etmek istese de alışkanlıklarımız bizleri bağlamış durumda. Üstelik yoğun ve stresli yaşamaya o kadar alışmışız ki biraz sakinlik, durgunluk hayatımıza etki ettiğinde sıkılır vaziyete bürünüyoruz. Durup kendimizi dinleme fırsatlarını hayatın serüvenlerine karışıp yok ediyoruz. Durmak, dinlenmek bir nevi kendimizle ve herkesle yüzleşmektir de bu yüzden durup yüzleşmek istemediğimiz halde bazen dinginliğin olduğu bir hayata kaçmak istiyoruz.  
Kış’ın kasvetli telaşı mıdır bilmiyorum. Ama şiirlere, türkülere sığınmak istiyor ruhum. Ruha dokunan ince bir o kadar da okuduğumda/ dinlediğimde derin ah diyebileceğim türden.
Kışın kar kaplı yüzüne nasılda yakışıyor ince belli bir bardaktan çayı ya da bir fincan kahveyi yudumlarken türkülerden aldığımız haz. Tarifi yok ruha sinen ezgilerin o anlarda.
Derin düşüncelere dalıyorum çoğunlukla, içimde gülümseyen çocuğun düşlerinden besleniyorum.
Umut ekiyorum fasit bir şimdiden sıyrılıp. Evet, evet hayallerimde gitmek istediğim yerdeyim tam da.
Geleceğe korkusuzca kapı aralıyorum. Kadınlar ve çocukların hikâyesini yeniden yazmak lazım diyorum. Sonu mutsuz biten hikâyelere inat. Umut diyorum…
Ezilmiş, hor görülmüş, hırpalanmış, yok sayılmış hem cinslerime. Umut diyorum…
Gülüşü körpe, bakışları ışıltılı, burunları sümüklü, yanakları al al o masum çocuklara. Umut diyorum…
İnsanca yaşama susamış herkese. Umut diyorum… Sokak hayvanlarına.
İnsan olmanın erdemini harflerle giyinmekten bahsetmiyorum, tarihe tanıklık edecek adımlar atmak gerekliliğinden şiddetle bahsediyorum. (Şiddet kelimesi buraya yakışmadı affola.)
İyi bir insan olma arzusu geleceğe açılacak en güzel kapıdır. Yaşamın geçiciliğini göze alırsak hele ki. Umudu diri tutmak zorundayız. Ve hareket etmeden düşlerimize sahip olamayacağımızı bilmeliyiz.
Yarın sabah yapacağı kahvaltıyı umut eder kimi. Kimi mal mülk, kimi acılarının biteceğini, çocuklarının geleceğini kimi, kimi hicranıyla yandığına kavuşmayı, dünyayı keşfe çıkmayı kimi, kimi sevilmeyi, kimi yazar olmayı uzar gider bu liste.
Umudu dayanak edene-bilene. Umut bizim içimizde. Umut bizim düşüncelerimizde ve umut düşünceleri eylemlere geçirecek yüreklerde…
Kimi gerçekleşir bu umutların, kimi de umut olarak kalır sadece.
Unutmayın,
Direnişin adıdır umut.