Ortadoğu’da, Irak’ın ve Suriye’nin geleceği, Kürt sorunu ve Kürdistan oluşumu konusundaki düşünceler ve hedefler, değişik çevrelerde, bakış açılarına göre, farklı algılanmakta, farklı yorumlanmaktadır. Fakat, Nisan 2003'ten bu yana, Irak'ın kuzey parselindeki Türk yerleşim birimlerinde yaşanmakta olan insanlık dışı uygulamaların tek hedefinin, yüzyıllardır Türk yurdu olan buraların demografik yapısını değiştirerek Kürtleştirmek; "Büyük Kürdistan"ın çekirdek devleti için uygun bir coğrafya yaratmak olduğu artık saklanamaz bir gerçek olarak ortadadır.
Bütün bunların bilinmesine rağmen, Türkiye'nin, soydaşlarının evlerinden, yurtlarından sürülmelerine, horlanmalarına, katledilmelerine beklenen ölçüde tepki göstermemesini nasıl açıklayabiliriz? Irak Türkleri açısından bakıldığında, hiç de inandırıcı olmayan gerekçelerle işgal edilen bir ülkenin yeraltı zenginliklerine el koyabilmek adına horlanmak, kaçırılmak, tehdit edilmek, göçe zorlanmak... öldürülmek, kolay hazmedilecek bir durum değildir.  
Irak Türkleri ile Abbasiler döneminden bu yana çok sıkı ilişkilerimiz olmuştur bizim. Bu vatanda, bu topraklarda huzur içinde yaşamakta olan bizlerin, Ortadoğu coğrafyasında yaşayan kardeşlerimize can borcumuz vardır, can! Milli Savunma Bakanlığı'nın 1998'de yayınlanan 5 ciltlik "Şehitlerimiz" belgelerinde, Çanakkale'de, Galiçya'da, Kafkasya'da, Filistin'de, Kanal'da (Mısır'da) şehit olmuş yüzlerde Iraklı, Suriyeli soydaşımızın adı yazılı. Yani aynı tarihi, aynı kaderi paylaştığımız insanlara karşı duyarsız kalmamız mümkün değildir.

ASALA TERÖRÜNÜ KİMLER BİTİRDİ?
Yakın tarihten de bir örnek verelim.. Bir dönem, PKK’nın rolünü üstlenmiş olan ve seri halde diplomatlarımızı katleden ASALA terör örgütünün çökertilmesini Irak Türklerine borçlu olduğumuzu bilenimiz, hatırlayanımız var mı? Sanmıyoruz, çünkü bilinen şey hatırlanır; bilinmiyorsa hatırlanmaz ki.. ASALA’nın Türklere yönelik operasyonları 1975’te başlamış, şiddetini giderek artırmıştır. 1982 bilançosuna göre, ASALA o güne kadar 140’tan fazla bombalama eğlemi gerçekleştirmiş, 19Türk’ü katletmişti.
8 Ağustos 1982’de, ASALA mensubu iki Ermeni teröristin Yeşilköy Hava Limanı’na düzenledikleri bombalı ve silahlı saldırı sonucunda 9 kişi ölmüş, 82 kişi de yaralanmıştı. Üç hafta sonra da Kanada Ottowa Büyükelçiliği Askeri Ateşesi Albay Atilla Altıkat aynı örgüt tarafından katledilmişti.
Bir süre sonra, Türkiye’nin başına bela olan bu örgütün beli kırıldı, çökertildi.
Peki, nasıl başarıldı bu iş?
Bu sorunun yanıtını, MİT Kontrterör Dairesi Eski Başkanı Mehmet Eymür’ün SENTEZ adlı kitabında buluyoruz:
“Bu olay (Ermeni teröristler tarafından Ankara Esenboğa Havalanına yapılan bombalı saldırı) Ermenilere karşı yürütülmesi planlanan karşı faaliyeti hızlandırdı. Mete Bey’in (Mete Günyol) sorumluluğunda yürütülecek çalışmanın dışında bir diğer ekip daha kuruldu. Bu ekibin başına da Nuri Baba (MİT’in İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş), emekliliğinden sonra da beraber çalıştığı yakın dostu altın saatli, altın yüzüklü, Kerkük’lü Türkmen Sabah Ketene vardı. Ketene, bu işlere yatkın biri idi. Avrupa da yerleşik Kerkük’lü gençlerden bir ekip kurdu. Bu ekip, sessiz sedasız, iz bırakmadan çalıştı ve başarılı işler yaptı. ASALA terör örgütüne büyük darbeler indirdi.”
ASALA’ya karşı gerçekleştirilen operasyonları yöneten MİT’in eski İstanbul Bölge Başkanı Nuri Gündeş de, bir çok röportajında Irak Türkmenlerinin ASALA’yı bitirmede oynadıkları aktif rolü dile getirmişti.
ASALA’ya karşı MGK tarafından planlanan ve MİT tarafından yönetilen operasyonlarda diplomatik bir skandalın yaşanmaması için, o dönemde Avrupa’da oldukça itibarlı bir ülke olan Irak’ın vatandaşı olan Türk geçleri kullanılmıştı. Bu gençler, yakalanma ve öldürülme riskine ragmen, gözlerini kırpmadan, bu görevleri kabul etmişler, Türkiye’nin bu terör belasından kurtarılması için çalışmışlardı. İstanbul’da bir süre eğitilen Iraklı Türk gençleri, Fransa, Lübnan ve Hollanda’da gerçekleştirdikleri başarılı operasyonlarla ASALA’nın çökertilmesinde çok büyük rol oynamışlardı..

DUYARSIZ DEĞİLİZ, AMA..
Duyarsız olduğumuzu söylemek elbette insafla bağdaşmaz, ama ABD tarafından işgal edildiği ilk günlerden başlayarak, Irak'ın kuzeyindeki Türk yerleşim birimlerini hedef alan yıldırma, göçe zorlama operasyonlarını protesto eden gür sesli, kararlı bir miting bile düzenlememiş olmamız, altı çizilmesi gereken bir ihmal değil midir? Türlü tehditlere, kaçırılmalara, baskılara hatta katliama maruz kalan Iraklı ve Suriyeli Türklerin günahı nedir?
Irak Türkleri Kültür ve Yardımlaşma Derneği Genel Başkanı Mehmet Tütüncü şöyle isyan ediyor: “Türkmen şehri Kerkük’te 40 üst yöneticinin 32’si Kürt kökenlidir. Kuzeyden getirilen Kürt yerleşimciler, nüfus yapısını bozdu. Bunlar silahlandırıldı. Güvenlik, Türkiye’deki terörü besleyen Barzani’ye emanet edildi. Bu haksızlıklar bölgeyi kaosa sürükledi. Bölge acilen işgalden ve silahtan arındırılıp normalleştirilmeli, yönetimde Türkmenler de yetkili olmalıdır.”
Bu feryadı duyan var mı?
Amerika'nın, Irak'ın işgaline onay vermeyen 1 Mart Tezkeresi nedeniyle, hem Türkiye’yi hem de Iraklı Türkleri cezalandırdığı söylemi de gerçekle bağdaşır değildir. Çünkü, ayrıntılarını “Irak Türkleri Sahipsiz Kaldı” başlıklı yazımızda anlattığımız gibi, Irak'ın kuzey parselinde bir Kürt devletinin kurulması, Irak'ın işgalinden yıllar önce planlanmıştı. Bu gerçeği 1990'da, I. Körfez Savaşı sonrasında düzenlenen bir basın toplantısında Amerikalı general, Ortadoğu haritası üzerinde göstere göstere anlatmıştı. Hatırlanacağı gibi, I. Körfez Savaşı sonrasında Irak'ın kuzeyi 36. paralel boyunca ana gövdeden koparılmış, kuzey parselinde, Çekiç Güç'ün kanatları altında, tam teşekküllü bir devlet oluşturma çalışmaları başlatılmıştı.

 KUZEY IRAK BİR TÜRK YURDUDUR
Sümerleri bir tarafa bırakalım, Irak'ın kuzeyi Abbasiler döneminde de bir Türk yurduydu. Samarra, Asya içlerinden gelen Türklerin yerleşimi için özel olarak inşa edilmiş bir kentti. Abbasi mülkünü Türklerden kurulu bir ordu koruyordu. Halife Mustasımi’nin annesi Türk’tü. Bu coğrafya, Kırım Savaşı sonrasında, Rusların Kafkasya’dan Basra Körfezi’ne uzanmalarını engellemek için oluşturulması planlanan bir Kürdistan paravanası kurmak amacıyla, bilinçli olarak bir demografik yapı değişikliğine uğratıldı.
Bugün kısaca Türkmen olarak andığımız Irak Türkleri, zaman içinde uğradıkları baskılar nedeniyle kimliklerini saklamak zorunda kaldılar. Bu onların günahı değildir. Irak Türklerine ilgisiz kalamayız.
Neden kalamayız?
Çünkü, Misak-ı Milli sınrları içinde kalan o topraklara, Lozan Anlaşması sırasında, küresel konjonktür gereği veda etmek durumunda kalmıştık. O topraklarda kalan insanlarımızın haklarını korumak, herşeyden önce görevimizdi.
Lozan Anlaşması’ndan bugüne, Hatay dışında, Türk yurdu olan o topraklarda yaşayan insanlara gereken desteği verebildiğimiz söylenemez. Oralarda yaşayan insanlarımız, can güvenliği nedeniyle, yıllar yılı kimliklerini saklamak zorunda kaldılar. Bir dönem Araplaşan o topraklar, Irak'ın Amerika tarafından işgal edilmesinden sonra hızla Kürtleştirilmeye başlandı.
Irak Türklerinin olduğu gibi, Suriye Türklerinin de gözü kulağı Türkiye'de; kendilerine uzatılacak bir el bekliyorlar..
Türkiye elini uzatacak mı?
Uzatmak zorunda. Çünkü, bugün Irak, Suriye olarak andığımız o topraklar, 1920’lerde, bizim Misak-ı Milli sınırlarımız içindeydi. Gazi Mustafa Kemal, TBMM’nde yaptığı konuşmada, "Hudud-u millîmiz, İskenderun'un cenubundan geçer, şarka doğru uzanarak Musul'u, Süleymaniye'yi, Kerkük'ü ihtiva eder" diyordu. II. Abdülhamit’in petrol haritasının en zengin parseli olan o topraklar, 1920’lerde İngilizlerin mutlaka kontrolleri altında tutmak istedikleri bölgeydi. Bugün, aynı topraklar ABD, İsrail ve küresel çapta iddiaları olan güçlerin hedefinde.
ABD-İsrail ortaklığı bölgenin enerji kaynaklarını bir “Büyük Kürdistan” parseli üzerinden kontrol etme peşindeler. Olmaz, demeyelim; dış politikada romantizme asla yer yoktur. ABD ordusunun resmi dergisinde, bir kısmı “Büyük Kürdistan”a verilmiş Türkiye haritaları açık açık yayınlanıyor. ABD gazetelerinde, “Amerika’nın Türkiye’yi kullandıktan sonra bölebileceği” konuşuluyor: (http://globalresearch.ca/site_images/topbanner.jpg). Global Research adlı bu sitede, Mahdi Darius Nazemroaya imzalı “Ortadoğu’da Amerikan-İran Soğuk Savaşı ve Savaşın Genişlemesi Tehdidi” başlıklı yazıda, “Washington ve Telaviv’in çıkarları, Türkiye’nin önemli bir güç olmasına izin vermiyor. ABD ve İsrail’in, bölgede Suriye’nin üzerine sürebileceği Türkiye’den başka bir güç yok. Ancak Türkiye bölgesel stratejilerinde onlara hizmet verdikten sonra zayıflatılacak ve bölünecektir. ABD’nin Kürt ayrılıkçı hareketini Türkiye’ye karşı desteklemesinin nedenlerinden biri de budur. Türkiye, iç kavgaya ve bölünmeye itilecektir” deniyor.  
Darius Nazemroaya, yazısının devamında, Türkiye’ye karşı da bir “Saddam tuzağı” uygulanabileceğinden söz ediyor: “ABD’nin, Saddam Hüseyin’i önce İran’a saldırtması ve arkasından Irak’ı bölmesi gibi, Ankara ile Şam arasındaki çatışma da, Türk millî birliğini bozup Türkiye’yi iç savaşa sürüklemek için kullanılacak.”
Obama’nın ikinci dönemde neler yapacağı konusunu incelemek üzere ABD’ye giden Milliyet yazarı Aslı Aydıntaşbaş, Washington kulislerinde yaptığı yoklamaları özetlerken, Suriye konusunda birşey yapılmasını isteyeceği bilindiğinden, Amerikan resmi makamlarının Başbakan Erdoğan’a randevu vermekte hiç de aceleci davranmadıklarını, “Çok yazık, ama bu kanlı iç savaşa bulaşmak istemiyoruz” havasında olduklarını yazıyor.
Yine aynı amaçla ABD’de bulunan Cumhuriyet yazarı Utku Çakırözer de, Türkiye’nin Kuzey Irak Bölgesel Yöneti ile gizli petrol anlaşmaları yaptığına ilişkin söylentilerin Irak’ın bölünmesine neden olabileceği kaygısıyla dikkatlice incelendiğini söylüyor.
Bütün bu gelişmelerin Türkiye’nin, Irak ve Suriye Türklerinin lehine olduğu söylenebilir mi?