Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayram mesajı olarak söyledikleri Türkiye’nin dik duruşunu, kararlılığını ortaya koyan ifadelerdir. “’Fırat Kalkanı’ bunun ilk adımıdır” vurgulaması operasyonun kararlılığını olduğu kadar, büyüme eğilimi göstermesi açısından çok önemlidir. Türkiye bir bölgesel aktör olduğunu “Fırat Kalkanı” operasyonuyla kanıtlamıştır.

Gelinen noktada Türkiye’nin başka türlü davranma şansı da yoktur; Batılı dostlarımız soğuk baksalar da, karşı çıksalar da sınırlarımızın güvenliği, ülkemizin birliği ve bütünlüğü açısından, Türkmeneli’nin çekirdeğini oluşturacak “Güvenli Bölge” bir zorunluluktur. Ve, riskli de olsa, gereği yapılacaktır.

Cumhurbaşkanı Erdoğan yayınladığı Kurban Bayramı mesajında, “Fırat Kalkanı”nın hedefleri ve terörle mücadele konusundaki kararlılığımızı ifade ederken önemli vurgulamalar yaptı.

"Türkiye olarak sadece Fetullahçı Terör Örgütüne karşı mücadele etmiyoruz” diyen Cumhurbaşkanı Erdoğan, “Fırat Kalkanı” operasyonuyla sergilediğimiz kararlılık sonrasında terör olaylarının da terörle mücadelenin de boyut değiştirdiğine, “Fırat Kalkanı” operasyonlarının genişleyebileceğine dikkat çekerek şöyle diyordu:

Görünüşte rakip gibi gözüken bu örgütler, aslında Türkiye'ye karşı birlikte hareket ediyorlar. PKK terör örgütünün, 15 Temmuz'dan sonra sınır bölgelerimizdeki faaliyetlerini yoğunlaştırma gayretinde olduğunu görüyoruz. (…) PKK, tarihinin en ciddi kayıplarını verme pahasına yürüttüğü bu kanlı eylemlerinde kesin bir başarısızlığa uğramıştır…. Güvenlik güçlerimizle ve bölgedeki kardeşlerimizle el ele vererek, Türkiye'yi PKK belasından kurtarmakta kararlıyız.”

“… FETÖ gibi PKK'nın da milletimizin dirayeti, devletimizin gücü karşısında direnme şansı yoktur. PKK'nın Suriye'deki kolu olan PYD-YPG'yi de aynı akıbet bekliyor. DAEŞ denilen örgütü, hem Suriye'de bitirmek, hem ülkemizde eylem yapamaz hale getirmek, milletimize karşı boynumuzun borcudur. Fırat Kalkanı Harekatı, bunun ilk adımıdır.”

Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın bayram mesajı olarak söyledikleri Türkiye’nin dik duruşunu, kararlılığını ortaya koyan ifadelerdir. “’Fırat Kalkanı’ bunun ilk adımıdır” vurgulaması operasyonun kararlılığını olduğu kadar, büyüme eğilimi göstermesi açısından çok önemlidir. Türkiye bir bölgesel aktör olduğunu “Fırat Kalkanı” operasyonuyla kanıtlamıştır.

Gelinen noktada Türkiye’nin başka türlü davranma şansı da yoktur; Batılı dostlarımız soğuk baksalar da, karşı çıksalar da sınırlarımızın güvenliği, ülkemizin birliği ve bütünlüğü açısından, Türkmeneli’nin çekirdeğini oluşturacak “Güvenli Bölge” bir zorunluluktur. Ve, riskli de olsa, gereği yapılacaktır.

HALEP KATLİAMINI ÖNLEMENİN TEK YOLU TÜRKMENELİ’DİR

Bayram bitti. ABD ile Rusya arasında Halep konusunda varılan ateşkes anlaşması sona erdi. Ortadoğu’nun en güzel tarihi kentlerinden biri olan Halep’te katliam kaldığı yerden devam edecek. Gazetelerde, “Rusya’nın desteklediği rejim güçleri Halep’i yeniden bombaladı” şeklinde özetlenmiş Suriye haberlerini okumaya devam edeceğiz. İnsanlarımızın çoğu için Halep bir Suriye kenti olduğundan, acımız, komşudaki yangına duyulan üzüntü sınırları çerçevesinde şekillenecek. Çünkü Musul, Kerkük, Hatay gibi Halep’in de yüzlerce yıllık bir Türk yerleşim birimleri olduğunu, buraların Mısak-ı Milli sınırlarımız içinde kaldığını ne kendimize ne de dünya kamuoyuna anlatmadık ki.. Dün kadar yakın tarihimizi nedense hatırlamak istemedik.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında Ortadoğu’ya çöken çağdaş haramilerin, Irak’ın ve Suriye’nin kuzey parselinde oluşturdukları kantonları birbirine ekleyerek Akdeniz’e uzatmak istedikleri “koridor”un aslında Türkmeneli coğrafyası olduğunu ve buralarda yoğun bir Türkmen nüfusun yaşadığını gündeme getirmedik. I. Dünya Savaşı sonrasında çiziliveren Ortadoğu haritasının uzun ömürlü olamayacağını, bizim açımızdan çok ciddi sorunlar ve sorumluluklar üretebileceğini öngöremedik. Güney sınırlarımız boyunca bir Türkmeneli coğrafyası oluşturmanın hem hak hem zorunluluk olduğunu anlayamadık, anlatamadık..

Irak bölünürken, işgal edilirken, Suriye kaosa sürüklenip parçalanmaya çalışılırken, buralarda yaşayan Türkmen varlığının korunmasından sorumlu olduğumuzu dünya kamuoyuna haykırmadık. Irak ve Suriye’de yeni yeni parselasyonlar yapılırken Türkmeneli’nin bir hak olduğunu BM’nin gündemine taşıyamadık. 1991’den, I. Körfez Savaşı’ndan bu yana yapılmak isteneni görüp de bir “Fırat Kalkanı” şahlanışı sergilemediğimiz için, şimdi, sınır güvenliğimizi tehdit eden terörün önünü kesmek amacıyla Suriye’ye girerken, uluslararası hukuk karşısında yanlış adım atmamak adına, Suriye’de paylaşım kavgasına tutuşmuş olan ABD ve Rusya’yı bilgilendirmek durumunda kalıyoruz.

24 Ağustos gecesi, “Güney sınırlarım boyunca kuşatılmayı asla kabul edemem” diyen Türkiye, Özgür Suriye Ordusu’na (ÖSO) verdiği destek paralelinde sınırı geçip Çobanbey’e daldı ve “’Fırat’ın doğusuna geçemezsiniz’ demiştim” uyarısıyla 92 km’lik Mare Hattı’nı kontrol altına aldı. Aslında bu, tarihi boyutu olan bir başkaldırıdır. Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içinde olan Musul-Halep hattında, katliama varan operasyonlarla, yeni bir devlet için gerekli olan demografik bir iklim oluşturuluyordu. Türkiye, 1991’deki I. Körfez Savaşı’ndan bu yana izlemekle yetindiği bu gelişmelere daha fazla seyirci kalamazdı; “Fırat Kalkanı” operasyonuyla “Dur!” dedi.

TÜRKİYE’NİN MİSAK-I MİLLİ SINIRLARI İÇİNDEKİ TÜRKMENLERİ KORUMA HAK VE SORUMLULUĞU VARDIR.

Musul-Halep hattında 1991’den bu güne kadar yaşanan gelişmeler, Türkiye’nin görmek istemediği biz dizi tehlike üretmeye başlamıştı. Irak’ın kuzey parselinden başlayıp Suriye’nin kuzey parselindeki kantonlar üzerinden Akdeniz’e uzatılmak istenen “Kürt Koridoru” görünümlü kuşağın Türkiye’nin Mısak-ı Milli coğrafyası olması, Batılı dostların derdi değildi. Uluslar arası hukuka göre, Türkiye’nin Misak-ı Milli sınırları içindeki Türkmenleri koruma hak ve sorumluluğu vardı, ama Irak’ın kuzey parselini Suriye’nin kuzey parselindeki yapay kantonlar üzerinden Akdeniz’e bağlayacak “koridor”da yaşayan Türkmenlerden, Türkmeneli’nden söz eden yoktu.

I. Körfez Savaşı sonrasında 36. Paralel boyunca bölünen Irak’ın kuzeyinde tam teşekküllü bir devlet kurma çalışmaları başlattığında, Türkiye ne Türkmenlerden ne de Türkmeneli’nden söz etmedi. Irak’ın işgali günlerinde Kerkük, Erbil gibi Türkmen ağırlıklı kentlerin tapu ve nüfus kayıtları yağmalanırken de Türkiye Türkmen ve Türkmeneli konusunu gündeme getirmedi. Irak’ta, 36. Paralel’in kuzeyinde belli amaca yönelik demografik düzenlemeler yapıldı.

Sovyetler Birliği’nin dağılmasının hemen sonrasında Ortadoğu’ya dalan çağdaş haramilerin özellikle Türkmen yerleşim birimlerini hedef almalarının, Irak’ın işgalinde Musul ve Kerkük tapu kayıtlarının yağmalayıp yakmalarının nedenini sorgulamadık.

2011 sonrasında aynı operasyonun Suriye versiyonu uygulamaya konduğunda, yapay kantonlar oluşturulmasına, Çobanbey’in Kobani’ye dönüştürülmesine gereken tepkiyi göstermedik. “Arkadaş, Suriye’nin nüfusu 25 milyon. Bunun yüzde 10’u Kürt yğzde 13.5’i Türkmen. Senin Suriye’nin kuzeyinde oluşturmaya çalıştığın kantonlarda yaşayanların çoğunluğu Arap ve Türkmen. Sen ne yapmak istiyorsun?” demedik. Menbiç’i ele geçiren YPG’lilerin ilk iş olarak neden nüfus ve tapu kayıtlarını hedef aldıklarını da sorgulayan olmadı. Nüfusunun ancak yüzde üçü Kürt olan Menbiç’in adının neden Mabuk yapıldığını da sormadık.

Çağdaş haramilere göre, yeni bir Ortadoğu düzeninde Türk’ün de, Türkmen’in de, dolayısıyla Türkiye’nin de yeri yoktu. Fakat gelişmeler bunun doğru olmadığını ortaya koydu; binlerce yıldır Ortadoğu’da olan Türk’ü denklemden çıkarmak mümkün değildi.

Terör örgütlerinin bilinçli, sistemli katliamlarıyla, Irak ve Suriye’deki yüzlerce yıllık Türk yerleşim birimleri boşaltıldı, adları değiştirildi; küresel sistemin Ortadoğu’ya ilişkin hedefleri doğrultusunda demografik düzenlemeler yapıldı. 15 Temmuz gecesi yapılan darbe girişimiyle Türkiye’nin de tapu kayıtları değiştirilecekti.

Olmadı; millet ayağa kalktı, kaderini sahiplendi.

FIRAT KALKANI”NIN KALICI MUTLULUKLAR ÜRETEBİLMESİ İÇİN..

15 Temmuz savrulmasına rağmen, 24 Ağustos’ta, “Beni güney sınırlarım boyunca kuşatmanıza izin veremem” diye şahlanan Türkiye, Suriye sınırını geçerek Çobanbey kalesini oluşturdu. 1991’de Kuveyt’e giren Saddam’ın Batılı koalisyon güçleriyle tepelenip ülkesinin 36. Paralel boyunca bölünmesiyle başlayan, 2003’te Irak’ın işgaliyle hızlanan, 2011’de Arap Baharı’yla Suriye’ye sıçrayan kuşatma harekatına ancak 24 Ağustos 2016’da “Dur” diyebildik.

1200 kilometrelik sınırımızın 92 km’lik bölümüne sahip çıkmaya çalışıyoruz. Aslında yapmak istediğimiz Misak-ı Milli sınırlarımız içinde yaşayan insanlarımızın haklarına sahip çıkmak, ama Saddam’ın düştüğü tuzağa benzer bir tuzakla karşılaşmamak için uluslararası hukuk kurallarını ve anlaşmalarımızı gözden kaçırmamak durumundayız. Zamanında Musul’un, Halep’in, Hatay’ın Misak-ı Milli sınırlar içinde olduğunu, buradaki Türkmenlerimizi korumak gibi bir hakkımız ve yükümlülüğümüz olduğunu gündeme getirmiş ve dünya kamuoyunu bundan haberdar etmiş olsaydık, Irak’ın ve Suriye’nin Türkmen ağırlıklı bölgelerinde yapacağımız operasyonları anlatmada zorluk çekmezdik. Sıkıntımız bundan kaynaklanıyor.

Türkiye’nin haklı olarak gerçekleştirdiği “Fırat Kalkanı” operasyonuyla sınırlarını koruyacak, birliğini ve bütünlüğünü hedef alan terör tehdidine son verecek, Türkmen varlığına sahip çıkarak adımlar atması, kalıcı sonuçlar üretecek hamleler yapması istenmiyor. Türkiye’nin tarihi ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik alanda bir oyun kurucu aktör olması ise hiç istenmiyor. 1991’de Kuveyt’e giren Saddam’ı tepeleyip ülkesinin kuzey parselinde korsan bir devlet kuran çağdaş haramiler, Türkiye’nin Çobanbey merkezli olarak oluşturmak istediği “Güvenli Bölge”de bir Türkmeneli oluşturmasından kaygı duyuyorlar.

SURİYE’NİN KUZEY PARSELİNDE BİR DEVLET KURULACAKSA, BU, TÜRKMENELİ DEVLETİ OLMALIDIR

Suriye’nin kuzeyinde devlet kurma peşinde olan PYD’nin dayandığı Kürt kökenli nüfus ülke nüfusunun yalnızca yüzde 10’u ve bu oran batıya ilerledikçe giderek azalıyor. Adı Mabuk olarak “Kürtleştirilen” Menbiç’te bu oran yalnızca yüzde üçtür!

Hem DEAŞ hem YPG hem de rejim güçleri tarafından bombalanan, katledilen Suriyeli Türkmen nüfusu ülke nüfusunun yüzde 13.5’ni oluşturuyor ve oran Türkiye sınırına doğru giderek artıyor. O nedenle, Suriye’nin kuzey parselinde bir devlet kurulması gerekiyorsa, bu devlet PYD’nin yapay kantonları değil, yüzlerce yıllık geçmişi olan Türkmeneli olacaktır. Bu, yalnızca Türkiye’nin arzusu değil, tarihi gerçeklerin ortaya koyduğu bir zorunluluktur.

ABD “Koridor”u Akdeniz’e uzatma konusunda ısrarlı.

Rusya ve İran kendilerini enerji tedarikçisi konumundan çıkaracak, Ortadoğu denkleminden soyutlayacak bu “Koridor”u engelleme konusunda kararlı.

Türkiye, 15 Temmuz savrulmasına rağmen, geç kalmış bir hamleyle sınır güvenliğini, ülke bütünlüğünü sağlama ve Türkmen haklarını savunma konusunda, bir dizi riski göze alarak, kararlı bir hamleler yapıyor.

Ortadoğu’daki gelişmeleri izlerken, olan bitenin asıl amacını görebilmek için, noktasal gelişmelere değil, yukarda özetlemeye çalıştığımız fotoğrafın bütününe odaklanmak gerekiyor.