Medeniyet ve ilmin kapısını maalesef, Osmanlı Devleti’nin son zamanlarında 

     Bazı unsurlara kapattırdı. 

     Onlar da, dinin dış görünüşüne ait  bazı hususları bilimin bazı mes’elelerine karşı sanarak, 

     İlim ve fenden ürktüler.

     Nitekim dünyanın yuvarlaklığı ki, coğrafya ilminin başta gelen konusudur. 

     Bunu dine aykırı zannettiler. Bu, delil gerektirmeyecek derecede açık mes’elede; 

     Din ile ilim, karşılıklı olarak birbiriyle restleşti.

     Öyleyse İslâmiyetteki dosdoğru yolu göstermek gerek.

     Öyleyse aşırılık karşısında, aşırılığa sapan  din düşmanlarının şek ve şüphelerini reddedip,

     Yüzlerine vurmak lâzım.

     Bununla beraber İslâmiyetteki doğru yolun öteki tarafını teşkil eden 

     Ve ahmak dost ünvanına lâyık olan müslümanların aşırılığa düşenlerini de uyarmak icab eder.

     Çünkü onlar, herşeyi sadece dış yüzüyle görmektedirler. 

     Âdeta kabuk düşkünüdürler. 

     Onlara vehim ve kuruntularının ne kadar yersiz ve asılsız olduğunu göstermek zorundayız.

     Böylece gerçek rehberlere yardımcı olup, kuvvet vermeliyiz.

     Böylece İslâm âleminin parlak geleceğine yol açanlara yardım edip, 

     Onlara ışık tutmalıyız.

     Böylece İslâmın doğru yolunda, tam bir zafer umudu ile çalışan 

     İslâm âlim ve bilginlerine yardımcı olup, onlara destek olmalıyız.

     Böylece, İslâma akıllıca sâdık olanlara yardım edip, 

     Onların yanında yer almalıyız.

     Kısaca ifade etmek gerekirse, 

     İslâmın o elmas kılıncına cila vurmalı. 

     Ona musallat ve tebelleş olan pasları gidermeli. 

     Bu suretle İslamiyetin ruhunu, özünü 

     Gün ışığına çıkarmalıyız.

     Zamanımızda fikirler birbiriyle elele vermiştir. 

     Birbirinden haberdardırlar. 

     Kazanılan tecrübeler, herkesce bilinmektedir.

     Dünya küçülmüştür. 

     Gizli bir şey kalmamıştır. 

     Her şey insanlığın gözü önünde cereyan etmekte, olup bitmektedir

     Bütün mes’ele paraya kalmıştır artık. 

     Parası olanın gerçekleştiremeyeceği şey yoktur.

     Durum bu merkezdeyken, delil üstüne delil getirmeye ne lüzum var derseniz?

     Deriz ki, daha doğrusu denmiştir ki aziz okur:

     Şu zamanın kıt’asında yaşayan insanlar; 

     Gerçi içinde bulunduğumuz asrın evlâdıdır. 

     Fakat fikir ve ilerleme ve çağa ayak uydurma bakımından 

     Ortaçağların yadigâr ve kalıntısıdırlar.

     Sanki aynı yüzyıl içinde beraber yaşadığımız çağdaşlarımız 

     Milâdî onuncu asrın nihayetinden

     Yirminci asra kadar geçmiş olan asırların fihristesidir.

     Yahut o yüzyılların örneği ve modelidirler.

     Ya da melez / karışık bir kavimdirler.

     Hattâ bu zamanın, bizce kanıtlanması gerekmeyen, öyle çok şeyleri var ki, 

     Onlarca vehim ve kuruntular cümlesindendir.