Prof. Dr. Vâris ÇAKAN

Söze Başlarken    

       Son yıllarda Doğu Türkistan meselesi Dünya gündeminde ön sıralarda yer almakta ve  Doğu Türkistanlıların gözyaşları bir türlü dinmemektedir. Özellikle Çin’in Mart 2017’den itibaren bölgede uyguladığı yüksek gerilim politikası ile Uygur Türklerinin insanı hak hukuklarını iyice göz ardı etmesi BM başta olmak üzere uluslar arası kamu oyunun dikkatini üzerine çekmiş vaziyettedir. BM’nin 05.12.2018’de Doğu Türkistan’daki   sözde “Eğitim Kampları” ile ilgili açıklamasında bir milyonu aşkın Uygur Türkünün “Terörizmle Mücadele” gerekçesi ile zorla kamplara alınarak evrensel insani haklardan mahrum bırakıldığı dile getirilmişti.Ardından Türkiye Dışişleri Bakanlığı da 09.02.2019 tarihinde:  Çin makamlarının Uygur Türklerine yönelik sistematik asimilasyon politikası, insanlık adına büyük bir utanç kaynağıdır. Çin makamlarını, Uygur Türklerinin temel insan haklarına saygı göstermeye ve toplama kamplarını kapatmaya davet ediyoruz. Türk kamuoyunun ağır insan hakları ihlalleri konusundaki tepkisinin Çin makamlarınca dikkate alınmasını bekliyoruz" şeklinde açıklama yapmıştı.

Buna rağmen aradan geçen iki buçuk  yıldan buyana hala Çin’in ısrarla Uygur Bölgesindeki baskı ve zulüm politikasını devam ettirdiğine şahit oluyoruz.

Nitekim Cumhurbaşkanımız sayın Recep Tayyip Erdoğan 21 Eylül 2021’deki BM’in 76. Genel Kurulundaki hitabında  ve 01 Ekim 2021 tarihinde  TBMM’deki özel oturumda yaptığı konuşmalarında: “Çin’in toprak bütünlüğü temelinde  Müslüman Uygur Türklerinin temel haklarının korunması hususunda daha çok çaba gösterilmesi gerektiğini, Uygur Türklerinin insan haklarından en geniş manada istifade edebilmelerinin de takipçisi Olacağı”nı dile getirmiştir.

Bu konuşmaları Çin Hükümetinin ne kadar dikkate alıp almayacağını elbette Doğu Türkistanlı kardeşlerimiz gibi 84 milyon Türk halkının da takıp edeceğinden eminiz.

    Çin’in her platformda bölgenin “Ezelden beri Çin’in bir parçası” olduğunu iddia ettiğine şahit oluyoruz. Eğer başta Türkiye olmak üzere Osmanlı gibi büyük imparatorlukların bugün yer yüzünde yaşayan varisleri de yakın geçmişinde hükmettiği toprakları tıpkı Çin gibi kendi toprakları olarak kabul edip peşine düşerse dünyanın hali nice olurdu acaba? Bu sorunun cevabını ancak herhangi bir ideoloji veya baskı altında kalmayan gerçek tarihçilerin verebileceğini düşünüyorum.

    Şimdi kurulduğundan beri (1955) özerkliğin avantajlarından mahrum bırakılan, Çin’in “Sincan Uygur Özerk Bölgesi” bizim “Doğu Türkistan” dediğimiz bu bölgede olup bitenleri tarih temelinde değerlendirmeye çalışalım.             

Tarihçesi

        Çin Halk Cumhuriyeti'nin işgali altındaki sözde Sincan Uygur Özerk Bölgesi (Doğu Türkistan) Uygurların ve Uygurlarla soy bağı olan diğer Türklerin ana yurdudur. Bu nedenle bölgeye "Doğu Türkistan" denmiştir.

Asya Hun İmparatorluğu'nun M.S. 216'daki çöküşünden sonra, Doğu Türkistan'ın önemli bir kısmı yerel küçük hanlıklar (Şehir devletçikleri) tarafından yönetildi. M. S. 4. yüzyıldan sonra Doğu Türkistan sırasıyla Akhun (Güney ve Güneydoğu kısmı), Töles (Kao-ch'e-guo 487-552), Göktürk ( 552-744) ve Uygur (745-780) Devletleri tarafından yönetildi.

Karahanlı devletinin kurulmasından sonra (840-1212), özellikle Karahanlı hükümdarı Sultan Satuk Buğra Han’ın İslam'ı kabul etmesinden sonra, Doğu Türkistan İslam Dünyasının bir parçası oldu.İslamiyet’i kabul ettikten sonra her seviye ve derecede eğitim veren Medreseleri ile de meşhur olan Doğu Türkistan, dünyanın dört bir yanından gelen öğrencileri kabul etmiş ve tarihe yön veren devlet adamları ve cihanşümul bilim adamlarını yetiştirmiştir.

       Bu bölgeden dünyanın dört bir yanına göç eden Türk kabileleri İslam'ı dünyanın çeşitli ülkelerine yaydılar.

      13. yüzyılın başlarında Türk-İslam dünyasını kasıp kavrayan Moğol istilasından Doğu Türkistan da nasibini almış ve Karahanlılar döneminde gelişen Türk-İslam kültürü tahribata uğramıştı. Çağatay ulusunun Türkleşerek İslamiyet’i kabul etmesiyle Doğu Türkistan tekrar yükselişe geçerek 15. yüzyılda Türkistan’ın kültür sanat ve bilim merkezi olmuştu.

Doğu Türkistan’daki ilim yuvalarında yetişen alimler Türkistan’ın diğer  bölgelerini de aydınlatmıştır. 1514 yılında Yerkent şehrinde kurulan Seidiye Hanlığı döneminde Doğu Türkistan’ın Yarkent, Kaşgar, Turfan ve Hotan gibi şehirleri birer ilim irfan yuvasını dönüşmüştür.

        17. yüzyılın son çeyreğinde kendinin peygamber soyundan geldiğini iddia eden halk arasında “Akdağlılar” olarak bilinen İşkiye  sülükünün lideri  Hidayetullah İşan (Doğu Türkistan’da Apak Hoca olarak bilinir) devleti ele geçirmek için gizli örgüt kurduğu sebebiyle zamanın hükümdarı İsmail Han tarafından sınır dışı edildikten sonra Dalay Lama’ya sığınır ve onun  desteğini alarak onun sadık mürtlerinden olan Cungar hükümdarı Galdan Boşgot ile işbirliği yaparak Yarkent Seidiye Hanlığını yıktıktan sonra Cungar hegemonyası sı altında kendinin Kukla hakimiyetini kurar. Fakat Dalai Lama’nın yardımı karşılığında Doğu Türkistan’ın Cungar istilasına maruz kalmasına sebep olan Apak Hoca’ya karşı halkın tepkileri de gün geçtikçe artmaya başlar.

Cungarlara dayanarak  saltanat sürdüğü  15 yılda  Yarkent Seidiye Hanlığı döneminde Doğu Türkistan’da yükselen ilim  irfan ve kültür sanat merkezlerini  ortadan kaldırarak memleketi adeta karanlığa mahkum eden Apak Hoca    1693’te halk arasında Karadağlılar olarak bilinen İshakiye sülükünün bir müritleri tarafından öldürülür. Apak Hoca’nın ölümü iç çekişmelerin fitilini ateşler.

    Karadağlılar Danial Hoca’yı Hocent’ten Yarkent’e geri çağırarak Yarkent’te tahta oturtur. Buna karşın  Akdağlılar da Kaşgar’da Ahmed Hoca’yı tahta geçirir.İki sülük arasında yaşanan iç savaş Doğu Türkistan’ın Cungarlardan sonra Çin Manzhou İmparatorluğunun istila etmesine zemin hazırlar. 

Cungar prenslerinden Davaatsi ile Amursina arasında çıkan taht savaşında tahtı kaybeden Amursina’nın Çin Man-zhou imparatoru Qian-long’dan (1735-1795) yardım istemesi sonucunda 1755’te Doğu Türkistan’a giren Çin Man-zhou İmparatorluğu ordusu fırsattan yararlanarak Doğu Türkistan'ı işgal etmek için harekete geçer ve 1757’de Doğu Türkistan’ın kuzeyini 1762'de de  Doğu Türkistan’ın güneyini tamamen işgal ederek bugünkü Gulca'da  İli Askeri Valili’ğini kurar.

Doğu Türkistan halkı, yaklaşık yüz yıllık bir süre boyunca bu işgale karşı mücadele eder ve sonunda 1865 yılında Mançu-Qing işgal ordusunu yenerek Doğu Türkistan’da  bağımsız beş yerel hükümeti kurar.Daha sonra Mehmet Yakup Beg bu beş yerel hükümeti birleştirerek Kaşgariye Devletini  kurar.

Kaşgariye Devleti, Rus Çarlık İmparatorluğu, İngiliz İmparatorluğu ve Osmanlı İmparatorluğu ile diplomatik ilişkiler kurmuştur. Kaşgariye Devletinin Osmanlı sultanı Abdulaziz Han ile yakın ilişki kurması ve Osmanlı Padişahı adına para bastırması bölgedeki Rus ve İngiliz temsilcilerinin Kaşgariye Devleti ile olan diplomatik ilişkilerini askıya almasına neden olur.Böylece Doğu Türkistan ikinci kez Çin Man-zhou İmparatorluğu tarafından işgal edildi.

Rusya Çarlık İmparatorluğu, 1877-78 yılları arasında “93 Savaşı” olarak adlandırılan Osmanlı-Rus savaşında Osmanlı Devletini yenilgiye uğrattığı için Osmanlı Devleti Doğu Türkistan’daki nüfuzunu kaybeder. Türkistan, 1881 yılında Moskova'da yapılan İli Anlaşması ile Çin Man-zhou İmparatorluğu ile Rusya Çarlığı arasında paylaşılır.

Bu paylaşımdan sonra, Doğu Türkistan, 18 Kasım 1884'te Mançu-Qing imparatorunun emriyle “Yeni zemin” veya “Yeni toprak” anlamına gelen  "Xinjiang” (Türk basınında Sincan olarak da geçer) adıyla Çin Man-zhou İmparatorluğunun hudutları içinde gösterilmeye başlar ve yönetim merkezi Urumçi’ye taşınır.

Doğu Türkistan'ın "Xinjiang” adıyla Mançu-Qing İmparatorluğu’nun bir eyaleti olarak ilan edildiği gün Han Çinliler ile Uygurlar arasındaki sorunun başladığı gün idi. 1911'de Mançu-Qing İmparatorluğu'nun yıkılmasından sonra Doğu Türkistan, aslen Man-zhou harp beylerinden olan Yang Zeng-xin (1912-1928) ve Jin Shu-ren (1928-1933)  tarafından Çin Cumhuriyetinden bağımsız olarak yönetilir.Bu iki müstebit yönetici döneminde Doğu Türkistan özgür dünyadan tecrit edilir halkı eğitimsiz ve fakir bırakılır.

1930'ların başlarında Kumul, Kaşgar ve Hotan illerinde Çin'e karşı meydana gelen milli ayaklanma sonucunda, 12 Kasım 1933’te Kaşgar'da Doğu Türkistan İslam Cumhuriyeti 'kurulur. Fakat söz konusu cumhuriyet Urumçi’deki Çinli askeri Vali Sheng Shi-cai hükümetine askeri yardım sağlayan Sovyetler Birliği tarafından ortadan kaldırılır.

Binlerce  Doğu Türkistanlı  vatanperver aydınlar ve devlet adamları Sovyetler Birliğinin verdiği askeri ve istihbarı destekle katledilir ve tutuklanarak hapse atılır. Bunun karşılığında Sheng Shi-cai Sovyet askerlerinin Doğu Türkistan’ı yağmalamasına ve Sovyetler Birliği’nin Doğu Türkistan’da imtiyaz sahibi olmasına göz yumar.

1934'te Stalin'in direktifleri doğrultusunda Sheng Shi-cai, Sovyetler Birliği'nin Batı Türkistan'da uyguladığı yerel kimlikleri inşa etme politikası gibi, Doğu Türkistan’da da halkın  kimliklerini tanımlamak için kullandıkları “Türk” ismi yerine “Uygur”, “Kazak”, “Kırgız” “Özbek”, “Tatar” gibi etnik isimleri kullanmaya başlar.

Bunların içinde Uygurlar nüfusun mutlak çoğunlukta idi. Diğer etnik grupların önemli bir kısmı ise 1930’lu yılların başında Stalin hükümetinin zulmünden kaçıp gelenler idi. Sheng Shi-cai, 14 Nisan 1933’ten 29 Ağustos 1944’e kadar  Sovyetler Birliği ve Çin Komünist Partisi ile yakın işbirliği yaparak Doğu Türkistan'ı yönetir.

       İkinci Cihan Harbi sonunda, dünyadaki güç dengesinde büyük değişikliklerin meydana gelmesi ile Doğu Türkistan'ın İli bölgesinde başlayan Uygur ve Kazak Türkleri, Milliyetçi Çin Hükümeti ve onun işgalci ordusuna karşı bağımsızlık savaşı başlatır ve ülkenin kuzeyini düşman ordusundan temizleyerek 12 Kasım 1944'te Gulca’da Doğu Türkistan Cumhuriyeti'ni kurar.

Ancak, İkinci Dünya Savaşı'nın en büyük kazananı olan Sovyetler Birliği ve Çin bu yeni cumhuriyete yaşama fırsatı vermez.

4-11 Şubat 1945'te gerçekleşen Meşhur Yalta Konferansında, Doğu Türkistan'ın, yani Uygur Türklerinin kaderi Franklin D.Roosevelt ve Winston Churchil’in rızasıyla Stalin'in inisiyatifine bırakılrı.

Stalin daha sonra Çin'deki iç savaşın galibi Mao Ze-dong ile Doğu Türkistan ve Dış Moğolistan konusunda bir anlaşma yapar ve Komünist Çin yönetimindeki Kızıl Ordu'nun Ekim 1949'da Doğu Türkistan'ı işgal etmesine izin verir.

Çin Doğu Türkistan’da eski Sovyetler Birliği tarafından 1930'lu yıllarda Batı Türkistan’da uygulanan “Özerk Bölge” politikasını uygular ve 1954 yılında Doğu Türkistan’da İli Kazak Özerk İdaresi, Boritala Moğol Özerk İdaresi, Bayingulun Moğol Özerk İdaresi ve Kızılsu Kırgız Özerk İdaresi gibi beş özerk idari bölgeyi oluşturduktan sonra 1 Ekim 1955 yılında  sözde “Sincan Uygur Özerk Bölgesi”nin kurulduğunu ilan eder.

Özerk bölge Yasası, özerk bölgenin kurulmasından yaklaşık 30 yıl sonra yürürlüğe girdi. Ancak, hem Çin anayasasında hem de Komünist Parti tüzüğünde Çin Komünist Partisi'nin bölgedeki sekreterinin yetkileri Uygurların içinden seçilen özerk bölge reisininkinden (Genel Valisi) daha üstün hale getirildiği için Özerk Bölge Yasası ile de bölgedeki Uygur ve Kazak gibi Türk halklarının gerçek anlamda bir özerkliği hiçbir zaman olmamıştır.

Çin Özerk Bölge Yasasında yazılı olmasına rağmen bölgedeki Çinli parti sekreterleri ve yöneticiler 2000 yılının başından itibaren Uygurcayı resmi yazışmalarda ve eğitimde devre dışı bırakmıştır. Devlet Dili kisvesi altında Uygurca ve diğer Türk lehçelerini konuşmak ve bu lehçelerde neşredilen eserleri okumak “bölücülük” yapmakla suçlanarak cezalandırılmaktadır.

Çin’in Rüyası Bir Kuşak Bir Yol Projesi ve Güvenlik Politikası  

Çin temeli 1996’da Şanghay’da atılan ve 2001’de Özbekistan’ın katılımıyla kuruluşunu tamamlayan Şanghay İşbirliği Örgütü’nden aldığı güç ve cesaretle küresel güç olma yolunda hızla ilerlemişti.

Çin ABD Öncülüğündeki Batı bloğuna karşı Asya’daki gücünü pekiştirerek Doğu bloğunu oluşturmak için 2013’te asrın projesi olarak tanımlanan “Bir Kuşak ve Bir Yol”  projesini dünyaya ilan eder.

Söz konusu Projeyle Avrupa ve Asya’daki 67 ülkenin birbirine bağlanmayı hedefleyen Çin için güvenlik ve istikrar hayatı önem taşıyordu.

14-15 Mayıs 2017’de Pekin’de yapılan İpek Yolu Forumu’nda Türkiye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip ERDOĞAN, “Yeni İpek Yolu Projesi kapsamındaki ülkelerin vatandaşlarının hayat standartlarının artmasından bahsederken, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin,  “Projenin küresel ekonomi için itici rol oynayacağı” nın üzerinde durur.

Ev sahibi ülke Çin’in Devlet Başkanı Xİ Jin-ping ise “Projenin güvenlik ve finans bağının  güçlendirilmesini” ortaya koyarak katılımcı ülkelerle bir güvenlik koordinasyon mekanizması kurulmasını gündeme getirir.

Dolaysıyla Çin projenin güvenliğini koruma bahanesiyle istila ettiğinden beri uyguladığı bütün baskı ve zulüm politikalarına rağmen bir türlü asimile edemediği Doğu Türkistan’ın tüm il ve ilçelerinde tıpkı Stalin Yönetimindeki Sovyetlerin 1930’da kurduğu GULAG ölüm kampları, Nazi Almanya’nın 1933’te kurduğu DACHAU ölüm kamplarını aratmayacak sözde “Eğitim Kampları”nı kurarak Doğu Türkistanlıları kadın erkek yaşlı genç demeden “Beyinlerindeki zararlı virüsleri temizlemek” için bu kamplara atmıştır.

 Çin’in Doğu Türkistan’da Yüksek Gerilimli Politika Uygulamasının Nedeni

Doğu Türkistan Çin'in, Gobi çölünün ilerisindeki ve setin arkasındaki tek işgal bölgesidir. Bu yönüyle Çin'in Batıya açılan penceresi konumundadır. Coğrafi konumun siyaset üzerindeki etkisi ve stratejik olarak da avantajlı olmaları gerçeği, Doğu Türkistan'ı Çin için vazgeçilmez hale getirmektedir.

Bu nedenle Çin, işgal ettiği Doğu Türkistan topraklarından çekilmek ve burada bağımsız bir devlet kurulmasına izin vermek yerine, baskı ve şiddetle yerli halka işgali kabul ettirmeye çalışmaktadır. Bir yandan da haber alma ve iletişim özgürlüğü de dâhil olmak üzere her türlü özgürlüğü ortadan kaldırıp, Doğu Türkistan'ı kapalı bir kutu haline getirerek, bölgeyi mümkün olduğunca dünya gündeminden uzak tutmaktadır.

21. yüzyılın Kuveyt'i olarak da anılan Doğu Türkistan, petrol, doğal gaz, uranyum, kömür, altın ve gümüş madenlerinin bolluğu ile dikkat çekmektedir ve bu yönü ile Çin'in en önemli hammadde kaynaklarından biri olmakla birlikte önemli bir enerji koridorudur.

Çin’in Kazakistan ve Türkmenistan gibi Orta Asya Türk cumhuriyetlerinden aldığı petrol ve doğal gaz buradan Çin’in büyük şehirlerine ulaştırılmaktadır.Dolaysıyla Çin sahip olduğu ekonomik ve siyasi gücünü kullanarak evrensel insan haklarını da çiğneyerek Çin’in Doğu Türkistan’ı işgal ettiğinden beri aralıksız devam ettirdiği asimilasyon politikalarına karşı Uygurların milli direnişini tamamen kırmak istemektedir.    

Doğu Türkistan’da Son Durum ve Beklentiler

Çin’in Doğu Türkistan’da son yıllarda tozunu arttırarak uygulamakta olduğu aşırı baskıcı politikaları Dünya basınında da yer almaktadır. Komünist Çin hükümeti son 10-20 yıl içinde çeşitli sebeplerle yurt dışına çıkan (özellikle İslam ülkelerine) tüm Uygur Türklerini kadın erkek, çoluk-çocuk, yaşı ve hasta demeden adeta üstü açık hapishanelere dönüşen sözde Eğitim Kamplarına toplayıp sözde "Vatanseverlik Eğitimi”ne tabii tutmaktadır.Eğitimin süresi belirsiz olup bu süre zarfında kamp sakinleri aileleri ile görüştürülmüyor.

Genç kadın ve erkeklerin kalma süreleri ise daha uzun olup nerede kaldıklarını kimse bilmiyor. Ailelerine bilgi de verilmiyor. Bazı kişilerin sözde Eğitim Kamplarında hastalıktan ve işkenceden öldüğü bilinmektedir.

Mart 2017’den bu yana Türkiye’nin çeşitli illerinde ikamet etmekte olan 50 binden fazla Doğu Türkistanlı Müslüman Uygur, Kazak ve Kırgız Türkleri ve başka ülkelerdeki tüm Doğu Türkistanlılar  aileleri ile görüşememektedir. Ulaşım ve haberleşme imkanı neredeyse tamamen yoktur.

Çin’in Doğu Türkistan Bölgesinde  Müslüman Türklere  uyguladığı aşırı baskıcı politikaları neticesinde başta Doğu Türkistan olmak üzere dünyanın çeşitli bölgelerinden gelip Türkiye’ye sığınan Uygur Türklerinin sayısı hızla artmıştır. Bunların içinde üst düzey bilgiye sahip çeşitli meslek sahipleri de azımsanmayacak düzeydedir.

Edindiğimiz bilgilere göre bunların önemli bir kısmı bir boşluk içindeler ve çıkış yolu aramaktadır.Bir kısım Doğu Türkistanlılar son aylarda Mayıs 2017’de  Türkiye ile Çin arasında karşılıklı olarak imzalanan “Suçluların İadesi Anlaşması”ndan dolayı yıllardır Orta Asya Türk cumhuriyetlerinde olduğu gibi Türkiye’de Çin’e iade edilebileceği endişesi ile imkan ve yol bulabilenlerin Avrupa ülkelerine gitmekte olduklarına şahit oluyoruz.

Türkiye’deki farklı unvan ve isimler ile  yıllardır faaliyet gösteren Doğu Türkistanlı teşkilatlar ve derneklerin Türkiye’deki Doğu Türkistanlılar üzerinde yeterli ölçüde etkili olamadığı veya yetersiz kaldığı, bir kısım Doğu Türkistanlıların Türkiye’de faaliyet gösteren fakat milli ve yerli olmayan farklı düşünce ve ideolojilere sahip örgüt ve şahısların tesiri altında kaldığı, onların yoğun propaganda ve kışkırtmalar ile Uygur örf adetleri ve kültüründen de uzaklaşarak Uygur toplumunda ideolojik temelli parçalanmaların giderek derinleştiği de bir gerçektir.

Dolaysıyla Türkiye Cumhuriyeti Devletinin ilgili  kurumlarında ve Doğu Türkistanlıların yoğun olarak yaşadığı illerde mahsus Doğu Türkistanlılara yönelik hizmet birimlerinin tesis edilmesi ve bu birimlerin karşılıklı güven ve saygıya dayalı işbirliğini sağlamak için  koordinatörlük ve denetim görevi yapan bir üst birliğin (Platformun) oluşturulmasının hem Türkiye Cumhuriyetinin Doğu Türkistan politikasının sağlam bir zeminde  yürütülmesi açısından hem suiistimali önlemek açısından hem de Türkiye’de ikamet eden Doğu Türkistanlıların ortak bir milli mefkurede birleşmeleri açısından hayatı önem taşıdığı kanaatindeyim (Son).