ANADOLU’DA TEDCİD VE TEDRİS’E ENSÂR OLANLAR!... ( 4 )

Kurs, Doğanbey’den  Huğlu’ya  nakledildikten  sonra, daha  önce,  Karaman’a  gidip,  merhum,  Şükrü  Taşkıran  Hoca’dan bir  yıl  kadar  ders  okuyan,  Gencekli, Gencek,  Huğlu’ya  6  km. mesafede,  o  yıllarda, Nahiye  Merkeziydi. Durmuş  Ali  Bağcı,  Hüseyin  Şahin, ( Çakaloğlu  Hüseyin)  yan’larına,  Küçük  Durmuş, (  Durmuş  Baykal), eniştesi,  Büyük  Hüseyin,  Huğlu’ya  gelmişler,  Kuyucu’nun  Odası’nın , misafirlerin  at’larını  bağladığı,  At  Ahırına  yerleşmişler,  tedrisata  başlamışlar,  Huğlu’ya  takriben,  18  km.  mesafedeki  Çetmi’(  şimdilerde  adı, Akçabelen  olarak  değiştirilmiştir.)  den,  Abdullhah  Şahin, Kardeşi,(  ismini  hatırlayamadım), Ahmed  Kuyucu,  Hüseyin  Kuyucu   gelmişler, Derebucak  Kövyünden, ( Derebucak  bilahere  Konya’nın  ilçesi  haline  getirildi.)  Mustafa  Turgut( müdür), Sarı  Hafız,  Ahmed  Akyürek, Ormancı’nın  oğlu, Mehmed  Merdin,  Huğlu’ya  gelmişler, kendilerine  gösterilen  evlere  yerleişmişler,  ders’lere  başlamışlar. Bunca  talebe-i  Ulûm, hizmet, müderris,  ilim,  ayağımıza  kadar  gelmiş,  bize  düşen  koşmak  olmalıdır,  demiş  olmalılar...
Bizim  Köyü’müz, o  yıllarda,   ters  istikamette  ve  çok  uzak  olmasına  rağmen,  Seydişehir’e  bağlıydı.  Bilahere,  bir  grup  köy,  yakınlığı, alış  verişi,  içtimâΠ münasebetler  bakımından  Beyşehir’e  bağlanmıştık, Ben  askara  giderken,  Askerlik  Şubemiz, Seydişehir  idi, Terhis  edildiğimde  Beyşehir  olmuştu. Derebucak, köylerin  bile  ilçe  yapıldığı  bir  furyada, Büyükce bir  köy  olan, Derebucak  ilçe  yapıldıktan  sonra,  yakanlığı  dolaysiyle  bir  grup  köy  ile  Derebucağa  bağlandı. Huğlu’ya  takribî, 18  Km.’dir.  Biz’ler  de,  ben,  11  yaşında,  Mustafa  Akkoca, ben’den  üç  yaş  büyük, Köyü’müzün  imamı,  Merhum,  Ramazan  Kara’nın  oğlu,  Memiş  Kara,( bilahere  ismini, Haydar  olarak  değiştirdiği  için,  Haydar  Kara, Ramazan  Kara  Hoca’mızın   yeğeni, aynı  zamanda  damadı,  Hafız,  Mehmed  Alız  ve  bendan  dört  yaş  büyük,  Dayımın  oğlu,  Said  Üçbaş...   Ağabey’im,  Merhum,  Ramazan  Akkoca  ve  Köyü’müzün  imamı,  Merhum,  Ramazan  Kara,  birer  kağnı  koştular,  kışboyu,  yakacağımız  bir-küç  starlık  odunu,  Yatak’larımızı,  kilimlerimizi, Gaz  Lambamızı, tarhana,  bulgur,   Kurugıda,  bakliyat, tere  yağı, çökelek, kese  yoğurdu,  gibi  ba’zı  ihtiyaç  ve  gıda  maddelerini  de  kağnılara  yükleyip,  gün  kararmaya  başladığında,  Huğlu’ya  ulaştık, Talebe’nin  iaşe,  ibate  ve  iskanı  işleriyle  aylakadar  olan, Hacı  Mehmed  Tanık  Amca’ya   haber  verdik. Tanık  Amca,  önümüze  düştü, yola  yakın  bir  bir bina’nın  önünde  durduk. Sonradan  öğrendiğimize  göre  burası, Üst  Katındra  Karamanlı’ların, at  ahırında  da,  Gencekli’lerin  kaldığı, Kuyucu’nun  odasıdır.  Bizim  nasibimize, Kuyucu’nun  odası’nın,  yıllarca  misafirlerin  merkep’lerini  bağladığı, Eşek  Ahırı,  düşmüştü, Gündüz’leri  bile  ışık  almayan, sadece  giriş  kapısının  üstünde,  küçük  bir  havalandırma  vastası  bulunan, Eşek  Ahırına  yerleştik.Yıllarca,  kürenmediği,  temizlenmediği  için, 30-40  Cm. Kadar kübre,  artık  bu  mekân’ın  zemini  haline  gelmişti. Ahıra  yerleştik,  kilimleri,  yatakları,  bu  gübre  zemin  üzerine  serdik,  yer  yataklarında,  koyun  koyuna  6  kişi  yattık, Bizi  bu  getirenler  dördükten  sonra  ise,  bu  ahırda,  yaklaşık,  1,5  yıl, biz  dört  kişi,  burada  yatıp-kalktık,  burada  yemeklerimizi  yedik,  burada  gündüz’leri  bile  Gaz  Lambası  ışığında  ders’lerimize   çalıştık  ve  hoca’larımızdan,    burada,  ders’lerimizi,  okuduk.  Müftülük  vaizlik  imtihanlarına  burada  hazırlandık...
Eşek  Ahırı  da  olsa,  İlim  Tahsil  yolunda,  Başamızı  sokacak  bir  yer  bulmuştuk. Nefisimize  ağır  gelse  de,  değer,  dedik,  Ders’lere,  Sarf’dan  Emsile’yi  ezberleyerek  başladık. Biz’den  onbeş  gün  önce  gelen, Emsile’yi   bitirip, Bina’ya  başlayan,  Çetmi’li  Hüseyin  Kuyucu’yu   bize  Hoca  olarak  verdiler.  Hücre  Tipi  Tedrisatta, BİR  Üst’deki,  bir  aşağıdakine,  Emsile’yi  bitirip  Bina’ya  başlayanlar,    Hücre  Tipi,  Tedrisata  göre, İzhar  okunurken,  siz, size,  Emsile,  Bina,  Avâmil  ve  Mmaksud  okurken,  size  hocalık  edenlere, siz,  hoca’lık  edebilirdiniz..
 Talebe  Profili,Talebe  arasında,  ben’den  küçük  veya  bir-kaç  büyük  yaşta  kimse  yokken,Talebe’nin  takribî, %  onu,  Askerliğini  yapmış,  evli,  çocuğu  olan  ağabeylerimizdi.Mesela, biz  Göynemli’ler, dört  kişiydik,Büyüğümüz,  Hafız  Mehmed  Alız,  Askerliğini  yapmış,  evli  ve  bir  çocuğu  vardı.Hemen  yanımızdaki,  At  Ahırında, kalan, Gencekli’lerden,  Büyük  Hüseyin  ve  Durmuş  Ali  Bağcı  ağabey’ler,  askerliklerini  yapmış  evli  ve  çocukları  vardı. Hafta’nın  ba’zı  günleri,  takribî,  6   km.  mesafedeki, Köy’lerine,  akşamları   geç  vakit  giderler,  sabahları  erkenden  dönerlerdi. Biz’ler,  18  km. mesafedeki  Köyü’müze, Perşembe  akşamları  gider,  Cumartesi  sabahları  erkenden  dönerdik...
Ders’lere,  tam  bir   rekabet   içerisinde,  hızla  devam  ederken,  birgün, Yanımızdaki,  Gencekli’lerden,  Durmuş  Ali  Bağcı,  Bizim  odaya  geldi,  Hafız, Mehmed  Alız’ın  kulağına  bir  şeyler  fısıldadı.Beş  dakika  sonra,  beraberce  bir  yere  gittiler,  giderken  nereye  gittiklerini,  geldiklerinde  nereden  geldiklerini  bize  söylemediler.Fakat,  bugünden  sonra,  bize  göre,  Hafız,  Mehmed  Alız’da tuhaf  haller,  görünmeye  başladı.  Ba’zı  geceler  seher  vakti  kalkıyor, ba’zı  geceler, Sabah  namazından  hemen  sonra,  bir  şeyler  okuyor,  boynunu  büküyor,  okuyor,  sükût  ediyor, bizler  bu  hareketlerinden  hiçbir  şey  anlamıyorduk.  Belki  de   hafız  olması  i’tibariyle,  ders’leri  bize  göre  daha  çabuk  ezberliyor,  bize  göre,  daha  iyi  anlıyordu. Fakat, biz,  bunu,  kendisine  verilen,  bize  verilmeyen,  hatta,  söylenmeyen  bir  sırra  bağlıyorduk. Hatta,  Çarşamba  akşamları,  bizim  üst  katımızda, Karamanlı’ların  kaldıkları  geniş  salon’da  bilhassa,  nisbeten  yaşlı  ve  bize  göre  olgun  ağabeyler,  toplanıyorlar,  bir  şeyler  okuyup  dağılıyorlar. Sorduğumuzda,  vakti  var,  gün  gelecek,  siz  de  ne  olduğunu  öğreneceksiniz,”  diyorlardı.
Aradan  üç  ay  geçmiş,Emsile,  Bina,  Avâmil  ve  Maksud’u  bitirmişiz, İzhar  okuyoruz. Durmuş  Ali  Bağcı  Ağabey, 2 Temiz  elbise’lerinizi  giyiniz,  hazırlanın,  beraberce  bir  yere  gideceğiz,” Hazırlandık, arkasına  düştük, Hüseyin  Özge  Hoca’mızın  evindeyiz,” Hoca’mız,  Mütebessim,  baba  şefkatiyle  bizi  kapıda  karşıladı, “ Buyurunuz, Hoca’larınızdan  öğgrendiğime  göre,  İzhar  okumaya  başlamışsınız,  Emsile,  Bina,  Avâmil  ve  Maksud’u  okutubilecek  seviye’ye  gelmişsiniz,  Sizi, tebrik  ederim, Bizim  beklentimizden  daha  kısa  zamanda,  büyük  mesafe  kaydettiniz, Artık,  “ vazife,”  alma  zamanınız  geldi. Onun  için  sizi,  da’vet  ettim.  İnşâ  Allah!  Bundan  sonra  ders’lerinizde,  çok  daha  başarılı  olacaksınız, Vazife’mizi  uzun  uzun  ta’rif  etti,  çay  ikramında  bulundu,  elini  öptük  ayrıldık...
Tekâmülaltı, Seviyesindekilere,  Kuyucu’nun  Odası’nın  geniş  salonunda,  Hoca’mız, Hüseyin  Özgen Hoca’mız,  bulunmadığı  zamanlarda, Durmuş  Ali  Bağcı  Ağabey  okutuyordu.Her  şey  yolunda  gidiyordu.Hazreti  Üstaz’ımız  2  yıl  devamlı,  geceli- gündüzlü, neredeyse,  24  saat  ders  okuttuğu,  talebe’yi,  Diyanet  İşleri Reisliği’nin  açtığı,   müftülük-  vaiz’lik   imtihanlarına  gönderir, hemen  hemen,  hepsi  de  imtihanlarını   kazanıp,  dönerlerdi.Biz  de   iki  seneyi  değil  ama,birinci  seneyi  doldurmuştuk, Artık,  Nahivden, Kâfiye’yi,  Molla  Cami’den, Metn-i  Alaka’yı, Şerh-i  Akâid’den,  Ramazanefendi’den,  ta’kip  edebiliyor,  daha  aşağı  mertebedeki  arkadaşlarımıza  hoca’lık,  ediyor, 1959  yılının  başında  açılması  muhtemel,- Zira,  Hazreti’miz, İmtihan’ın  açılması  için,  DEVRİN  Diyanet  İşleri,  Reisi, Merhum,  Eyep  Sabri  Hayırlıoğlu  ve Diyanet  İşleri  Müşavere  Hey’etindeki, Müderrislerle  daimî,  temas  halindedir.-imtihanlara  da  hazırlanıyoruz.
Kaderimizde  hep  hicret  yazılmış  ya! Karaman’da, Doğanbey’de, bilhassa, C.H.P.’li’lerin,  kışkırtmalarıyla,  zuhur  eden  fitne’nin  biraz  daha  şiddetlisi, ma’alesef, Huğlu’da  da  zuhur  etti. “ Kendilerine  yazık  eden  kimselere  melekler,  canlarını  alırken; Ne  işte  idiniz!” dediler. Bunlar; “ Biz  yeryüzünde  çaresizdik”  diye  cevap  verdiler.  Melekler  de: Allah’ın  yeri  geniş  değil  miydi?  Hicret  etseydiniz  ya!” dediler.  İşte  onların  barınağı  cehennemdir,  orası  ne  kötü  bir  gidiş  yeridir.” (  Nisâ/4/97)
“ Allah  yolunda  hicret  eden  kimse  yeryüzünde  pekçok  güzel  yer  ve  bolluk( imkân)  bulur.  Kim  Allah  ve  Resûlü  uğurunda  hicret  ederek  evinden  çıkar  da  sonra  kendisine  ölüm  yetişinse  artık,  onun  mükâfatı  Allah’a  düşer.  Allah  da  çok  bağışlayıcı  ve  esirgeyicidir.”  ( Nisâ/ 4 / 100)...