O, TEKÂMÜL KURS’LARINA ÇOK BÜYÜK EHEMMİYYET VERİRDİ!...
Merhum, Beyağabey, Kemal Kacar, Teakâmül Kurs’larına büyük ehemmiyyet verir, bu kurs’ların İstanbul’da tertip edilmesini isterdi. İstisnası, Hazreti Üstaz’ımızın ilk talebe’sinden, Merhum, Çırpanlı Hoca, Mustafa Çırpanlı’nın Alanya’da tertip ettiği, Tekâmül Kurs’larıydı. Yaşına, ilmine hürmeten, kendisini kırmamak için, Çırpanlı Hoca’mızın Alanya’da, Tekâmül okutmasına izin verir, ses çıkarmazdı.
Beyağabey, Tekâmül Kurs’larımız, yalınızca, formel, kitapların, ders’lerin tekrarıandan ibaret değildir, eğer öyle olsaydı, Tekâmül seviyesinde ders okutabilecek hoca’lar, Anadolu’nun muhtelif yerlerindeki kurs’lara gönderilir, Tekâmül Tedrisatı da, buralarda yapılabilinirdi.
Tekâmül Talebe’siin İstanbul’a alınması, Osmanlı Kültür’ünün, Türk-İslâm Sentezi’nin nüvesini teşkil eden, İstanbul’un Bülbül kokan, latif lisanına, adâb-ı muaşeretine, nezaket ve zarafetine vukufiyyetlerini te’min içindi. Anadolu’nun, muhtelif yerlerinhden, Tekâmül için Alanya’ya alınanlar, kış aylarında, Alanya Mertkzinde, yaz aylarında ise, başta Söbüçimen Yaylası olmak üzere, Batı Torosların muhtelif yüksek Yaylalarında göçer- konar, yörüklerle birlikte, aynı vasatta, Tedrisata devam ediyorlardı. Konuşmalarında, sohbetlerinde, hatta, va’az-u nasîhatlerinde, geldikleri bölgelerin, ya da, Alanya’lı’ların- Göçer-konar ‘ların şiveleriyle konuşuyorlardı.
MÜDERRİS’LERE HERHANGİ BİR MAAŞ- ÜCRET VERİLMEZDİ!...
Belki de, çok büyük bir hayrete düşeceksiniz ama, o devirlerde, kurs’larda- yurt’larda, ders okutan hoca’lara, müderris’lere herhangi bir ücret verilmezdi. Esasen,başta Tekâmül okutan müderris’ler olmak üzere, pekçok müderris, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, müftü, vaiz, Kur’ân Kursu muallimi, İmam-Hatip, Müezzin- kayyım olarak vazifeli oldukları için, Devletten maaş almaktaydılar. Tekâmül müderris’leri, Mustafa Özaltın müftü, Hafız HüseyinHüseyin Kaplan vaiz, Seyfeddin Alkan vaiz, Mehmed Arıkan vaiz idiler. Devletten maaş almeayan, Bendeniz gibi, Şevket Doğan gibiler ise, aiele’lerinin desteği ile hayatlarını idame ettirirdiler. Esasen, Kurs’un- yurdun bir odasında kalırlar, talebe için pişen yemekten yerler, hayatlarında israfa da yer olmadığı için fazlaca da paraya ihtiyaç duymazdılar..
O devrin idrâkini- anlayışını bugünkü, bir eli balda, bir eli yağda, bütün imkânlar asahip, kışları ısıtılan, yazları serinletilen, lüks sauina ve banyo’ları, Elaktriek, Doğalgaz ve Güneş Enerjisiyle, ısıtılan, Yediyıldızlı, oteller konforunda, altlarında araba ve sınırsız harcama salahiyyeti olanlar’da bekleme abesle iştigal olur.
Hazreti Üstazımız, talebe ve müntesiplerine, “ Evlâdım! Rızk gölge gibidir, gölgeni önüne alırsan, ne kadar gidersen git, koşarsan koş, onu asla yakalayamazsın! Gölgeni arkana alırsan, sen nereye gidersen git, o seni ta’kip eder,” bulurmuştu.
İşte, bizler, o devrin talebe ve müntesipleri bu ruhla ve bu idrak üzere hareket ederdik. Konya,Antalya, Isparta üçgeninde, Batı Toroslarda, Ailem, Tarım ve Hayvancılıka iştigal ediyordu.
Ben de dahil, aile ferd’lerimiz, işlerimize yetişemediğimiz için, yarıcılarımız, yanaşmalarımız vardı.. 1957 yılı’nın sonbahar aylarıydı, ben henüz, 11 yaşındaydım. Adkadaşlarımla beraber, Yolumuza,Da’va’mıza, intisap etmek üzere, gurbete- yolculuğa koyulmak üzereyken, Merhum Babam, Sânî, Mustafa Ağa Oğlu, Süleyman Ağa, iki Ağabeyim, Merhumlar, Ramazan Akkoca ile, Ali Akkoca’yı karşısına aldı. “ Arkadaş! - Babam bizlere çoğu zaman böyle hitap ederdi.- Bu Kardeşiniz, bir yol seçti. Bu yolda, para, maaş, mal, maddiyat yok. Allah rızası için çalışacak, İslâm’a- Müslümanlara, herhangi bir karşılık beklemeden hizmet edecek. Rabbim bana ne kadar ömür ihsan etmişse, ömrüm yettiğince ben arkasında olacağım, sizler de, şimdi bana söz veriniz, sizler de, Kardeşiniz bu yolda devam ettiği müddetçe, kendisinin arkasında olacak mısınız? Ağabey’lerim, “ Elbette Baba, Kardeşimizin Başımız üstünde yeri var! ve hep olacaktır,” dediler. Gerçekten de, Müderris olarak, gerek Tekâmül altı ve gerekse, Tekâmül Kurs’larında Tedrisata devam ettiğim yıllarda, bütün ihtiyaçlarım, Ailem, Babam ve Ağabey’lerim tarafından karşılanmıştır.
Hazreti Üstaz’ımızın yukarıdaki mübarek sözlerinin masadakını bizzat bendeniz yaşadım. Çatalca’da, Tekâmül okuttuğum yıllarda, Kitapçılarda bulunmayan ba’zı eserlerin te’mini için,sık sık, Beayazıt’daki Sahaflar Çarşısına gider, burada, Eser Kitapevi Sahibi, Merhum, Halil Eser, Ergin Kitapevi Sahibi, Merhum, Muzaffer Ozak ile görüşürdüm. Bunlarla müteârefemiz oluştu
Bu Kitapevi Sahipleri, Bizim okuttuğumuz, sarf, nahiv,metinler, fıkıh ve Usûl-ü Fıkıh kitaplarını yeni Teknoloji’yi göre Ofset Teakniğiyle bastırıyorlardı. Baskıda Matbaa usta ve çırakları, mücellidhanelerde, mücellidler Arapça ve Osmanlıca bilmedikleri için Baskıda ve cild’de, formaları ya karıştırıyorlardı ya da ters cildliyorlardı.Bu hata’ların olmaması için, son prova ve baskıda ve cild’e hazır bulunurdum, bütün me’sûliyyetini üstlenir, imza verirdim, ancak son baskıya ya da cilde geçilirdi.Tabi’î Kİ. Bunu ara dönemlerde, Ramazan ve bayramlarda, Tedrisata ara verdiğimiz zaman diliminde yapabiliyordum. Bu hizmetim karşılığı kendilerinden herhangi bir beklentim olmamasına rağmen, önemli miktarlarda bir bedel ödüyorlardı.” Allah,Rezzâku alemdir, rızıksız kul bırakmaz, ya,” diyerek, Allah yoluna revân olduğunuzda, bir şekilde rızk, sizi ta’kip eder...