YORUMCU’LARA   CEVAPLAR    VE  MUTALA’LAR!...   ( 7 /45)

BİR  PEYGAMBER’İN  YAKIN OLMAK ÂL  VE EHL-İ BEYT OLMAYA YETER Mİ?...

“ Nihayet emrimiz gelip de sular çoşup yükselmeye başlayınca Nuh’a dedik ki,( canlı çeşitlerinin) her birinden iki eş ile( boğulacağına dair) aleyhinde söz geçmiş olanlar dışında, aileni ve iman edenleri gemiye yükle” Zaten onunla beraber pek azı iman etmişti.”( Hûd/11/40)... ( Meâl’in sular çoşup yükselmeye başlayınca” kısmını” tandır(tennur) kaynayınca şeklinde tercüme edenler de olmuştur.. Müfessirler tandırın kaynamasını çeşitli şekillerde tefsir etmişlerdir. Son asrın müfessirlerinden M.Hamdi Yazır, Hz. Huhun gemisinin alela’de yelkenli bir gemi olmayıp buharlı bir vapur olduğuna işaret etmektedir ki, buna göre, “ tandır kaynadı demek vapurun ocağı yandı ve harekete hazır duruma ğetirildi, demek olur.)

“ (Nuh) dedi ki, “ Gemiye binin! Onun yüzüp gitmesi de durması da Allah’ın adıyladır. Şüphesiz ki, Rabbim çok bağışlayan, pek esirgeyendir.”( HûD /11/41)

“ Gemi dağlar gibi dalgalar arasında onları götürüyordu. Nuh, gemiden uzakta bulunan oğlu’na; “ Yavrucağım!( Sen de) bizimle beraber bin, kafirlerle beraber olma! Diye seslendi.” ( Hûd/ 11/42)

( Haz. Nuh’un oğlu babasına iman etmemişti. Nitekim, babası inananları gemiye bindirirken o ayrılarak bir kenara çekilmişti. Diğer oğulları Hâm,Sâm ve Yâfes babalarına inanmış ve onunla beraber gemiye binmişlerdi. Türk Milleti’nin Yâfes’in Türk adındaki oğlun’dan türediği rivayet edilir.)

“ Oğlu; Beni sudan koruyacak bir dağa çıkacağım, dedi. ( Nuh) “ Bugün Allah’ın emrinden( azabından), merhamet sahibi Allah’tan başka koruyacak kimse yoktur,” dedi. Aralarına dalga girdi, böylece o da boğulanlarndan oldu.”( Hûd/ 11/43) ( Bu âyete  şöyle de ma’na verenler olmuştur.” Bugün Allah’ın esirgediklerinden başkasını O’nun vereceği emirden koruyacak kimse yoktur”)

“ ( Nihayet) “ Ey yer suyunu yut! Ve Ey gök(suyunu) tut!” denildi, su çekildi, iş bitirildi; ( gemi de) Cûdî( dağının) üzerine yerleşti. Ve: “ O zâlimler topluluğunun canı cehenneme,” denildi.( HÛd/ 11/ 44)

“ Nuh Rabbine dua’ edip dediki:” Ey Rabbim! Şüphesiz oğlum da ailemdendir, Senin va’din ise elbette haktır, Sen, hakimler hakimisin”( Hûd/11/45) ( Haz. Nuh bunu derken Allah’ın ailesini boğulmaktan kurtaracağına dair vâ’dine işaret ediyordu.)

“ Allah buyurduki: Ey Nuh! O asla   senin ailenden değildir. Çünkü onun yaptığı kötü bir iştir. O halde, hakkında bilgin olmayan bir şeyi benden isteme! Ben sana  cahillerden olmamanı tavsiye ederim.” (Hûd/ 11/46) ( Bu âyetten anlaşılıyorki, insanlar arasındaki yakınlığın asıl sebebi din birliğidir. Allah’ın dinine inanmış ve Peygamber’ini tasdik etmiş kimseler biribirlerinin ma’nevî akrabası,yakını ve dostlarıdır. Bunların aralarında ma’nevî  bir birlik vardır. Mü’minlerle kâfirler ırk bakımından biribirlerinin akrabası olsalar bile, bu akrabalığın Allah katında hiçbir değeri yoktur. Nitekim Hz. Nuh’ un oğlu babasına inanmadığı için Allâhu Te’âlâ onu Nuh Peygamber’in ailesinden saymamıştır. Halbuki, Hazreti Peygamber aralarında hiçbir nesep bağı bulunmayan Selman-i Pâk’i kendi ailesinden saymıştır. Buna karşılık husûsiyle Bedir harbinde pekçok sahâbî, en yakınlarına, babalarına ya da oğullarına karşı savaşmışlardır.)

“ Nuh dediki: Ey Rabbim! Ben senden hakkında bilgim olmayan şeyi istemekten sana sığınırım. Eğer beni bağışlamaz ve esirgemezsen, ben ziyana üğrayanlardan olurum.” ( Hûd/ 11/47)

: “ Allah, inkar edenlere, Nûh’un karısı,Vâile, ile, Lût’un karısını,( Vâhile’yi)  misâl  verdi. Bu  ikisi, kullarımızdan iki salih kişinin nikâhları altında iken onlara hainlik ettiler. Kocaları Allah’tan gelen hiçbir şeyi onlardan savamadı. Onlara: Haydi ateşe girenlerle beraber siz de girin,” denildi.” ( Tahrim/66/10)

“ Allah, insanlara da Firavn’un karısını misâl gösterdi. O: Rabbim! Bana katında cennette bir ev yap, beni Firavn’dan ve onun(kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar demişti.” ( Tahrim/ 66/11)

“ İfeetini korumuş olan, İmran kızı Meryem’i de ( Allah timsal olarak gösterdi). Biz, ona ruhumuzdan üfledik ve Rabbinin sözlerini ve kitaplarını tasdik etti. O gönülden itaat edeanlerdendi.” ( Tahrim/ 66/ 12)

( Âyet’lerde bahsedilen Hazreti ûh’un karısı kavmine, onun, Hz. Nûh’un mecnun olduğunu söyledi. Hazreti  Lût’un karısı da kocasına gelen erkek misafirleri, geceleri ateş yakarak gündüzleri de duman çıkararak haber verirdi. İkisi de layık oldukları cezaya çarptırıldılar. Firavn’un karısı Asiye, Hazreti Musa’ya iman etmişti. Bundan dolayı kocası Firavn onu ellerinden ve ayaklarından dört kazığa bağlamış göğsüne kocaman bir taş koymuş, öylece yakıcı güneşin altına bırakmıştı. İşkence anında zikredilen,” Rabbim bana katında, cennette bir ev yap, beni Firavn ve onun(kötü) işinden koru ve beni zalimler topluluğundan kurtar! “ du’asını terennüm ederek ruhunu teslim etmişti.)

Bu tespitlerin ışığında, Allah’a ve Resûlü’ne iman etmedikçe, imanla birlikte salih ameller işlemedikçe, Peygamber’in yakını olmanız, zevcesi ve oğlu olmanız, sizi kurtuluşa erdirmez.Falanca Muhterem zatın, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil’in yakını olmanız,oğlu,kızı,torunu olmanız, eğer sizde iman,amel ve ihlas yoksa, size hiçbir şey kazandırmaz.

Bir başka ehemmiyyetli tespit, “ Ehl-i Beyt,” terkibi ve bu unvan, münhasıran,  Âl-i Resûl’e, Evlâd-ı Resûl, Hazreti Fatıma, Hazreti Ali ve bunların oğuları, Hazreti Hasan ve Hazreti Hüseyin’ mahsustur.

Ba’zı Mübarek zevât’ın ailesine, yakınlarına, evlâd-u İyâline, “Ehl-i Beyt,” denilmesi, mecazî’dir, “ Hane Halkı,” demektir. Yoksa,âyette ve hadislerde geçen, a’zamî  ta’zime layık,meveddet ve muhabbetleri vacib olan,” Ehl-i Beyt,” demek değildir.

Bütün bu tespitler,” Zavallı birisine, hâşâ!” Ehl-i Beyt”’lik nisbet ve izafe ederek,” Ehl-i Beyt’i, sevmeden, kılınan namaz,tutulan oruç teferruattır,” zevzekliğinde bulunanlara da bir cevap teşkil edecektir...