ŞAİR PÂDİŞAH’LAR!...
Osmanlı Devlet-i aliyye’miz’de şair Pâdişah’larımızın yanında, nesri, du’a’larını şiir gibi ifade eden, Pâdişah’larımız da vardı; Sultan-ı Muazzam, Murad Han, 1. Murad-ı Hüdâvendigar,( 1362-1389) 08. Ağustos 1389’da Berâet gecesinin gününde, Kosova Sahasında, düşman ordusuyla karşı karşıya bulunduğunda, gece-gührüz, mukatele’de bulunan ordu çok yorgun ve bitkin düşmüştü.O gün ordusuna iztirahat izni vermişti. Sultan Murad Han bu mübârek berâet gecesinde abdest alıh hâcet namazı kıldı, ellerini açıp Cenab-ı Hakk’a göz yaşlarını akıtarak şöyle yalvardı: “ İlâhî! Bunca kerre Hazretin-(Zât’ın) du’a’mı kabul ettin,( Kabûl Buyurdun). Beni mahrum etmedin. Ne olur gene du’a’mı kabul eyle! Bir yağmur verip, zulumâtı ve gubârı( tozu) def’edip âlemi nurânî kıl, tâ ki, kâfir leşkerini (askerini) rahat görüp yüzyüze cenk edeyim.(Zira, bu günlerde Kosova Meydanında çok şiddetli bir fırtına Osmanlı askerleri istikametine doğru esiyor, yerden kaldırdığı toz, askerlerin önünü kapatıyor, hiçbir yer, asker, hedef görünmüyordu.) “ Yâ İlâhî! Mülk ve kul senindir. Sen kime istersen verirsin. Ben dahî bir âciz kulunum. Benim fikrimi ve esrarımı sen bilirsin. Mülk ve mal benim maksadım değildir. Hemen hlis ve muhlis senin rızanı isterim. Yâ Rab! Beni bu müslümanlara kurban eyle! Tek bu mü’minleri küffâr elinde mağlup edip helâk eyleme! Yâ İlâhî! Bunca nüfusun katline beni sebeb eyleme! Bunları mansûr ve muzaffer eyle! Bunlar için ben canımı kurban ederim. Tek sen kabûl eyle! Asâkir-i İslâm için teslîm-i ruha râzıyım. Tek bu müslümanlar rûhuna benim Rûhumu fedâ kıl! Evvel beni gâzî kıldın, âhir şehâdeti nasîp kıl! Âmîn!... “
Cenab-ı Hakk, Murad-ı Hüdâvendigâr’ın du’a’sını kabul buyurmuş, Şiddetli Fıdtına dinmiş, toz ortadan kalkmış, Osmanlı, Türk-İslâm Ordusu, bir hamle’de düşmanı mağlup etmiş, kat’î zafer’e ulaşmıştı.
Gazânâme’ye göre, Murad-ı Hüdâvendigâr bir-kaç askeriyle gelip katl’edilmiş cezed’ler arasında dolaşırken, cesed’ler arasına satlanmış, bulunan Sırp, Miloş Kobiloviç tarafından sırtından hançerlenerek, ağığr yaralanmış bir müddet sonra şehid düşmüştü. İç organları çıkarılarak şehid düştüğü yere defn’edilmişti: bi’lâhere, Yıldırım Bayezid tahta çıktığında, oğlu, Yâ7kûp Bey’in cesediyle birlikte mübârek na’aşı Bursa’ya getirilip, Çekirge’deki Türbesine ebedî istirahatgâh’ına tevdî edildi. Kosova’da yaralandığı ve şehid düştüğü yere de, “ Hüdâvendiğâr Meşhedi,” denilen bir türbe yapıldı..
Cenab-ı Hakk, Murad-ı Hüdâvendigâr’ın zafer du’sını kabûl buyurduğu gibi, şehâdet du’a’sını da kabûl buyurmuş, zafer’le birlikti cânî, kâtil bir sırp’ın eliyle şehâdet şerbetini de içmiştir. Rabbim, ganî ganî, rahmet eylesin, mekânı cennet, makamı âlî olsun, Âmiiiîn...
Sultan, Yavuz Selim Han ( 1470-1520) Memlûk Devletini mağlup ederek, Mısır’ı Feth eden, bu arada, Mukaddes Beldeler, Mekke ve Medine’nin hizmet şerefi, Osmanlı Devleti aliyye’mize geçen, Osmanlı Sultan’ları arasında, kendisine, Halefe-i Ruyi Zemin, Halife-i Müslimîn unvanına ilk sahip olan, Yavuz Sultan Han, dünya tarihinde. Sînâ Çölünü, yaya, at ve deve ile geçen, ilk hükümdar ve onun Ordusuydu. Çöl geçilirken, bir ara Padişah atından iner yaya olarak yürümeye başlar. Başta, Şeyhulislâm, İbn-i Kemalpaşa olmak üzere, vezir’ler bir ma’na veremezken, Pâdişah yaya yürürken, onların at üzerinde yola devam etmeleri, en azından, edebe aykırıydı. Şeyhulislâm, İbn-i Kemalpaşazade ve vezirler de atlarında indiler, Pâdişah yaya olarak yürümeye başladılar. Takatları kesilince, Şeyhulislâm’ı Padişah’a gönderdiler. İbn-i Kemalpaşazade, “ Hünkarım! Kulllarınız yaya yürümekten bî’tap düştüler. Atâ buyurun Atı’nıza binin, biz Kullarınız da bineklerimize binip yola devam edelim,
Pâdişah, “ Bire, hoca’lar ve Lala’larım! Görmüyor musunuz , önümüzde, kimler, kimler, yürüyor! Şeyhulislâm, İbn-i Kemalpaşazade, ehl-i Tasavvuf ve velî’dir. Perdeler açılır, görürü ki, önlerinde, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem, Efendimiz, Hulefâ-İ Râşidîn Efendilerimizle yürüyor. Uzun bir müddet ve mesafe böylece yaya olarak geçilirken, Nihayet Pâdişah Yavuz Selim Han atına biner, beraberinhdekiler de atlarına binip yola devam ederler.
Yavuz Selim Han’ın Saltanat devri,(1512-1520) sekiz yıldan bile az bir zaman devam etmişti,bu dönemin büyük bölümü, seferlerde geçmiştir.Bu kısa müddette, Cezîreü’l-Arap, Mısır feth’edilmiş, Mukaddes Beldeler, Mekke-Medine’ye hizmet şerefi Devlet-i aliyye’mize geçmiş, Osmanlı Sultanlarına, Yavuz Selim Han’dan i’tibaren “ Halife-i Müslimîn,” Unvanı verilmeye başlanmıştır.
Yavuz Selim Han, bu çok kısa Saltanat döneminde Oğlu, Süleyman Han’a bir Cihan İmparatorluğu bırakmıştı.Buna rağmen, tevazu’u hiçbir zaman bırakmadı. Mısır Seferi ve zaferi’nden dönerken, Pây-i taht, İstanbul’a muvasalatta, Şehre, gece vakitlerinde girilmisini, kimseye haber verilmemesini, nümayiş, karşılama merasimi istemediğini irade buyurdu. Bunun üzerine, Pâdişah ve ma’yyyeti akşam vakitlerinde hava iyice karardıktan skonra, gizlice Anadolu yakasından, Saltanat kayıkları, Topkapı Sarayı’nın rıhtımlarına yanaştı ve gizlice Saray’ın Harem bölümüne geçti...
Yavuz Selim Han’ın Adlî Mahlası ile inşad ettiği şiir’lerinden birisi”
“ Sanma Şahım herkesi sen sâdikâne yar olur,
Herkesi sen dostmu sanırsın, bilgi ol ağyâr olur.
Sâdikâne bilki, ol âlemde bir dildar olur.
Yâr olur, ağyâr olur , dildar olur, sırdar olur...
Avnî, Yavuz Selim Han