HENDEK GAZASI- AHZÂB HARBİ!...
“ Ahzaâb” hizb’in çoğulu olup insan câmia’sına ve kişinin rey ve emrine itâat eden insan topluluğuna denir. Bu gazâda yehûdî’ler, müşrikler ve bütün Arab kabile’leri müslümanlar aleyhine ittifâk ederek hparekete geçtikleri için bu harbe “ Ahzâb” adı verilmiştir.
Hicret-i Seniyye’nin dördüncü yılında vuku’ bulan, Hendek gazâsının ve Hendek kazılmasının sebebini, İbn-i Sa’d şöyle bildiriyor : Resûl-i Ekrem, Benî Nadîr Kabelesini yurdlarından sürgün etti zaman bunların eşrâfı( ileri gelenleri) Hayber yehûdî’lerinin yanına sığınmışlardı. Bunlardan yirmi kadar yehûdî, başlarında Huyey İbn-i Ahtâb olduğu halde Mekke’ye giderek, Kureyş’e şikâyette bulunup, onları birlikte Resûlu’llâh üzerine harekete da’vet ettiler. Sonra Gatafân, Benî Süleym, Benî Esed, Fizâre, Benî Mürre, Eşca’ gibi kabileleri de dolaşarak Hayber’in bir senelik hurma mahsûlü’nün yarısını vermek va’diyle bunları da ayaklandırdılar. Bunlarla Kureyş’ten on bin kişilik bir ordu toplandı. Ve Ebû Süfyan bin Harb’in kumandası altında Medine üzerine yürüdü.
Bu sırada Benî Huzâa’dan- ki, bunlar Resûl-i Ekrem’e muhabbet beslerlerdi. B.ir skişi dört günde Medine’ye yetişip vazi’yyeti Resûl-i Ekrem’e bildirdi. Bunun üzerine Resûlu’lâh Ashabıyla istişâre etti. Müdafaa ( savunma amaçlı) hareket edilmesine ve Selmân-ı Fârisî’nin( Selmân-ı Pâk) teklifi üzerine hendek kazılmasına karar verildi.
Hendek kazmaya Resûl-i Ekrem Efendimiz de bizzât iştirâk etmiştir. Buhârî’nin bu babında Sehl İbn-i Sa’d’ dan rivâyetine göre, Resûl-i Ekrer Muhâcir’ler ve Ensâr ile birlikte çalışmakla berâber onları tebşir eden neşîdeler( kısa şiir’ler) okuyarak Ashabı’nın açlıktan, soğuktan, yorgunluktan hasıl olan fütûrunu( İsteksizlerini) izale buyururdu .
Bera’ ( İbn-i Âzib ) radiya’llâhu anh’ den şöyle dediği rivâyet edilmiştir : Ahzâb günü ( Hendek kazılırken) Nebî sala’llâhu aleyhi ve sellem’i s gördüm ki, o, toprak taşıyordu. Öyle bir halde ki, toprak karnı’nın beyazlığını örtmüştü . Ve o, şöyle diyordu: Yâ Rab ! Sen bize hidayet etmemiş omlasydın, bize doğru yolu göstermemiş, bize rahmet etmemiş olsaydın ( biz şaşırırdık bize tecâvüz eden kâfirler, bizim çekindiğimiz fitne ve fesâdı bize ikâ tmek istediklerinde biz( im gönlümüz) e sabr-u sebât ihsan et ve onlarla yüz yüze geldiğimizde ayaklarımızı yerinde tut ( da bizi dağıtma yâ Rabbî!) ...
Enes İbn-i Mâlik’ten gelen bir rivâyete göre, Peygamber’in Ashab’ı ( hendek kazdıkları müddetce) dâimâ : Biz o mü’minleriz ki, İslâm’da ebedî sebât etmek üzere, Muhammed’e söz vermişizdir, derlerdi de Resûlu’llâh da onlara : Yâ Rab! Hayır ve Saâdet ancak ahiret Saâdetidir, EnsÂr ve Mühâcirler hakkında MübÂrek kıl !. diye cevab verirdi.
C âbir radiya’llâhu anh’ der rivâyete göre şöyle demiştir : Hendek günü biz ( Peygamber’in Ashâb’ı) hendek istihkâm kazarken bir ara çok sert bir yere rastgelmiştik. Bunun üzerine Ashâb’ı Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’e geldiler. Yâ Resûla’llâh! Hendek’te ( taş parçası gibi ) şöyle sert bir damar rastgeldi, diye haber verdiler. Resûlu’lâh : Hele ben hendeğe ineyim( göreyim) buyurdu. Sonra Resûlu’llah karnına ( açlıktan) bir taş parçası sarılmış olarak kalktı. Çünkü biz, ( Hendek kazarken) üç gün yiyecek , içecek bir şey tatmamıştık. Resûlu’lâh (hendeğe indi) Ve sivri balyozu eline aldı. Bu kayaya vurmakla o sert kaya, en ince kum gibi dağıldı. Bu Hadis’in Buhârî metninde alt tarafı da vardır, ve şöyledir : Câbir der ki : Sonra be
n Resûlu’llâh’ın huzuruna vardım. Yâ Resûla’llâh, evime gitmeme müsaade buyurunuz! Dedim ( Aldığım müsaade üzerine evime geldiğimde) Zevceme ( Mes’ud kızı Süheyle’ye) : Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem’de ( bir açlık hâli ) gördüm ki, artık o sabrolunur şey değildir. Evinde yiyecek bir şey var mı? diye sordum. Zevcem : - Biraz arpa ile bir keçi oğlağı var ! dedi. Hemen keçi yavrusunu kestim, etini çömleğe koydum, ( bir sâ’ miktarı) arpayı da çektim, hamur mayalayıp fırına, et çömleği de tandıra konulduktan sonra ve güzel pişmeye başladıktan sonra ben Resûlu’llâh(a geldim. Ve : - Yâ Resûla’llâh, bir parça taamcığım var, bir veya iki kişiyle teşrif buyururusanız! dedim. Resûlu’llâh : - Ooo! Hem çok hem güzel; buyurdu. Aynı zamanda Zevcene söyle ! Ben evinize gelinceye kadar çömleği tandırdan, ekmeği de fırından ayırmasın! Diye, tenbih etti bunun arkası sıra da Resûlu’llâh orada bulunanlara : - Ey Hendek Halkı, kalkınız! ( Câbir’in ziyâfetine gideceğiz! ) buyurdu. Bu umûkmî da’vet üzerine Câbir ( telâş ederek) zevcesine varınca : - Kadıncığım, Allah sana iyilik versin! Resûlu’llâh, Muuuuuhâcirin, Ensâr ve yanında bulunanlar toptan kalktılar, geliyorlar, diye endişesini bildirdi. Kadın : - Resûlu’llâh yemeğimizin miktarını sana sordu mu? Dedi. Karıma :- Evet sordu, dedim. Karım : Mâdemki biz, evmizdeki taâmı Resûlu’llâh’a bildirdik. Gerisini Allah ve Resûlu’llâh bilir ! dedi). Resûlu’llâh (Hendek halkıyla evimizin önüne gelince yanındaki cemâate) : - “ Giriniz ve biribirinizi sıkıştırmayarak serbest oturunuz ! buyurdu. ( Ashâb bölük bölük oturdular). Resûlu’llâh ( kendi eliyle çömleği ve fırının kapağını açtı) ekmeği fırından alıp parçalamaya ve üzerine et koyup çömleği ve fırını kapayarak- Hendek halkına dağıtmaya devam etti. Nihâyet, bütün da’vetli’ler doydular. Hayli yemek de arttı, kaldı. Resûlu’llâh Câbir’in kadınına : Bu geri kalanı sen yersin ve bundan Medine halkına dağıtırsın! Çünkü bütün halkı açlık isti’lâ etmiştir, buyurdu
Hiç şüphesiz, Câbir hadisinde Peygamber Efendimiz’in nübüvvet alâmet’lerinden en acık bir mu’cizesi rivâyet olunmuştur...
Hendek= Ahzâb harbinde Medine’yi muhasara eden Ebû Süfyân kumandasında, yehûdî’lerden, müşriklerden, ve bütün kabile’lerden müteşekkil, Karma küfür ordusu, Medine’ye tam bir gıda ambargosu da uygulamıştı. Açlığın sebebi bu acımasız, insafsız ambargo idi.
Süleyman İbn-i Surad radiya’llâhu anh’den rivâyete göre Ahzâb günü ( Arab kabîle’leri vatandan def’edildikten sonra) Nebî salla’llâhu aleyhi ve sellem : - “ ( Artık bundan böyle) biz, müşriklere karşı ( tecâvüzî) harb edeceğiz. Onlar bize harb edemeyecekler, ( biz onlara doğru yürüyeceğiz!) buyurdu. Râvî Süleyman İbn-i Surad, bunu kulağımla işittim! Demiştir.
Efendi’mizin haber verdiği vechile Ahzâb seferi müşrik’lerin son tecâvüz hamlesi olmuştur. Allah’ın inâyetiyle Medine’den def’ olup gittikten sonra Resûl-i Ekrem’in haber verdiği vechile müslümanlar Mekke üzerine sefer ettiler. İlk önce Umre niyetiyle gittiler. Fakat, müşrik’lerin muhâlefeti üzerine meşhûr Hudeybiye muâhedesi akdolunarak geri dönüldü. Ertesi yıl gidilip Ka’be ziyâret olundu. Bir yıl sonra da MEKKE Fetholunup Uhud ve Ahzâb seferinde müslümanlar üzerine muhârib olarak gelenlerin hepsi, başta kumandanları Ebû Süfyan İbn-i Harb olmak üzere, müslüman oldular ki, Resûlu’llâh’ın bu mes’ud akibete vuku’ undan önce işaret buyurması mu’cize’dir ve nübüvvet alâmet’lerindendir.
Buhârî’nin bu hakîakatle ve bu konumuzla alakalı bir rivâyeti adaha varıdr, İslâm târihinin bir safhasını aydınlatan bu hadisin meâlini aynen alıyoruz : Abdullah İbn-i Ömer der ki : Sıffın vaka’sı sırasınhda kız kardeşim Hafsa’ yı ziyâret ettim. O SIRADA Ablam yıkanmıştı da saç örgülerinden su damlıyordu! Ona : - Ali ile Muaviye’nin hükûmet da’vası gördün mü ne hâle girdi? Mekke’de, Medine’de sağ kalan Ashâb’ı bu iyşi müzâkere etmeye da’vet ediyorlar). Fakat benim için emâret ve saltanatla bir ilgi yoktur( ben gimeyeceğim! ) dedim. Hafsa : - “ Buradan gidecek hey(ete sen de ihtihak et!. Çünkü Süfyânî’ler senin vaziyyetine muhakkak bakıyorlardır. Senin gitmekten çekinmeni muhalefet saymalarından korkarım!. Dedi ve Hazret-i Hafsa İbn-i Ömer’i hakemeynin içtimâ yerine gönderinceye kadar boş bırakmadı. Nihâyet, İbn-i Ömer hakemlerin bulundukları yere vardı. Aralarında dolambaçlı vâkıada hazır bulundu. ( Bu mürettep ve entrikalı v$akıa Amr İbn-i Âs’ın Muaviye nâmına hakem ta’yin olunmasıyla başlar. Ebû Mûsâ el- Eşa’rî de Hazret-i Ali nâmına hakem olmuştu. Amr İbn-i Âs Ebû mûsâ’nın saflığından istifade ile Hazret-i Ali’nin hilâfet düşürülmesiyle, Muaviye’nin halife ilân edildiği siiyer kit^b’larında izah olunmuştur.)
Neticede Muaviye kendisini halife addeederek bir hutbe irad edip hutbenin bir cümlesinde Hazret-i Alî’ye meyli ve muhabbeti olan Abdullah İbn-i Ömer’le babası Hazret-i Ömer’e ta’riz ederek : Bu hilâfet işi hakkında her kim benimle görüşmek isterse bize yüzünü göstersin! Muhakkak ki biz hilâfete hem ondan hem de babasından( Ömer’den) daha lâkıyız, demiştir.