HENDEK- AHZÂB HARBİ, MU’CİZE’LER SAVAŞI!...
Hendek harbı daha doğrusku muhâsarası yirmi yedi gün devam etmişti. Bu müddet zarfında. Meydan harbi yapılmadı, yapılamadı. Yalnız, karşılıklı ok atılmakla vakiü geçirildi. Arap kabile’leri, yehûdî’ ler ve müşrikler bir hamlede müslümanları yok etmek hırsıyle geldikleri halde, o zamana kadar hep gazvecilikle yaşayan Arab’lar arasında görülmemiş bir mania ile (derin ve yüksek bir hendekle) karşılaşınca, nasıl harb edeceklerini şaşırmışlardı. Hendekr zamanınna göre çok mühim, aşılması imkânsız bin engeldi : Kırk zirâ’ eninde, on zirâ’ derinliğinde idi.( Bir zirâ’ 75 ila, 90 Cm. Uzunluk ifade ettiğine hem gnişlik, hem derinlik, geçilemez bir boyutta idi.Geçmeye teşebbüs eden düşman kuvvetleri okla karşılanıyordu. Bu müdafaa harbinde müslümanlar beş şehid vermişlerdi. Ensâr’ın reisi, Sa’d İbn-i Muaz da müşrikler tarafından atılan bir okun isabetiyle kolundan yaralanmıştı. Okun damara isabet etmesiyle kan akışı bir türlü durdurulamamış, Hendek gazasının Aziz şehid’lerine alemdâr olmuştur...
Yehûdî ve müşriklerin bu alışılmadık muhâsarası, gıda amborgsuyla açılık ve sefalet içinde kalan müslümanları kat be kat sıkıyor, zoluyordu.Bu sıkıntı içinde Resûl-i Ekrem : Hazreti Ali radiya’llâhu anh’in rivâyetine göre bir ikindi namazını geçirmişti de : Allah düşmanların (hayatta) evlerine, ( ölünce de) mezarlarına ateş doldursun! Bize ikindi namazını unutturdular, en sonunda güneş de battı, “ diye, düşmanlara bed-dua etmişti.
Hazret-i Ömer de ikindiyi geçirmişti. Günüş battıktan sonra, Hazreti Ömer Resûlu’llâh’a gelerek arzettiğinde, Peygamber Efendimiz : Vallâhi ben de kılamadım. Nihayet güneş battı, buyurdu. Sonra Resûlu’lâh ile beraber Bathân deresine indik. Resûlu’lâh namaz için abdest aldı; biz de aldık. Güneş battıktan sonra Resûlu’lâh önce ikindi namazını, sonra da akşşam namazını kıldı.
Peygamber’imizin hiç bir vâkıa’da namaz geçirdiği kaydolunmadığına göre, bu vâkıha Ahzâb Harbinin ve meşakkatinin derecesini anlamaya yeter. Muhâsara’nın son günü idi ki, Düşman da günlerin muhâsara ile geçmesinden usanarak, şiddetli bir hücumda bulunmuş, hatta bir kısım süvârî’ler Hendeğin zayıf bir noktasından karşıya geçmeyi başarmışlardı. Hazreti Ali, Ömer, Zübeyr gibi, bahâdırlar tarafından karşılanmış ve geri püskürtülmüşlerdi. O gün Resûlu’llah’ın öğle ile ikindi arasında te’essürü artık son dereceye ulaşmıştı. Buhârî’nin Abdulâh İbn-i Ebî Evfâ radiya’llâhu anh’den rivâyetine göre düşman aleyhine şöyle du’a buyurdu : “ Ey Allah, Ey Kur’ân-ı gönderen Rabbim, Ey (düşmanlara) hesabı tez gören Rabbim, şu düşman topluluğunu kır! Onları hezimete uğrat! İradelerini sars Allah’ım ! “ deleğinde bulundu.
Ahzâb Harbi- Hndek Savaşı ile alakalı olarak nazil olan âyetler : Ey Peygamber’in imân eden Ashâbı! Allah’ın üzerinizdeki ni’met ve minnetlerini anınız. Hani bir zaman( Ahzâb) orduları karşınıza gelmişti de biz düşmanlarınız üzerin bir yel, ( keskin bir gün doğusu) ve sizin görmediğiniz( melâike ordular)ı salıvermiştik. O zaman Allah ne yaptığınızı, ( nasıl güçlükle hendek kazdığınızı) tamâmıyla görüyordu.. Evet o zaman düşmanlarınız size hem üstünüzden( Medine vâdî’sinin dodğusundan) hel altınhızdan( Vâdî’nin batısından saldırmaya) gelmişlerdi. Ey mü’miniler! ( Şaşkınlıkla) gözler döndüğü, yürekler ( oynayıp) gfırtlaklara dayandığı ve Allah hakkında türlü zanlarda bulunduğunuz zamanı hatırlayın! İşte o vakit mü’minler sıkı bir denemeye çekilmişlerdi ve şiddetli bir sarsıntı ile ırgalanmışlardı.” ( Ahzâb/33/ 9,10,11)
“ Habîb’im yine o zamanı da an ki, münâfıklarla gönüllerinde hastalık ( imân ve irâde zayıflığı) bulunanlar: “ Allah ve Resûlü bize bir gurur ( kuru bir aldanıklık) dan başka bir şey va’d’etmedi! Diyorlardı yine Habî’bim hatırla o zamanı ki, bu münâfıklar bir günah da : Ey Yesrib ( Medine) halkı, burası sizin duracağınız yer değil, haydi( evlerinize) drönüp gidiniz! Diyorlardı. Yine onlardan bir kısım da Resûlu’llâh’tan izin isteyerek: - Yâ Resûllâ’llâh eövlerimiz açıktır ( muhâfazalı değildir!) diyorlardı. Halbuki, evleri hiç açık ( ve tehlikeye ma’ruz değildi) Onlar kaçmak istiyorlardı” ( Ahzâb/ 33 /12,13)
Peygamber Efendimiz bu du’âsını bitirdikten sonra, bir meserret( sevinç) eser’leri görüldü ve Ashâb-ı Kiurâm’a Cenab-ı Hak tarafından nusret( yardım) va’d’oluh-nduğunu müjdeledi.
Ebû Hüreyre radiya’lâhu anh’den Resûlu’llâh sala’llâhu aleyhi ve sellem şöyle buyuruyordu ; Allah’dan başka ilâh yoktur. Yalnız bir O vardır. Allah ordusunu aziz kıldı. Kulu (Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem) e de yardım etti. Bir başına da Arab kabîlelerine galebe etti. Son söz : Allah(dan başka hiçbir şey’in hakîkî varlığı yoktur...
İşte o günün akşamında âyeti Kerime ile hadis’de bildirilen Sabâ Rüzgarı esmeye başladı. Bu Sabâ rüzgarı- eski edebiyat dilinde adı geçen ve yine eski bir ta’birle tesâvi-i leyl-i nehar faslında sabahları esip yüzleri gövnüleri okşayan Nesm-i Sabâ değildi. O Medine vâdî’sinin toprağını kumunu savurup düşmanların yüzlerine, gözlerine dolduran, çadırlarını söküp uçuran, yemek kazanlarını devöiurip, ateş’lerini söndüren, yük develerini ve süvâri atlarını biribirinhe karıştıran ve bir ta’birle mahşerî bir hengâme ve bir ana baba günü yaratan- âsumânî bir âfet-i ilâhî, bir ukûbet idi. Yukarıda nakl’olunan İbn-i Abbas hadisinde müoslümanlara nusret eden bu sabâ rüzgarının Âd kavmini boğup öldüren ve Kur’ân dilinde ( Rîh-i Sarsar = azgın rüzgar- kasırga) ta’bir olunan ve estiği günlere ( eyyâm-i Nahîsat = meş’um günler denilen fıtınaya muâdil zikredilmiş olması bu Sabâ rüzgârı’nın da kırıp geçiren bir âfet olduğunu tam bir vuzûh ve belâgatla izah eder. İşte Ahzâb Sûresi’nde müslümanlara yardım için gönderildiği bildirilen ve hatırlanması emr’olunan yel ( rüzgâr) bu tahribkâr fırtına’dır. Ve yine Ahzâb Sûresi’nde bildirilen ve gözlerle görünmeyen ordulara gelince, bunlar da melâike orduları idi. Müttahid( Birleşik) rivâyet’lere göre, Bu fırtına ( kasırga ) sırasında ve gece’nin karanlığında düşmanlarıns etrafında tekbir sesleri işitiliyordu. Bunun üzerine düşman’da korku ve heyecan artarak : Artık Muhammed sihretmeye başladı. Ne duruyoruz, çabuk, çabuk! Diye panik başladı. Şiddetli Fırtına( kasırga) sırasında Resûl-i Ekrem Efendimiz, Huzeyfe’yi düşman ordugâhı’nı tecessüse göndermişti Huzeyfe, Ebû Süfyânı’n : Artık burası durulacak yer değil,; ben gidiyorum; siz de hemen göç ediniz! Dediğini işitti. Ve devesine binip savuştuğunu, bunu da umûmî ric’atin ( dönüşün- çekilmenin) ta’ kip ettiğini gördü. Bunun üzerine, Resûl-i Ekrem salla’llâhu aleyhi ve sellem Efendimiz : Allah’dan başka ilâh yoktur. Yalnız bir O vardır. Allah ordusunu Aziz kıldı. Kulu ( Muhammed salla’llâhu aleyhi ve sellem) e de yardım etti. Bir başına da Arab kabîle’lerine de galebe etti. Son söz : Allah’dan başka hiç bir şey( in hakîkî varlığı) yoktur, diye Cenâb-ı Hakk’ın lûtuf ve inâyetine hamd-ü şükr etti.
Daha önce Süleyman İbn-i Surad( radiya’llâhu anh) ın rivâyeti veçhile Peygamber Efendimiz : Artık bundan böyle biz Kureyş’e gazâ edeceğiz. Onlar bize harb edemeyecekler. Biz onlar üzerine sefer edeceğiz! Buyurdu. Târih’in akışı da böylece tahakkuk etti. Peygamber Efendimizin haber verdiği veçhile Ahzâb Seferi müşrik’lerin son tecâvüz ( ta’arruz) hamlesi olmuştur. Allh’ın inâyetiyle Medine’den def’ olup gttikten sonra Resûl-i Ekrem’in haber vedodiği veçhile müslümanlar Mekke üzerine sefer ettiler. İlk önce umre niyetiyle gittiler. Fakat, müşriklerin muhâlefeti üzerine meşhûr Hudeybiye Muâhedesi akdolunarak geri dönüldü. Ertesi yıl gidilip Ka’be ziyâret olundu. Bir yıl sonra da Mekke feholunarak Uhud ve Ahzâb seferinde müslümanlar üzerine muhârib olarak gelenlerin hepsi, başta kumandanları Ebû Süfyân İbn-i Harb olmak üzere, müslüman oldular ki, Resûlu’llâh’ın bu mes’ud akibete vukû’ un’dan önce işâret buyurması, nübüvvet alâmet’lerindendir...