Farz namazların cemaatle kılınması tavsiye edilmiştir. Sevgili Peygamberimiz bir Hadis-i Şeriflerinde, “Cemaatle kılınan namazlar, yalnız başına kılınan namazlara göre 27 derece daha faziletlidir,” buyurmuşlardır.
Sünnet namazlar, müekked-gayr-i müekked, hattâ Hanefi ekolüne göre vacip bir namaz olan ve yatsı namazından sonra kılınan Vitr namazı yalnız kılınır. Farz namazlarının önünde ve sonunda kılınan müekked-gayr-i müekked sünnetler, “Revâtip Sünnetler” denilen, teheccüd, duhâ, (kuşluk) ve evvâbîn namazlarının yalnız ve gizlice kılınması esastır. Ramazan Ay’ının gecelerinde kılınan ve Sünnet-i Müekkede olan terâvih namazının cemaatle kılınması Hulefâ-i Râşidînden Hazret-i Ömer radiyallâhu anh Efendimizin sünneti olup, kendisinden sonra gelen halifeler, Hazret-i Osman ve Hazret-i Alî radiyallâhu anhümâ Efendilerimiz tarafından da benimsenmiş ve devam ettirilmiştir. Hattâ, Hazret-i Alî Efendimiz, “Ömer Cami’ilerimizi terâvih’le nurlandırdığı gibi, sen de onun kabrini nurlandır,” diye dua etmiştir.
Fetevâ-i Sirâciye’de, teravih namazıyla birlikte bir istisnâ daha getirilmiş, güneşin tutulması halinde, fıkıh dilinde “Salat-ı Küsûf” denilen namaz da ezansız, kâmetsiz, hutbe okunmaksızın cemaatle kılınır.
Tesbih Namazı da nâfile namazlar arasındadır. Nisbeten uzun süreli ve meşakkatli kılındığı için de çok çook faziletlidir. Sevgili Peygamberimiz, Amcası Abbas’a, kılabilirse, her gün, haftada bir, ayda bir, yılda bir, hiç değilse ömründe bir kerre kılmasını tavsiye etmiştir. Ne var ki, diğer tüm nâfile namazlar gibi Tesbih Namazı’nın da, “görsünler, duysunlar”dan uzak ve gizlice kılınması elzemdir. Cemaat halinde kılınması bütün fıkıhçıların ittifakıyla mekruhtur.
Son on-onbeş yıldan beridir, İstanbul başta olmak üzere, Anadolu’nun pek çok merkezinde mübârek gün ve gecelerde, özellikle Kadir Gecesi ve bayram gecelerinde “Cem-i Gafîr” çok büyük, kalabalık cemaatler halinde tesbih namazları kılındığı, Tesbih Namazı kılınması için bizzat telkin veya iletişim vasıtalarıyla insanların belli cemi ve mekânlara ısrarla dâvet edildiği bir vâkadır. Terâvih ve “Salât-ı Küsûf”un dışındaki nafile namazların cemaatle kılınması sadece mekruh değil, aynı zamanda bid’attır.
Bu hususta kendi görüşümüzü ortaya koymadan, Hicrî 2.bin’in müceddidi, (yenileyicisi) İmam-ı Rabbânî, Ahmed-ü Fâruk’us-Sirhindî Hazretlerinin, Âşûrâ, Beraet ve diğer mübârek gecelerde nâfile namazlarının cemaatle kılınmasının men’i ve buna münâsip diğer mevzu’u’larda Es-Seyyid, Enbiyâ El-Mankebûri’ye yazdığı 288. Mektubunu özetleyerek arz etmek istiyorum:
Şöyle ki; “Bütün Peygamber’lerin Efendisine tâbi olma şerefiyle ve dinde, namazda bid’atlardan kaçınmayla şereflendiren Allah’a hamd olsun!.. Dalâlet duvarlarını yıkan (ortadan kaldıran) hidâyet bayrağını yükselten Resûle de selâm olsun! Hayırlar ve iyiliklerle temayüz etmiş ashabına da! “Bu devirde, avam ve havas’tan insanların çoğu, nâfile ibâdetleri ifa’da ihtimam gösterdikleri halde, farz’ların edasında tembellik gösteriyorlar. Farz ibâdetlerin, sünnetlerine, müstehaplarına riâyet edenlerin sayısı pek azdır. Nâfileleri azîz, farzları hakîr ve zelîl görüyorlar. Farz namazları müstehap olan vakitlerde eda etmiyor, imamla, cemaatle birlikte iftitah tekbirine yetişmeye ehemmiyet vermiyorlar, hatta cemaate bile katılmıyorlar. Yalnız başlarına, tembellik ve sehl’le (uyuşukluk) farz namazları kılmayı ganimet biliyor ve fakat Âşûrâ günü, Bera’et Gecesi, Receb-i Şerif’in yirmi yedinci gecesi, Receb-i Şerif’in ilk Cum’a gecesi – ki, bu geceyi, Regaip Gecesi olarak isimlendirmişler-‘nde nâfile namazları kemâl-i ihtimama riayet ederek ve cemaatle kılıyorlar. Zannediyorlar ki, yaptıkları güzel bir fiil olup müstahsen görülmüştür. Bilmiyorlar ki, bu Şeytan’ın bir aldatması, güzel göstermesidir. Zirâ şeytan bütün kötülükleri iyilik suretinde gösteriyor.
Bu hususta, Şeyh’ul-İslâm, Mevlânâ, Usâmeddin El-Hervî, Şerhu’l-Vikâye Hâşiye’sinde şöyle demiştir: “Farz namazları cemaatle kılmazken nâfile namazları cemaatle kılmak Şeytan’ın süsleyip, hasene diye gösterdiği bir seyyie bir bid’attır. Bilinmelidir ki, nâfile namazları cemaatle kılmak mekrûh ve mezmûn olan bid’atlar cümlesindendir. O bid’atlar ki, Hâtemü’l-Risâle, aleyhissa’lâtü ve sellem Efendimiz bid’atlar hakkında, Buhârî ve Müslim’in Hazret-i Âişe Validemizden rivâyet ettikleri bir Hadis-i Şeriflerinde: “Her kim dinimizde olmayan bir şeyi ihdas etmeye kalkarsa (sonradan ortaya çıkarmaya kalkarsa) o şey reddolunur.” buyurmuştur.
“Bil ki, Tesbih Namazı ve diğer nâfile namazların cemaatle kılınması fıkhî rivâyetlerin bazılarında mutlak manada mekruhtur. Diğer bâzı rivayetlerde ise dâvet edilerek, cemaat toplayarak kılınması mekruhtur. İki kişi herhangi bir cami’in bir köşesinde dâvetsiz olarak kılmış olsalar mekruh olmaksızın caizdir. Üçüncü bir şahsın uyması halinde meşâyıh ihtilâf etmiş olup, dördüncünün uyması ihtilafsız olarak mekruhtur.
Şeyh İmam-ı Serahsî rahimehu’l-Allah! “Ramazan haricinde cemaatle nafile, dâvet edilerek kılınırsa mekruhtur, dâvetsiz olarak bir-iki kişi uyarlarsa mekruh olmaz, üçüncüde ihtilaf vardır, dördüncüde ise hilafsız mekruhtur. Şemsü’l-Eimme-i Hilvânî, “İmamdan mâdâ üç kişilerse ittifakla mekruh olmaz, dördüncünün uyması halinde mekruh olup-olmadığı hakkında ihtilaf vardır,” demiştir. Şâfîî ekolü fetvalarında, asah kavl ve fetvaya göre, Ramazan Ay’ı haricinde nâfile namazların cemaatle kılınması mekruhtur.
“Derim ki: “Aşûrâ günü, Berâ’et Gecesi, Regâip Gecesi mescidlerde 200-300 kişi toplanarak, büyük cemaatler oluşturup nâfile namazı kılıyor, bunun da çok güzel bir hareket olduğuna inanıyorlar. Oysa ki, bunlar, bütün fıkıhçıların ittifakıyla mekruh olan bir fiili irtikap etmektedirler. Mekruhlar elbette kabahatlerdir, mekruhları, dolaysiyle kabahatleri güzel göstermek ise, kabahatlerin en büyüğüdür. Haram olan bir şeye “Mübahtır” demek mü’minleri küfre götürür, mekruhları (kabahatleri) güzel görmek ve göstermek ise, haramlara “helâldir”, demekten bir derece daha aşağıda bir günahtır.
“Evet! Bazı rivayetlere göre ezan ve kametle dâvet yapılmadığı için keraheti defetmek mümkünse de, cemaatin en fazla bir veya iki kişinin uyması, namazın cami’in bir kenarında kılınması, imam olan şahsın öne geçmemesi gibi şartlara bağlanması nâfile namazların cemaatle kılınması kerahetini hafifletmez. Ezan ve kâmetsiz bir şekilde, ağızdan-ağıza, cemaatten-cemaate, “Şu cami’de veya falan yerdeki yurtta cemaatle tesbih namazı kılınacaktır,” tarzındaki dâvet ve duyurular, elbette ezan ve kâmetle yapılan duyurulardan çok daha müessirdir.
“Bilinmelidir ki, nâfile ibâdetler, (Tesbih Namazı ve diğer revâtip nâfileler) “görsünler-duysunlar!” riyasına açık ibâdetler olduğundan gizlilik içerisinde yapılması gereken ibâdetlerdir. Cemaatle kılınmaları gizliliğe münâfî bir harekettir.
Matlup olan, (arzu edilen) farz namazların ilân edilmesi, (ezan ve kâmetle) açıktan, herkesin görebildiği yerlerde ve cemaatle kılınmasıdır. Zirâ, farz ibadetlerde “Görsünler! Duysunlar!” şâibesi olmaz.
“Yine diyoruz ki, kalabalıklar, cemaatler fitne zuhuruna açık yerlerdir. Bu bakımdan, Cem-i Gafîr (çok kalabalık cemaat) halinde kılınacak Cum’a ve Bayram namazlarında Sultan’ın veya nâibinin hazır bulunması şart koşulmuştur. Dolayısiyle nâfile namazlar için kalabalık cemaatin toplanması mâruf değil, mekruhtur. Hadis-i Nebeviyye’de, “Fitne uyumaktadır, uyandırana Allah lânet eder” veya “etsin” buyrulmuştur.
Fitneye müncer bid’atlardan şiddetle kaçınılmalıdır. “Allah, Hakk’ı ayağa kaldırır, doğru yolu gösterir.” (Mektubat, İstanbul 1963 Baskısı Cilt 1/327 288. Mektup)

HAMİŞ: Bu yazı, bu gazetede ve bu sütunlarda 10 Ekim 2008 tarihinde yayınlanmıştır. Okuycularımızın ısrarlı talepleri karşısında yeniden yayınlıyoruz.