Taş üstünde taş kalmadı. Iraklılar -zulüm rejimi olmasına rağmen- eski idareyi bile mumla arar hâle geldi. Irak’ta yokluk ve kıtlık başgösterdi.

En kötü düzen bile düzensizlikten iyidir hükmü kendisini hatırlattı. ABD, ırkçılığı diriltti. Mezhep mensuplarını kışkırttı. Ayrılık tohumları ekti ve ekiyor. Irak’ta fesat ve bozgunluk günden güne artıyor.

Fakat bu belâ, Müslüman-Arap âleminin ve diğer İslâm dünyasının gözlerini açtı. Menfî Batı’nın gerçek vahşî çehresini gösterdi. İşgal sırasının komşu devletlere de geleceği endîşesi, onları birlik ve beraberliğe sevketti, ediyor ve edecek.

İnşallah istikbalde olacağı müjdelenen İslâm Devletleri Birliği ihtiyacını gündeme getirdi, getiriyor ve getirecek. Durum böyle parlak bir geleceği işaret ederken; Irak vatanseverleri de büyük bir direnişi başlatmış oldular. Sonunda başaracakları muhakkak.

Çünkü haklılar. Hak yerde kalmaz. Elbette hakkı tutup kaldıracak inançlı mümin insanlar, her İslâm milletinin içinde fazlasıyla vardır ve hep var olacaktır.

Unutmayalım ki “İstikbâlde, en yüksek gür sadâ, İslâmın sadâsı olacaktır..”

Bu arada “Çinde bir müslümanın ayağına tiken batsa, buradaki müslüman o acıyı hissetmeli.” anlamına gelen hadisten hareketle, Irak’ın işgal ve istilası bütün İslâm dünyasını dilhûn etmiş, kan ağlatmıştır.

Bu elbette güzel ve yerinde bir davranıştır. Bunun gereğini meşru doğru yol ve metodlarla yerine getirmek her müslimin görevidir. Tabii bu durum, her İslâm devletine sorumluluklar yüklemektedir. “Birimiz hepimiz, hepimiz birimiz için.” hükmü kendisini hatırlatmaktadır.

Ama bu tedhiş ve terör şeklinde olmamalı. Bir zâlim yüzünden onlarca, yüzlerce belki binlerce mazlum zarar görmemeli. İnsanlar mal ve canlarından boş yere olmamalı.

Ortalık ateşe verilmemeli. İnsanlar bundan zarar görmemeli. Devletlerin devletçe yapabileceklerini; fertler kanunsuz, yersiz ve haksız olarak yapmaya kalkışmamalı. Hak ararken haksız olmamalı.

Eğer istenilen Şeriat ise, bu uğurda Şeriat yani Din yani İslâm çiğnenerek Şeriat istenilmemeli. Çünkü Şeriat yani Din; terör yoluyla hak aramayı istemez. Çünkü Şeriat tedhiş yaparak, hakkın elde edilmesini tasvip etmez. Asla doğru bulmaz.

Bu konuda sayı ve çokluk, söz konusu olamaz. Ha bir kişinin hakkı olmuş, ha bin kişinin hiç farketmez. Ne bir kişinin hakkı için bin kişiyi feda etmek veya onlara zarar vermek doğrudur. Ne de bin kişinin hakkı için bir kişiyi canından etmek veya onu zarara sokmak gerekir.

Hak, haktır. Hakkın küçüğü büyüğü olmaz. Hakkın azı çoğu olmaz. Hakkın şu veya bu dine ait oluşuna göre haklı veya haksız görülmesi de olmaz. Hak sadece hak olduğu için haktır, haklıdır. Hak, hak olduğu için, kimin elinde ve dilinde olursa olsun korunmalı ve savunulmalıdır.

Gelelim sadede, asıl konumuza: Ne yazık ki dünyada çeşitli din ve milletlerden haksızlığa uğrayanlar var. Tabii haklarını, haksız yoldan yani terör ve tedhişle almaya kalkanlar da var.

İşte bu doğru değil. Asla tasvip edilemez. İşte bunlar gibi Irak felaketinden dolayı, seslerini duyurmak, insanlığı harekete geçirmek, İslâm devletlerine vazifelerini hatırlatmak, öteki dünya devletlerini uyarmak için bir şeyler yapmak isteyen bazı müslüman kişiler harekete geçtiler. İstanbul’da beş gün arayla dört farklı yerde bomba patlattılar. İntihar eyleminde bulundular. Altmış bir ölüme, yediyüz oniki yaralanmaya sebep oldular. İstanbul’u trilyonlarca liralık zarara soktular.

Zanlarınca iyi yaptılar. Düşüncelerince doğru hareket ettiler. Güya yapılması gerekeni yaptılar. İnanın yaptıklarında samimiydiler. Fakat muhakeme-i akliyede yanıldılar. Aklî muhakemede eksiktiler. Akıl yürütmede isabetsizdiler. Din için, İslâm için yaptıklarını sanıyorlardı.

Oysa İslâm; bu metodu, bu yolu asla istemiyor. Benimsemiyor. Aksine bundan insanları yasaklıyor, men’ ediyor. Peki öyleyse, vatandaşlarımızı bu menfur terör eylem ve fiilini yapmaya kim veya kimler sevketti? Bu intihar eylemine onları kim veya kimler yöneltti?

İşte bütün mesele burada düğümleniyor aziz okur!