Tel Afer, Türk varlığını Orta Doğu'dan, Irak'tan sürmek amacıyla girişilen operasyonların ilki değil; sonuncusu da olmayacak.  

Cumhuriyet öncesinde İngilizler'in, 50'li yılların sonrasında da Amerikalılar'ın, zengin petrol rezervleri dolayısıyla göz koydukları Orta Doğu topraklarındaki Türk varlığını ya yanlarına çekmek yada yerli halkla karşı karşıya getirmek çabası içinde olmuşlardır.  

Bunlara çeşitli dönemlerde Irak'ta işbaşına gelen yönetimlerin yaptıkları zulumleri ve baskıları da eklenince, Türkler, petrol ve petrol ürünlerinin kullanılmasından bu yana hep uluslararası siyasi komploların hedefi olmuşlardır.  

Petrol Orta Doğu'ya para getirdi, ama huzuru, istikrarı sonsuza kadar götürdü..  

Osmanlı'daki, Cumhuriyet dönemindeki, bölge ülkelerindeki iktidar kavgalarında, ihtilallerde de hep "petrol delisi" emperyalist ülkelerin rolleri olmuştur.  

Orta Doğu petrollerinde gözü olan emperyalist ülkeleri, özellikle İngiltere ile Almanya'yı birbirleriyle kapıştırıp bölgeyi elde tutmayı başaran ve 1890'da yayınladığı bir fermanla Musul Vilayeti petrollerini "Emlaki Şahane" ilan eden II. Abdülhamit'in 1909'da İthalat ve Terakki tarafından tahttan indirilmesinden sonra, dengeler süratle Türkler aleyhine bozulmaya başlamıştır.  

II. Abdülhamit'i tahttan indiren İttihat ve Terakki hükümeti, borç para alabilmek için, yabancıların yönlendirmesiyle Musul Vilayeti'ni -dolayısıyla petrol yataklarını- "Emlak-i Şahane" olmaktan çıkarıp "kamu arazisi" ilan etme gafletinde ya da ihanetinde bulundu. Uluslararası hukuka göre bir ülke düşman tarafından işgal edilse bile, özel mülkiyet devam ettiğinden, dava konusu olabiliyordu. Fakat, bu tuzağı göremeyen İttihat ve Terakkiciler'in Musul Vilayeti'ni "Kamu arazisi" ilan etmesiyle, Osmanlı'nın Orta Doğu'daki ve Irak'daki tarihi hakları tarihin karanlıklarına karışıyordu.  

MUSUL VİLAYETİ'Nİ KAMU ARAZİSİ İLAN ETTİĞİMİZDEN BERİ...  

Yukarda kısaca özetlediğimiz gibi, Musul Vilayeti, petrol yatakları ve bölge ile ilgili haklarımız 5 Haziran 1926 Ankara Muahedesi ile değil, 1909 da bir ihtilalle iktidara gelen İttihat ve Terakki'nin Musul'u II. Abdülhamit'in özel mülkü olmaktan çıkarıp kamu arazisi ilan etmesiyle elden çıkmış oluyordu.  

Bütün bu olumsuzluklara rağmen, Türkiye'nin güvenliğinin Kerkük'ün güneyinden başladığının bilincinde olarak, önümüze çıkan her fırsatı bu tarihi gerçek açısından değerlendirmek zorundayız.  

Irak'taki 14 Temmuz 1958 ihtilali, Orta Doğu'daki tarihi haklarımızı yüksek sesle dile getirmeniz açısından bir fırsat mıydı?  

Olabilirdi...  

İngilizler'in Türkler'e ihaneti'nin ödülü olarak Irak kralı yaptıkları Şeyh Hüseyin'in oğlu Faysal, 14 Temmuz 1958'de, General Kasım tarafından gerçekleştirilen bir ihtilalle tahttan indirilmiş, Irak kanlı bir ihtilalle karışmıştı.  

İngilizler, kendileri tarafından kurulmuş bir yönetimin devrilmesi dolayısıyla, Irak'a müdahale edebilirlerdi. Fakat, 1956 Macar İhtilali'ni fırsat bilerek Süveyş Kanalı'nı millileştirmeye kalkan Mısır hükümeti ile yaşadıkları gerginlik yüzünden, gelişmeleri yakından izlemekle yetindiler.  

Aslında Türkiye aktif bir politika izleyebilir, Amerika ve İngiltere'ye Bağdat Paktı'nı hatırlatabilir ve bölgedeki haklarının takipçisi olacağını daha yüksek sesle haykırabilirdi. Bağdat Paktı üyesi ülkelerle ortak bir operasyonu da gündeme getirme cesaretini gösterebilirdi.  

Göstermesi de gerekirdi.  

Bu kararlılık, Orta Doğu'da, özellikle Irak topraklarında, Türk varlığına yönelik katliama varan baskıları baştan önleyebilirdi.  

1958'de, Irak'taki Türk varlığının korunması konusunda gösterdiğimiz kararsızlığın cezasını, hem biz hem de Iraklı Türkler çektiler ve çekiyorlar...  

TELAFER İLK DE DEĞİL SON DA...  

Tel Afer olayı, Orta Doğu'daki haklarını koruyamayan Türkler'in bu topraklardaki izlerini silme çabalarının bir sayfasıdır.  

Ne ilkidir, ne de sonuncusu olacaktır.  

Irak'taki 14 Temmuz 1958 ihtilalinin yıldönümünde Kerkük'te Türk varlığına karşı insanlık dışı bir katliam gerçekleştirildi. Anayasal haklar verilme vaadiyle ihtilalin yanına çekilen Barzani kuvvetleri de Musul'da Türkler'e saldırdılar.  

Türkler baskılar karşısında kimliklerini saklamak zorunda kaldılar.  

Türk varlığına yönelik saldırılar Saddam döneminde de devam etti.  

Telafer operasyonu öncesinde ABD Ankara'yı bilgilendirme gereği duymuş ve bunun "çok sınırlı bir polis harekatı olacağını" bildirmişti.  

Sınırlı bir polis harekatı sonrasında Telafer'in ne hale geldiğini gördük.  

Haklarınızı siz koruyamazsanız, başkaları hiç korumaz...  

 

KÜPE: Dostunuzun evine sık sık gidin, yoksa kullanılmayan yolu çalılar bürür.  

EMERSON