Tefsir, esâsen (Fers) lafzından alınmış olup, keşf, beyan ve ızhar manalarında kullanılmaktadır. Nitekim, bir şeyin beyan ve izah edilmesini istemeye de “İstifsâr” denilir. Şer’î ıstılahta ise Tefsir: “Kur’ân-ı Azîm’deki kelimelerin manalarını, âyetlerin mazmunlarını, hükümlerini, kıssalarını, muhkem ve müteşâbih olanlarını, nâsih ve mensuh olanlarını nüzûl sebeplerini, kendilerine açıkça delâlet eden lafızlar ile tabirler ile izah etmektir.

Başka bir tarif ile Tefsir: Kur’ân-ı Kerim’in lafızlarının nasıl okunacaklarını ve bunların manalarını Arap Lügatına ve lisan kâidelerine uyularak beyan, âyetlerin manalarını, delâlet ettiklerini, hükümlerini, ihtiva ettiği kıssaları izah, bu âyetlerin muhkem ve müteşâbih olanlarını, nâsih ve mensuh olanlarını tasrih, aralarındaki irtibat ve insicamı izhar ve bunlardaki nükteleri, meziyetleri beşeriyetin gücünün yettiği ölçüde beyan ve tavzih etmekten ibârettir. Ayrıca Tefsir, şöyle de târiz edilmiştir; “Beşeriyetin tâkati ölçüsünde murad-ı İlâhîye delâleti haysiyetinden, Kur’ân’dan bahsolunan bir ilimdir.” Demek ki, Tefsir İlmi günümüzde de tedvin edilmiş bir ilimdir...

TEVİL: Tevil kelimesi, rucu manasına gelen (Evvel) kelimesinden müştaâktır. Nitekim bir şeyin Nazm-ı Kerimindeki Kerim’in âyetlerini muhtemel olduğu müteaddid manalardan birine sarf ve irca etmektir.” Diğer bir tarif ile: Âyetleri zâhirlerinden alıp kitap ve sünnete uygun olmak üzere muhtemel manalarına sarf ve hamletmek demektir.”

Böylece, bu tariflerden Tefsir ile Tevil arasındaki farklar kolayca anlaşılmaktadır. Râğıb-ı İsfehânî’ye Tefsir Tevilden daha umûmîdir. Tefsir’in en çok kullanıldığı yerler lafızlar ve müfredattır, Tevilin en çok kullanıldığı yerler ise, manalar ve terkiblerdir. Bir de Tefsir tabiri hem semâvî kitaplarda hem de sâir ilmî eserler hakkındaki izahlara ıtlak olunur; Tevil ise yalnız semâvî kitaplara ait izahlarda kullanılmaktadır. Tefsir ile Tevil arasında birde şöyle bir fark vardır. Tefsir yalnız bir veçhe muhtemel olan lafğız hakkındaki izahtır. Tevil ise muhtelif manalara müteveccih bulunan bir lafzı o manalardan yalnız biriyle tevcihtir.

İmam-ı Mâtürîdî’ye göre, Tefsir’de katiyyet vardır. “Bu lafızdan maksad budur,” diye katî surette hüküm vermek bir tefsirdir. Böyle bir hüküm, katî bir delile müstenid ise sahihtir; değilse nehyolunan kendi görüşüne göre tefsir kabilinden olacağı için sahih değildir. Tevil ise ihtimallerden birini katî bir surette olmaksızın tercih etmektir.

Ebû Tâlibi’s-Sübkî’ye göre de tefsir, bir lafzın lugavî manasını, bir ibâre’nin hakîkat, mecâz, kinâye bakımından vasfını beyan etmektir. Tevil ise bir ibârenin iç yüzünü, o ibâreden konuşanın asıl maksadının ne olduğunu keşf ve ızhar etmekten ibârettir. Meslâ, Fecr Sûresi’nin 14.âyetinde “İnne Rabbeke lebi’l mirsâd” (Çünkü Rabbin (her an) gözetlemededir.) Nazm-i Şerif’ni izah ederken “Mirsad” kelimesinin rasaddan alındığını, murakabe=beklemek, fırsat gözetmek manasına geldiğini beyan etmek bir tefsirdir. Bundan murad; gafletten, tembellikten tahzir emr-i İlâhî’ye riayet edilmesine teşvik, âhiret için istidad tedârikini tavsiyedir denilirse bu da bir tevil olmuş olur.

Yine, Rûm Sûresi 19.âyetinde geçen, “Yuhricü’l-Hayye mine’l-Meyyiti ve yuhricü’l-meyyite mine’l-hayy” Ölüden diriyi, diriden de ölüyü O çıkarıyor. “Nazm-ı Kerimindeki haydan murad; kuştur, meyyitden murad da yumurtadır, demek bir tefsirdir. Bunlardan murad, gayr-i müslim neslinden müminin, câhilin neslinden alimin meydana getireceğini beyandır, demek de bir tevildir. Diğer bazı zevâta göre de Tefsir rivayet tarıkıyle olur. Tevil ise dirâyete, içtihada istinad eder. Müfessir rivayet haricine çıkmaz. Müevvil ise kitab ve sünnete muhalif olmamak şartıyla içtihad ve istinbâtına göre beyânatta bulunur.

Sofiye’nin bu husustaki görüşleri de şöyledir: Tevil kudsî işâretlerden, Sübhânî marifetlerden ibârettir ki, ariflerin kalbine münkeşif olur. Sülûk erbabına mükeşif olan dakikalara da (İşâret-i Sofiye) denilmektedir. Bunlar kitabın, sünnetin zâhirine muhalif olmamak şartıyla pek kıymetli sünûhattan sayılır.

Kur’an-ı Kerim’in, “Kur’ân’ı kesinlikle biz indirdik; elbette onu yine biz koruyacağız” (Hicr, 15/9) (Bu âyet açıkça göstermektedir ki, Kur’ân-ı Kerim Allah’ın koruması altındadır ve kaybolmaksızın, en ufak bir tahrife uğramaksızın kıyâmete kadar aslını muhafaza edecektir.) Âyet-i Kerime mûcibince, Kur’ân-ı Kerim’in kıyamete kadar ebediyyen mahfuz olduğu.

TEBDİL VE TAHRİF’İN MAHİYET’LERİ: Tebdil, bir ibâre’nin bütün lafızlarını değiştirmek, bir mefhumun yerine tam tersini muhalifini koymaktır. Tahrif ise bir ibâre’nin lafızlarından bazılarını bir maksada mebnî olarak tağyir etmektir. (Tamamen değiştirmektir.) Nitekim, Kur’ân-ı Kerim’den evvel, Peygamberlere indirilen bir kısım semâvî kitaplarda böylesine tebdil ve tağyirler yapılmıştır. Bu cümleden olmak üzere, İncil’de, “Hatırla ki, Meryem oğlu İsa: Ey İsrail oğulları! Ben size Allah’ın elçisiyim, benden önce gelen Tevrat’ı doğrulayıcı ve benden sonra gelecek Ahmed adında bir Peygamber’i de müjdeleyici olarak geldim, demişti. Fakat o kendilerine açık deliller getirince; Bu apaçık bir büyüdür, dediler.” (Saf 61/6) İncil’de, âhir zaman Peygamber’i Sevgili Peygamberimizin ismi bile zikredilerek haber verilmişti. Hristiyanlar İncil’deki, “Ahmed” manasına gelen “Faraklid” lafzını vekil ve halaskâr manalarına gelen “Parakliyütüs” çevirmişlerdir.

Mülhidlerin bâtıniyye tâifesinin Kur’an-ı Mübîn hakkında yazdıkları şeyler, günümüzde de “Kur’ân Bize Yeter,” sloganıyla yola çıkan, kimi İlâhiyat Fakülteleri çevresindeki, münkir, mülhid ve zenâdıka güruhunun yazdıkları sözde meâller ve tefsirler, tebdil, tağyir ve tahrifler cümlesinden olup, asla, tefsir ve tevil olarak kabul edilemez...

TEFSİR İLE TERCEME ARASINDAKİ FARK:

Tefsir’in mâhiyetine dâir yukarıda kısaca malumat vermiş bulunuyoruz. Bu malumattan anlaşılmaktadır ki, tefsir, bir ibâre’nin, bir eser’in mâhiyetini, başka tabirler ile izah eder, manasını mümkün mertebe anlatır; -kelimelerini tahlil eder; icab eden noktalarını tevcih ve takdir ederek maksadın tecellisine hizmette bulunmuş olur. Binâenalayh Tefsir, müfesserden başkadır; onun tam olarak vuzuha kavuşmasına hâdimdir. Her ikisi bir lisan ile olabileceği gibi başka başka lisanlar ile de olabilir. Bu cihetle Kur’ân-ı Kerim’in herhangi bir lisan ile tefsiri câiz ve fakat bu tefsir’in asla Kur’ân olmadığı herkesçe malûm ve müsellem’dir...

TERCEME’YE GELİNCE :

Terceme iki türlüdür. Biri (Terceme-i Tefsiyye)’dir ki bu da bir nevi Tefsirdir. Bir ibâre’nin manasını daha mufassalca bir ibâre ile mümkün mertebe ifade etmek, o ibâre’yi hulâsaten tevcihe çalışmak demektir. Böyle bir terceme, aslın aynı sayılmaz; belki onun meâlini bir dereceye kadar anlatmış, açıklamış bulunur. Kur’ân-ı Azîm’in bu veçhiyle tercemesi de tecviz edilmiştir. Maâmâfih böyle bir tercemenin makbul olabilmesi için tefsirdeki şartlara riâyet edilmiş olması lâzımdır. Mücerred re’ye (ındî görüşe) lugata istinaden yazılmış olacak bu kabil tercemeleri okumak câiz görülmez... Terceme’nin diğer türlüsü de (Terceme-i Harfiyye)’dir ki, bir ibâre’yi onun yerine tamamı tamamına kâim olacak diğer bir ibâreye tebdil etmek demektir. Böyle bir terceme bir eseri, bir ibâreyi yazıldığı lisandaki müradif kelimelerle tebdil etmek sûretiyle yapılabileceği gibi başka lisanlara aid aynı manayı ifade eden yabancı kelimeler ile de yapılabilir. Böyle bir terceme aslının tam dergi olmak, aslının manasını tamamen ifade etmek aslının uslûbunu, belâgatini, nöktelerini tıpkısı tıpkısına câmî bulunmak icab eder. Böyle bir terceme ise insanların eserleri arasında bile pek müşküldür. Çünkü lugatler arasındaki farklar, insanların uslûblarındaki şümullerindeki mübayenetler, böyle bir tercemenin meydana gelmesine büyük bir engel teşkil eder. Artık böyle bir terceme icâz mertebesini hâiz bulunan bir kelâma ait olunca büsbütün muhal bulunmuştur.

İşte bu cihetledir ki, Kur’ân-ı Azim’in terceme-i harfiyye sûretiyle TERCEMESİ TECVİZ EDİLMİŞTİR. Bu tarzda yazılmasına çalışılacak bir terceme Kur’ân-ı Mübin’nin nihayet kısa bir meâlinden ibâret bulunur. Kur’ân-ı Mübîn’in ihtiva ettiği manaları, işâretleri, nükteleri, hükümleri kısmen ifade etmekten başka bir şey olmaz. Binâenaleyh kendisine de asla Kur’ân hükmü verilmez...