“Tahsilsiz bu kadar cehl olmaz. 
Cehl’in bu kadarı sehl olmaz.” 
“Bozacı’nın Şâhidi şıracıymış,” derler. 
Adam kitap yazmış, kitabının ismini de “Nur Kandili,” koymuş. Bilindiği gibi, “Kandil” eski çağlardan beridir, içinde yağ ve fitil bulunan, etrafını aydınlatan, etrafına nur saçan, madenden, cam ve kristalden aydınlatma aracı... 
Kalpazan, yeni yetme, olaçıkagelmiş velî, bir başka kalpazanı anlatıyor, Merhûme haksızlık etmeyelim, hâl-i hayatında, kendilerinin böyle bir iddiaları bulunmuyordu. Kendisine sorulduğunda, “Ben, hiçbir tarîkate mensup değilim, ben, Haz.Muhammed-Mustafa’nın tarikatındanım,” diye cevap verirdi. Kurrâ’dan idi. Anane’ye uygun olarak bir müddet Reîsü’l-Kurrâ’lık yapmıştı. Klasik Osmanlı Medrese’lerinde tahsil yapmamıştı. 
Silistre’li Süleyman Efendi Hazretleri, Of’lu Dursun Efendi ve diğer dersiâmlar gibi, dersiâmlık mertebesine ihraz edememişti. Bu bakımdan Osmanlı Medrese’lerinde ve diğer herhangi bir eğitim kurumunda formel eğitim görmemişti, kendisi de herhangi bir eğitim vermemişti. Buna rağmen, “Nur Kandili”, yazarı, kitabının bir yerinde, “1950’li yıllarda, Süleyman Hilmi Tunahan Hocaefendi ile birlikte Kur’ân Kurs’larında beraber çalışmalar yapmışlardır. Gönenli Mehmed Efendi’nin talebelerine (talebesine olmalıydı.) Arapça dersleri veren Süleyman Hilmi Efendi, daha sonra Gönen’li Mehmed Efendi’nin kendisine talebe vermesi ve kefil olmasıyla kendi Kur’ân Kurs’larını yürütmeye başlamıştır.” demektedir. (Nur Kandili/Mart 2013/1.Baskı, Timaş Yayınları M.Fatih Çıtlak) 
Yine Nur Kandili yazarı, kitabı’nın “Görüştüğü Zâtlar” bölümünde, lutfetmişler, Süleyman Hilmi Tunahan Efendi Hazret’lerine 3 buçuk satırlık bir yer vermişler, “Şehzâdebaşı Camiî’nde vâiz olan Tunahan Hocaefendi, kendisinin icâzeti olmadığı için Gönen’li Hazretleri’nin Kısıklı’daki talebelerini (talebesi olmalıydı) okutmuştur. Gönenli Hazret’leri daha sonra Kısıklı’daki kursu Süleyman Efendi’ye bırakmıştır.” 
Neresini nasıl tashih edelim? 
Osmanlı Medrese’lerinde bir nev’i staj için (uygulamalı eğitim) softalar köylere (Cerre) çıkarlardı. Tesâdüf, aynı köye aynı Cum’a günü iki softa çıkagelmişler. Aralarında anlamışlar, birisi kürsüde va’az edecek, diğeri hutbeyi irad edecektir. 
Kürsüye çıkan softa, Kurban ibadetinin tarihçesini anlatma zımnında, “Hazreti Mûsa, oğlu Haz.İsâ’yı kurban etmek üzere boynuna keskin bıçağı vargücüyle sapladı. Tam o sırada gökyüzünde İsrâfil aleyhisselâm belirdi, elinde bir teke vardı. Haz.Mûsa tekeyi kurban olarak kesti ve Haz.İsâ kurban olmaktan kurtuldu,” demiş. 
Cemaatin arasında bulunan diğer softa aşağıdan i’tiraz etmiş, “yanlış anlatıyorsun,” demiş... 
Cemaat “öyleyse sen doğrusunu anlat bakalım,” demişler. 
Softa, hangi birisini tashih edeyim? Bir kerre, Haz.Musa değil, Haz.İbrahim, Haz.İsâ değil, Haz.İsmail, Haz.İsrafil değil, Haz.Cebrail, getirdiği de teke değil, kebeş bir koç idi.” demiş... 
Şimdi biz de bu yeni yetme nevzuhur, olacıkagelmiş, Kalpazan veli’nin hatalarından hangisini düzeltelim. 
Evveliyetle, Süleyman Hilmi Silistrevî, el-Ma’ruf Bi Tunahanı (k.s.) Efendi Hazret’leri, Milâdî 1888 – Hicri 1305 – Rûmî 1304 tarihinde doğmuştur. Gönen’li Mehmed Efendi ise Milâdî, 1903 yılında doğmuştur. Aralarında 15 yaş gibi bir aralık vardır. Öncelikle bu tesbiti yapalım. 
Süleyman Efendi Hazret’leri, Fatih dersîam’larından, Bafralı Ahmed Hamdi Efendi’den, bütün Ulûm-u İslâmiyye’den, Mücîz olmak üzere (yâni başkalarında da icâzet yetkisi de olmak üzere, Mücâz’dır (Yâni kendisine icâzet verilmiştir.) (Milâdî 1913)... 
Dikkat buyrulursa, Süleyman Efendi Hazret’leri, İslâmî ilimlerin tamamından icâzet aldığında, Gönenli Mehmed Efendi henüz, kısa pantolon giyen 10 yaşında küçük bir çocuktu... 
Ansiklopedi’ler’de, Gönen’li Mehmed Efendi’nin, “Medresetü’l-İrşâd’a” kaydedildiği ve fakat bu medrese’den me’zun olamadığı, Medrese’ler 1924’de kapatılınca, yeni açılan (yeni rejim’in açtığı-açtırdığı İmam-Hatip okuluna) girdiği ve bu okuldan 1927’de me’zun olduğu yazılıdır. Demek ki, Gönen’li Mehmed Efendi’nin, Osmanlı Yüksek İslâmî İlimler Medrese’lerinden me’zûniyyeti yoktur. Ayrıca Ulûm-u İslâmiyye ile alakalı herhangi bir icazeti de mevcud değildir. Bir tek icâzeti vardır, 1925 yılında, Serezli Ahmed Şükrü Efendi’den aldığı kıraat ilminden (Kur’ân Okuma, tecvid, tashih-i Huruf, vücuh, aşara-takrib) icazettir. 
Süleyman Efendi Hazret’lerinin icâzeti yokmuş, buna rağmen Gönen’li Mehmed Efendi lutfetmişler, önce kendi Kur’ân Kurs’larında Arapça okutmasına izin vermişler, sonra da, Gönen’liye aid Kısıklı’daki Kur’ân Kurs’larına kefil olmuşlar ve Süleyman Efendi Hazret’lerine lutfen terketmişler!?
Ey yeni yetme ma’neviyat Kalpazanı!... 
Sen âlemi kör, sağır ve sersem mi zannediyorsun? 
1924’de Medreseler kapatıldığında, Süleyman Hilmi Silistrevî Efendi Hazretleri (k.s.) devrin en yüksek ilim müessesesi, Süleymaniye Sahn-ı Semân Medresesinde Tefsir ve Hadis Müderrisiydi. Bugünkü karşılığı Tefsir ve Hadis Profesörü idi. 
Gönenli Mehmed Efendi ise, daha 20 yaşında, herhangi bir medrese ve mektep’ten me’zun olmamış bir molla, hattâ molla bile değil, softa... Gönen’li Mehmed Efendi, 1927 yılında İmam-Hatip Mektebi’nden me’zun olduktan sonra, memleketi Gönen’e döndü, Gönen Merkez Cami’i İmam-Hatipliği’ne başladı. Bu görevi askerlik dolayısiyle 1930’da ayrılmasıyla son buldu. Askerlik dönüşü, İstanbul’da, Hacı Kaftânî, Dülgerzâde ve Hacı Hasan cami’i’lerinde imamlık yaptı. En uzun vazifesi, Sultanahmed Cami’i imamlığıdır. (1954-1982) tarihleri arasında 28 sene müddetle Sultanahmed Cami’i imamlığı yapmıştır. 
Reisü’l-Kurrâ, Üsküdarlı Ali Efendi’nin, 1976 yılının başlarında vefatı üzerine Reîsülkurrâ’lık vazifesini üstlenmiş ve vefatına kadar devam ettirmiştir. 
Gönen’li Mehmed Efendi, 1930’dan, 1954 yılına kadar, Fatih civarında imamlık yaptığı sıralarda, talebe okutmak Kur’ân Kursu açmak gibi herhangi bir faaliyette bulunmamıştır. Ne okuttuğu tek bir tâlip vardır, ne de açtığı-açtırdığı, resmî-gayr-i Resmî Kur’an Kursu vardır. Bu dönem’de, rejimle tam bir uyum içinde, “Salla başını, Al Maaşını” durumunda... 
1949 yılına gelindiğinde, devrin iktidarı, Tek Parti Mütegallibe, CHP, 1946 seçimlerinde meb’us nasbedilen, devrin Maarif Vekili Merhum Prof.Tahsin Banguoğlu ve arkadaşlarının gayretiyle, İmam-Hatip Okullarının açılmasına, Ankara Üniversitesi’ne bağlı bir İlâhiyat Fakültesi kurulmasına karar vermişti. 
14 Mayıs 1950’de bütün dünyanın hayranlıkla ta’kip ettiği ve hâkim Nezaretinde yapılan ilk serbest seçimlerde, Azîz Türk Milleti “Beyaz Bir Devrim” yaparak Demokrat Parti’yi tek başına iktidar yapmıştı. Din eğitimi ve dinî hayat bakımından ortalık iyice yumuşamıştı. Tek Parti Mütegallibe ve zulüm döneminde köşelerine çekilenler, kendi çocuklarına bile “Besmele” çektirmekten çekinenler, yavaş yavaş, ortaya çıkmaya başlamışlardı. Bunlardan birisi de Gönenli Mehmed Efendi idi. 
1950’li yılların başında şöyle bir uygulama vardı. İl ve ilçe müftüleri nezdinde açılan İmam-Hatip’lik imtihanını kazanıp, Diyânet İşleri Başkanlığına bağlı, cami’lerde – o tarih’lerde ba’zı camiler ve bu cami’i’lerin imam ve müezzinleri Mülhak vakıflar, Mazbut vakıflar olarak Vakıflar Umum Müdürlüğü’ne bağlıydılar.- kadrolu olarak çalışan imam’lara, Fahrî Kur’an Kursu öğretmenliği yetkisi de verilmişti. Yâni, kadrolu imamlar bulundukları, vazife ifa ettikleri cami’i’lerde, talep halinde herhangi bir şarta bağlı olmaksızın Kur’ân öğretebiliyorlardı. 
İstanbul’da, Sarıyer’den Beykoz’dan, Çatalca’dan Silivri’den Şile’den ve Adalar’dan, varoş ve uzak semt’lerden imamların Süleymaniye’deki İstanbul Müftülüğü’ne gidip gelmeleri hem meşakkatli hem de vazifelerini aksatacağı için, ba’zı hocalara, imamlara Fahrî Kur’an öğretmenlerine yetki verme yetkisi tanınmıştı. Kendilerine de birer mühür verilmişti. Gönen’li Mehmed Efendi de bunlar’dan birisiydi...