Batılılar’ın, Ortadoğu zenginliklerini yağmalayabilmeleri, enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrolleri altına alabilmeleri, İsrail’i Ortadoğu’nun en güvenli enerji terminali yapabilmeleri, Akdeniz’i “Batı Gölü”ne dönüştürebilmeleri için birlik olmaları ve kamuoylarının desteğini sağlamaları gerekiyordu. Bunun için de ortak ve büyük bir düşmana ihtiyaçları vardı. Bu düşman eskiden komünizmdi, Sovyetlerin dağılması sonrasında İslam oldu ve “Haçlı Ruhu” yeniden canlandırıldı. Taksim Gezi Parkı ve Tahrir eylemlerini, bu açıdan değerlendirirsek fotoğrafın bütününü, eylemcilerin kendi amaçları dışında nasıl kullanıldıklarını daha kolay görebiliriz.
Taksim ve Tahrir eylemlerinin arkasındaki gerçek aktör, Batılıların İslam’ın yükselişinden duydukları rahatsızlıktır.
Arap Baharı rüzgarlarının en şiddetli estiği ya da estirildiği Tahrir Meydanı’nda yaşanan protesto eylemleri sonrasında, yıllardır Mısır’ı yöneten Batı destekli Hüsnü Mübarek devrildi, yapılan seçimler sonrasında Muhammed Mursi’nin liderliğindeki Müslüman Kardeşler iktidara geldi. Milletin önüne sandıkların konulması demokrasi olarak algılatılmaya çalışıldı; laiklik deneyimi yaşamamış bir ülkede demokrasinin sağlığını ve ömrünü sorgulayan olmadı.
2001’de Mübarek’i Tahrir gösterileriyle deviren muhalifler bu defa da aynı meydanda, “Mursi istifa!” diye gösteriler yapmaya başladılar. Mursi’nin göreve gelişinin 1. Yıldönümünde, Ulusal Kurtuluş Cephesi ve Temerrüt (İsyan) Hareketi öncülüğünde Tahrir Meydanı’nda toplananlar, ellerinde Mısır bayrakları ve kırmızı kartlarla kahramanlık marşları söylediler, “Mursi istifa!” diye haykırdılar. Ordu, taraflara anlaşmaları için 48 saat mühlet verdi, anlaşma olmayınca da televizyon kameraları önünde yapılan açıklamayla, ordunun yönetime el koyduğu bütün dünyaya duyuruldu.
Peki, Mısır’daki bu gelişmeleri nasıl okumalıyız? Tahrir eylemlerinin Taksim (Gezi Parkı) eylemleriyle ilgisi ve paralelliği nedir, burada nasıl bir tuzak, nasıl bir toplum mühendisliği örneği vardır?
Batı medyasının Tahrir eylemlerine ilk günden itibaren geniş yer ayırmasından anlaşılıyordu ki, Müslüman Kardeşler’i iktidara taşıyan Arap Baharı rüzgarlarına büyük destek veren dostları, artık kendilerinden yüz çevirmişler, bir başka programı devreye sokmuşlardı. Demokrasi, özgürlük ve ekmek özlemiyle halk yine Tahrir Meydanı’ndaydı..
MISIR’DA 1 YILDA NE DEĞİŞTİ Kİ?..
1 yıllık bir sürede ne gibi gelişmeler yaşanmıştı ki Batılılar, iktidara taşıdıkları Müslüman Kardeşler Lideri Muhammed Mursi’ye verdikleri desteği çekivermişler, Tahrir Meydanı’nda yüzbinlerin davetiye çıkardıkları bir askeri darbenin önünü açmışlardı?
Bu 1 yıllık sürede Batılıları rahatsız eden asıl neden neydi? “Mursi istifa!” çığlıklarıyla Tahrir Meydanı’na akan insanlar hangi oyunun figüranı olduklarının farkında mıydılar?
11 Eylül 2001’de, İkiz Kuleler şoku eşliğinde, Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin (GBOP) kapsama alanındaki 22 Müslüman ülkenin sınırlarını değiştirmeyi hedefleyen operasyonların başlatılacağını müjdeleyen Başkan W. Bush’un, “Haçlı Seferleri başladı!” çığlığını hatırlamazsanız, bu sorunun doğru yanıtını bulmakta zorlanırsınız.
17 Eylül 1978’de, Camp Davit’te Mısır Devlet Başkanı Enver Sedat ile İsrail Devlet Başkanı Menahem Begin arasında 12 gün süren ya da sürdürülen gizli pazarlıklar sonrasında imzalanan Camp Davit Anlaşması’nın içeriğini bilmiyorsanız, bu soruya doğru bir yanıt bulma şansınız yok demektir. Mısır silahlı kuvvetlerinin bu anlaşma kapsamında ABD’den her yıl 2 milyar dolar aldığını, Mısır ekonomisinin yüzde 30’nun ordu kontrolünde olduğunu bilmiyorsanız, Mısır’da yaşanan toplumsal olayların devrim mi, darbe mi olduğunu anlamakta zorlanırsınız.
YENİ DÜŞMAN: İSLAM
Sovyetler Birliği’nin dağılması sonrasında, ABD ekonomisinin varlığını mevcut yapısıyla sürdürebilmesi için, 10 yılda bir dünyanın bir köşesinde silahlı bir çatışma çıkarması, stoklarını boşaltması, bunun için de yeni ve güçlü bir düşman yaratması gerekiyordu. Amerikalı ideologlar, “Kızıl Düşman” Komünizm’in yerine “Yeşil Düşman” İslam’ı koydular. İslam coğrafyasını, “islah edilmesi gereken potansiyel bir terör bataklığı” ilan ettiler.
İslam, Batı’nın rahatsızlık duymayacağı “Ilımlı İslam”a dönüştürülmeliydi. Bunun için de, Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan Genişletilmiş Büyük Ortadoğu Projesi’nin (GBOP) kapsama alanındaki 22 Müslüman ülkenin sınırları, ilerde İsrail’i “Vaadedilmiş Topraklar”ına kavuşturacak şekilde yeniden çizilmeliydi.
Gereği yapıldı.. Afganistan ve Irak işgal edildi, Irak’ın kuzeyinde, “Büyük Kürdistan”ın çekirdeğini oluşturacak bir Kürt devleti göstere göstere kuruldu. Tunus, Mısır ve Libya’da estiren “Arap Baharı” rüzgarlarıyla, Batı destekli yöneticiler, kullanım tarihleri dolduğu için tarihin karanlık sayfalarına gönderildiler. Suriye’de körüklenen iç savaşın neler getireceği bilinmiyor.
Başkan W. Bush, Afganistan ve Irak’ın işgali başlatıldığında, “Demokrasi götürüyoruz, özgürlük götürüyoruz” demişti, ama yaşanan bütün bu acılara rağmen, Arap Baharı rüzgarları estirilen ülkelerde yıllanmış diktatörlerin devrilmiş olmalarına rağmen bu ülkelerde demokrasi çiçekleri açmamıştı. İşte Mısır; Tahrir Meydanı’nda toplanarak Hüsnü Mübarek’i deviren milyonlar, 1 yıl önce iktidara taşıdıkları Müslüman Kardeşler Lideri Muhammed Mursi’yi istifaya davet ederek meydanlara döküldüler, ama demokrasi beklerken askeri darbeye davetiye çıkarmış oldular.
İSLAM’I İTİBARSIZLAŞTIRMA OPERASYONLARI
Batılılar’ın, Ortadoğu zenginliklerini yağmalayabilmeleri, enerji kaynaklarını ve dağıtım yollarını kontrolleri altına alabilmeleri, İsrail’i Ortadoğu’nun en güvenli enerji terminaline dönüştürebilmeleri, Akdeniz’i “Batı Gölü”ne dönüştürebilmeleri için birlik olmaları ve kamuoylarının desteğini sağlamaları gerekiyordu. Bunun için de ortak ve büyük bir düşmana ihtiyaçları vardı. Bu düşman eskiden komünizmdi, Sovyetlerin dağılması sonrasında İslam oldu ve “Haçlı Ruhu” yeniden canlandırıldı. Taksim Gezi Parkı ve Tahrir eylemlerini, bu açıdan değerlendirirsek fotoğrafın bütününü, eylemcilerin kendi amaçları dışında nasıl kullanıldıklarını daha kolay görebiliriz. Taksim ve Tahrir eylemlerinin arkasındaki gerçek aktör, Batılıların İslam’ın yükselişinden duydukları rahatsızlıktır.
11 Eylül İkiz Kuleler şoku sonrasında Kuzey Afrika’dan Afganistan’a uzanan coğrafyada estirilen Arap Baharı rüzgarları eşliğinde sergilenen şiddet görüntüleri İslam’ı itibarsızlaştırma operasyonlarının bir parçası olarak kullanıldı. Esad’ın askerinin kalbini bıçakla deşip çıkardıktan sonra “Allah-u Ekber!” nidalarıyla yiyen muhalif Faruk Tugayı Komutanı Abu Sakkar görüntüleri de, İslam’ı itibarsızlaştırma çalışmalarının çok çarpıcı bir örneğidir. Bu vedeonun bilinçli bir senaryonun eseri olduğu biliniyor, ama yeryüzüne milyonlarca misyoner salsaydınız, İslam’a, bu video kadar zarar verebilir miydiniz?
Hüsnü Mübarek’ten sonra iktidara gelen Müslüman Kardeşler (İhvan-ı İslam), Mısır’da başarılı bir istikrar süreci başlatabilirlerdi. Batılı anlamda bir demokrasi sürecinin temellerini atabilirlerdi. Batı’yla çok eskiden tanış olan Mısır, gelişmeleri Türkiye Cumhuriyeti’nin kurucu kadrolarının gözüyle okuyabilmiş olsaydı, bunları başarabilirdi. Olmadı... Mısır’dan demokrasi ve istikrar adına olumlu haberler beklenirken, Mursi’nin iktidarının 1. Yıldönümünde Tahrir Meydanı’nda toplanan insanlar, kendi oylarıyla iktidara taşıdıkları Mursi’yi istifaya davet ediyorlar. Mursi’nin istifa ederek erken seçime gideceğini açıklaması beklenirken, Mısır Genel kurmay Başkanı Abdulfettah Sisi, ordunun yönetime el koyduğunu açıkladı.
Mursi’nin, daha doğrusu İhvan-ı İslam’ın, yani Müslüman Kardeşler’in Tahrir eylemleri sonucunda iktidardan uzaklaştırılması, kaçınılmaz olarak, kökü dışarda lobilerin komplosu olarak algılanacak ve İhvan-ı İslam gibi dini referanslı örgütlerin demokratik yollardan iktidara gelmesinin mümkün olmadığı propagandası, Ortadoğu’da yeni çatışmaların körüklenmesine neden olacak. Ülkeler, iç savaşlarla zayıflayacaklar, parçalanacaklar ve dış müdahalelere daha açık hale gelecekler. İslam, terör ve kargaşa ile birlikte anılır olacak.
Yeni Haçlı Seferleri’ni başlatanların istedikleri de bu zaten; barış dini olan İslam’ı terörü besleyen bir inanç sistemi göstererek itibarsızlaştırmak. İhvan-ı İslam’ı yönetenlerin de ona sempati duyanların da, Tahrir Meydanı’nı dolduran Müslüman Mısır halkının da İslam’a yönelik bu tuzakları görebilmeleri, bu oyuna alet olmamaları gerekirdi. Batı’nın bilimsel ve teknolojik yenilikleriyle ilk tanışan bir Müslüman ülke olarak Mısır’ın, kendisini ve İslam’ı hedef alan bu gibi yönlendirmelere karşı daha bilinçli davranmasını ve en kısa sürede istikrara kavuşmasını diliyoruz.
TAHRİR/TAKSİM’DEKİ TUZAK NEDİR?
10 yıldır iktidarda olan ve oy oranında büyük bir kayıp olmayan Başbakan Erdoğan’ı Taksim’de, henüz iktidarının 1. Yıldönümünü yaşamakta olan Muhammed Mursi’yi Tahrir Meydanı’nda istifaya çağıranlar, kendi dilek ve öfkelerini haykırdıklarını sanırlarken, nasıl bir tuzağa düşürüldüklerinin, nasıl bir provokasyona alet olduklarının farkında mıydılar? Taksim (Gezi Parkı) ve Tahrir eylemleri, müthiş bir toplum mühendisliği ile amacından saptırılmış ve her iki meydanda toplanan enerji, eylem yapanların akıllarından geçmeyen bir amaca hizmet edecek şekilde yönlendirilmiştir.
Başbakan Erdoğan’ı Taksim Gezi Parkı’nda, Muhammed Mursi’yi Tahrir Meydanı’nda istifaya çağıran eylemlerin dışında, bu eylemleri kendi amaçları doğrultusunda yönlendirebilen, bir güç, bir organizasyon vardı. Buradaki toplum mühendisleri, kendilerini çok iyi kamufle edebilmişlerdi. Bu yönüyle Taksim ve Tahrir eylemleri ilerde çok konuşulacak ve üniversitelerde ders olarak okutulacaktır.
Yönetilmesi çok zor bir ülke olan Mısır’da, Mursi’nin 1 yıl içinde mucizeler yaratması beklenmiyordu. Hüsnü Mübarek’e 30 yıl tahammül eden Mısır halkının, iktidarının henüz 1. Yıldönümünü kutlamakta olan Mursi’yi hangi nedenlerle istifaya çağırdıkları sorusuna yanıt ararken çok dikkatli olmak ve fotoğrafın bütününü görmek durumundayız. Buradaki gerçek aktör, Ortadoğu’nun zengin enerji kaynakları nedeniyle kontrol altında tutmak isteyen Batılıların, İslam’ın yükselişinden duydukları kaygılardır. ABD, İsrail, Rusya ve hatta Körfez ülkeleri, Arap Baharı’nın yaşandığı Tunus, Mısır ve Libya gibi ülkelerde sandığa gidildiğinde, Müslüman Kardeşler’in yüksek oranda oy aldıklarını gördüler ve yönelişten rahatsız oldular. Müslüman Kardeşler, Libya’da yapılan seçimlerde sandıktan 2. Parti olarak çıkmıştı.
Arap Baharı’nın yaşandığı ülkelerde yapılan seçimlerde İhvan-ı Müslim’in (Müslüman Kardeşler’in) bu göz kamaştırıcı başarısı, Bop coğrafyasında siyasi atmosferin değişmesine neden oldu. İsrail bu yöndeki gelişmeden duyduğu rahatsızlığı açıkça dile getirdi. İsrailli stratejistler, Arap Baharı’nın Ortadoğu’da, İslam İmparatorluğu’na zemin hazırlayacak bir gelişme göstermesinden rahatsızlık duyduklarını söylüyorlardı. Bu gelişme “Vaad edilmiş Topraklar” peşinde olan İsrail’in hedefi ve güvenliği açısından büyük tehdit oluşturuyordu. ABD de bu görüşe katılıyorlardı. Hatırlayacaksınız, ABD Başkanı Obama, eylemler dolaysıyla, hem Başbakan Erdoğan’la hem de Mursi’yle yaptığı telefon görüşmelerinde, “Halkın sesine kulak vermelerinin demokrasi gereği olduğunu” söylemişti.
Özetlersek, silahlı kuvvetleri kendine göre dizayn edip devlet kadrolarına kendi taraftarlarını yerleştirmeye başlayınca, Tahrir Meydanı “Mursi istifa!” çığlıklarıyla dalgalanmaya başladı. Halk Mursi’nin giderek baskıcı bir politika izlemesinden şikayetçi, ordu, Cemal Abdülnasır’ın 1952 darbesi sonrasında elde ettiği ülke ekonomisinin yüzde 30’unu yönetme hakkını kaybetmiş olmaktan dolayı öfkeliydi. Tahrir yeni ziyaretçilerini bekler kıvama gelmişti. Mursi’nin, gelişmeleri doğru okuyup erken seçimlere gitmesi beklenirken, ordunun yönetime el koymasıyla, İslam dünyasında yeni düzen arayışları, Arap Baharı’ndan demokratik düzene geçiş umutları son buldu. Yüzde 51.7’lik bir oy çoğunluğu ile iktidara gelen Mursi’nin, içeriden ve dışarıdan bu denli tepki almasında, dayandığı radikal Sünni siyasal İslam hareketinin referanslarını öne çıkarmasının ne ölçüde etkili olduğu ayrı bir yazı konusudur.
Gezi Parkı eylemleri bağlamında Başbakan Erdoğan gerçeklerine gelirsek.. Eskiden beri Müslüman Kardeşler’le dirsek temasında olan Başbakan Erdoğan da, Suriye’de El Nusra gibi radikal İslam örgütlerinin güçlenmesine hizmet eden bir politika izlemesinden dolayı, Batı’da rahatsızlık yaratmıştı. Müslüman Kardeşler, 1980’lerde Suriye’de silahlı deneyimi olmuş bir örgüt. Esad’la kan davası var. Sivil kanatta oluşturulan Suriye Ulusal Konseyi’nde fazla üyeleri yok, ama mobilizasyon ve maddi açıdan oldukça güçlüler. ABD radikal İslamcı silahlı örgütlerin Suriye’deki muhalefet içinde güçlenmesini, İsrail’in güvenliği açısından tehlikeli bir gelişme olarak görüyordu. Bu nedenle Suriye’de frene basmıştı. ABD yetkilileri Suriye’deki muhalefeti kendilerinin organize edeceklerini açıklamışlar ve Türkiye’yi bir ölçüde devre dışı bırakmışlardı. Başbakan Erdoğan’ın son Washington gezisinden neşesiz dönmesinin nedeni bu olmalıydı.
Önce Taksim Gezi Parkı’nda, çevreci kaygıların öne çıkarıldığı, “Erdoğan istifa!” eylemleri, ardından Mısır’ın ünlü Tahrir Meydanı’nda “Mursi defol!” mitinglerine tanık olduk.Taksim ve Tahrir meydanlarında eylem yapanlar, kendi dilek ve öfkelerini dile getirdiklerini sanıyorlardı. Gezi Parkı eylemleri ni ve Taksim Meydanı’nda yapılan mitingi konu alan yazılarımızda, çok değişik görüşteki insanların yanyana, omuz omuz omuza slogan atabilmelerini Avrupa protesto kültürünü aşan bir demokrasi olgunluğu olarak değerlendirirken, “Aman dikkat, kaosa davetiye çıkarmayalım” demiştik. Gezi eylemleri gibi ideologları ve lider kadrosu olmayan eylemlerin her türlü dış etkiye, saptırmaya, yönlendirmeye açık olduğunu vurgulamamız, bazı okuyucularımız tarafından, “eylem kırıcılığı” olarak suçlanmıştı. Oysa bizim yaptığımız, yalnızca, fotoğrafın bütününü görme ve gösterme çabasıydı.
TAKSİM VE TAHRİR MEYDANLARINDA YAŞANANLAR, UNUTULMAMASI GEREKEN ÇOK İLGİNÇ BİRER TOPLUM MÜHENDİSLİĞİ ÖRNEKLERİDİR
Taksim ve Tahrir meydanlarında yapılan eylemleri değerlendiren yazılarımızda fotoğrafın bütününü görmeyi, Yeni Haçlı Seferleri’nin hangi aşamada olduğunu göstermeyi hedefleyen bir durum tespiti yapmış ve “Aman dikkat, kaosa davetiye çıkarmayalım” demiştik. Taksim ve Tahrir meydanlarında yaşananların, unutulmaması gereken çok ilginç birer toplum mühendisliği örnekleri olduğuna dikkat çekmeye çalışmıştık. Tahrir Meydanı’nda yaşananlar bu konudaki uyarılarımızda ne kadar haklı olduğumuzu net olarak ortaya koydu; Mursi’yi istifaya davet eden eylemciler, ülkeyi bir iç savaş tehlikesi yaratmış olmalarından dolayı, darbeye davetiye çıkarmış oldular. Kendi dilek ve öfkelerini haykıran, daha doğrusu haykırdıklarını sanan eylemciler, bir aşamadan sonra Batılı toplum mühendislerinin tuzağına düşmüşlerdi. Sosyologların hala kodlarını çözmekte zorlandıkları protesto şablonları sergileyen eylemciler, Türkiye Başbakanı Erdoğan’ı Taksim’de, Mısır Cumhurbaşkanı Mursi’yi Tahrir’de istifaya davet ederlerken, bir ölçüde, İslam’ın Kuzey Afrika ve Ortadoğu’daki yükselişini kendi gelecekleri, özellikle de İsrail açısından tehlike gören Batılılar’ın amaçlarına hizmet ettiklerinin farkına vardılar mı?
Bir durum tespiti yaparak, günümüzde toplum mühendisliğinin hangi boyutlara ulaştığını göstermeye, Taksim ve Tahrir’e tepeden bakmaya çalıştık. Gelişmeleri değerlendirirken çok boyutlu düşünmek durumundayız.
Gezi Parkı konusu da, Tahrir Meydanı konusu da, ucu açık eylemleriyle hep gündemimizde olacaktır.