Türkiye açısından “Güvenli Bölge” sorunu, eninin ve boyunun ne kadar olacağı ile sınırlı değildir. “Güvenli Bölge”nin eni ve boyu ile sınırlı tartışmalar, Türkiye’yi oyalamak isteyenlere hizmet etmenin dışında hiçbir yarar sağlamayacaktır. 

Ülkesi küresel güçlerin paylaşım kavgasına sahne olan ve harabeye dönen Esat’ın bu aşamadan sonra Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlaması mümkün değildir. Gelinen noktada Türkiye’nin en önemli kaygısı Suriye’nin geleceğidir. 

Eylül ayı boyunca Ankara, İstanbul ve New York’ta gerçekleştirilecek Suriye’nin geleceğine ilişkin zirvelerin ana gündemi “siyasi geçiş süreci” olacaktır. Suriye’nin geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan küresel aktörler, artık, Suriye’nin toprak bütünlüğünden değil, hazırlanacak Yeni Suriye Anayasası paralelinde uygulamaya konulacak “siyasi geçiş süreci”nden söz ediyorlar. 

“Siyasi geçiş süreci”nin diplomatik literatürde ne anlama geldiğini Irak örneğinde yaşadık, gördük. O nedenle, “Güvenli Bölge”nin eni-boyu tartışmalarının bir sonraki aşamasına geçerek, “siyasi geçiş süreci” sonrasında oluşacak kalıcı Suriye haritasına yoğunlaşmamız gerekiyor.

Gazete sayfalarında, televizyon ekranlarında havanda su dövmeye gerek yok, ABD’nin gerçek niyeti artık belli olmuştur, hesabımızı Suriye’nin kuzey bölgesinde şekillenmekte olan gerçeklere göre yapmak zorundayız.

Artık açıkça görülmektedir ki, ABD’nin “Güvenli Bölge” konusunda sergilediği tutum, dostluk olarak nitelenmesi mümkün olmayan bir oyalama taktiğidir.

Suriye’de kalma gerekçesini bugüne kadar, “DEAŞ’la mücadele”ye bağlayan ABD, şimdi de, burada oluşturmaya çalıştığı bir devlet yapılanmasına yaslanarak kalıcı olmanın yollarını aramaktadır.  

Bu aşamada ABD’nin birinci önceliği Çin’in Yeni İpek Yolu’nun önünü kesmek olduğundan, Türkiye’yi “Güvenli Bölge”nin eni-boyu pazarlıklarıyla oyalamaya, zaman kazanmaya çalışmaktadır. Suriye’nin kuzey bölgelerinde oluşturulan fotoğrafı doğru okumak ve hesabımızı alanda oluşan gerçeklere göre yapmak durumundayız.

SORUN, “GÜVENLİ BÖLGE”NİN ENİ VE BOYU İLE SINIRLI DEĞİLDİR

Zaman Türkiye’nin aleyhine işlemektedir. Dışişleri Bakanı Çavuşoğlu Suriye’deki özetlerken, burada giderek büyümekte olan bir tehdide karşı daha fazla ilgisiz kalamayacağımızı, “dostumuz, müttefikimiz” ABD’nin de sabrımızı daha fazla zorlamaması gerektiğini diplomatik bir dille anlatmıştır: 

“Maalesef Menbiç’te oyalamaya gittiler, sözlerini tutmadılar. Fırat’ın doğusundaki bölge terör yuvası oldu. Geçenlerde yine TIR’larca silah getirdiler. Bu durumda, 1) samimi olmaları gerekiyor, 2) oyalamanın Türkiye tarafından tolere edilemeyeceğini anlamları gerekiyor.”

Öncelikle şunu bilmemiz gerekmektedir; Türkiye açısından “Güvenli Bölge” sorunu, eninin ve boyunun ne kadar olacağı ile sınırlı değildir. “ABD 5-15 km teklif etmiş, Türkiye 32 km konusunda ısrarcı olmuş” şeklindeki tartışmalar, bu aşamadan sonra, Türkiye’yi oyalayarak zaman kazanma peşinde olan Pentagon şahinlerinin değirmenine su taşımaktan öte bir anlam taşımıyor. “Güvenli Bölge”nin eni ve boyu ile sınırlı tartışmalar, Türkiye’yi oyalamak isteyenlere hizmet etmenin dışında hiçbir yarar sağlamayacaktır. 

ÖNEMLİ OLAN SURİYE’NİN GELECEĞİDİR

Bu aşamadan sonra yoğunlaşmamız gereken konu, Suriye’nin geleceğinin ne olacağıdır. Efendim, Suriye’nin meşru sahibi Esat’mış, BM’de Suriye’yi Esat’ın atadığı diplomatlar temsil etmekteymiş, biran önce rejimle diyalog kurmamız gerekirmiş. 

Peki, ama Birleşmiş Milletler’in Suriye’de bulunan yabancı güçlere, 2011’den bu yana, bir gün olsun, “Suriye bağımsız bir ülkedir; işgalciler derhal ülkeyi terketsin!” çağrısı yaptığını duydunuz mu? 2011’de kaosa iç savaşa sürüklenen Suriye’de yüzbinlerce masum insan katledilirken, yerlerinden yurtlarından kovulurken, Aylan bebekler Akdeniz’in azgın dalgaları arasında boğulurken BM’nin bu vahşeti durduracak, Suriye’nin toprak bütünlüğünü koruyacak herhangi bir ciddi girişimine tanık oldunuz mu? 

BM’nin yapısı, karar alma mekanizması, yaptırım gücü bilindiğine göre, Suriye’nin toprak bütünlüğünü BM üzerinden savunmanın bundan böyle mümkün olmadığı açıktır. Birbirlerinin Suriye’deki kazanımlarını zımnen kabul eden ABD ile Rusya’nın desteği ile hazırlanacak ve aynen Irak’ta olduğu gibi, Suriye halkının “özgür iradesiyle” yapılacak bir oylama sonucu kabul edilecek bir anayasa ile, I. Dünya Savaşı’na kadar Osmanlı’nın bir vilayeti olan Suriye de parsellenecektir. 

Topraklarının bir bölümü Misak-ı Milli sınırları içinde olan Suriye haritası da, bu haritadaki Halep gibi, Bayır-Bucak gibi, Çobanbey gibi, Süleyman Şah gibi… yüzlerce yıllık Türkmen yerleşim birimleri de, dolayısıyla Türkmen varlığı da tarihin karanlık sayfaları arasına gömülecektir. Daha doğrusu, hayata geçirilmek istenen senaryo budur. Yani Türkiye’nin, tarihi ve kültürel bağlarının bölgede sağladığı stratejik derinlikle olan bağları kesilmek, Doğu Akdeniz’den soyutlanmak, Kıbrıs’a ilişkin garantörlük hakları sulandırılmak istenmektedir. 

GÜNEY KOMŞUMUZ ARTIK SURİYE DEĞİL…

Güney komşumuz artık Suriye değil, YPG’nin “koruyucu meleği” ABD ve Esat’ın “koruyucu meleği” Rusya’dır. Fırat’ın batısında, “rejiminin davetlisi” olarak gelen Rusya ile, Fırat’ın batısında, demografik yapısıyla, ordusuyla, güvenlik güçleriyle, yerel yönetimleriyle tam teşekküllü bir devlet yapılanması oluşturan ABD artık güney komşularımızdır.  Bu gerçeği 2004 yılında bölgeyi ziyaret eden dönemin ABD Dışişleri Bakanı G. Rise açıkça dile getirmişti, hatırlayalım: “Bölgedeki 22 ülkenin sınırları değişecek!” Bakan Rise, “Bölgedeki 22 ülke” derken, hangi ülkeleri kastetmişti acaba?  

Ülkesi küresel güçlerin paylaşım kavgasına sahne olan ve harabeye dönen Esat’ın bu aşamadan sonra Suriye’nin toprak bütünlüğünü sağlaması mümkün değildir. Gelinen noktada Türkiye’nin en önemli kaygısı Suriye’nin geleceğidir. Fırat’ın doğusunda ve batısında oluşan/oluşturulan yapılanmalar giderek kalıcı olmaktadır. Bu nedenle Türkiye’nin işi zorlaşmakta, Suriye’nin geleceğine ilişkin kaygıları artmaktadır.

“SİYASİ GEÇİŞ SÜRECİ” NE DEMEK?

Astana Süreci ortakları Eylül ayında beşinci kez Ankara’da biraraya gelecekler. Zirvede Suriye’nin geleceği, siyasi geçiş süreci konuşulacak.

Yine Eylül ayında, İstanbul’da yapılacak Suriye’nin geleceğine ilişkin dörtlü zirveye Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’ın yanı sıra, Rusya Devlet Başkanı Vladimir Putin, Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron, Almanya Başbakanı Angela Merkel katılacaklar. Tüm dünyanın odaklanacağı bu zirvede de liderler Suriye’de siyasi geçiş sürecini konuşacaklar. Yani, zirveye katılan liderler, herkesin kabul edebileceği yeni bir Suriye haritası çizmeye çalışacaklar. 

Türkiye’nin evsahipliğinde gerçekleştirilecek bu zirvede Türkiye’nin Suriye’ye ilişkin kaygıları ne derece kabul görecektir? Çünkü, “Siyasi geçiş süreci” demek, 2011’den bu yana “Arap Baharı” rüzgarları eşliğinde kaosa sürüklenip harabeye döndürülen bir ülkede, yeni bir Suriye gerçeğinin hayata geçirilmesi demektir. Suriye’yi kendi çıkarları doğrultusunda parsellemeye çalışan küresel güçlerin Türkiye’nin Suriye’nin geleceğine ilişkin kaygılarını dikkate almak bir niyetlerinin olmadığı her geçen gün daha da netleşmektedir.

Cumhurbaşkanı Erdoğan, yine Eylül ayında New York’ta gerçekleştirilecek BM Güvenlik Kurulu’nda, “Dünya beşten büyüktür” mesajını bir kez daha seslendirecek. Herkes onaylasa da, BM Güvenlik Konseyi’nin yapılanması bu mesajın hayata geçilmesine izin vermiyor. 

Eylül ayı boyunca Ankara, İstanbul ve New York’ta gerçekleştirilecek Suriye’nin geleceğine ilişkin  zirvelerin ana gündemi “Suriye’de siyasi geçiş süreci” olacak. Suriye’nin geleceğini kendi çıkarları doğrultusunda şekillendirmeye çalışan “Beş Büyükler”, artık, Suriye’nin toprak bütünlüğünden değil, hazırlanacak Yeni Suriye Anayasası paralelinde uygulamaya konulacak “siyasi geçiş süreci”nden söz ediyorlar. 

“Siyasi geçiş süreci”nin diplomatik literatürde ne anlama geldiğini Irak örneğinde yaşadık, gördük. O nedenle, “Güvenli Bölge”nin eni-boyu tartışmalarının bir sonraki aşamasına geçerek, “siyasi geçiş süreci” sonrasında oluşacak kalıcı Suriye haritasına yoğunlaşmamız gerekiyor. 

İşimiz zor; ama alandaki gerçekleri görmek zorundayız. 

19.08 2019