YAZI DİZİMİZDE:
- Suriye Neresi ve tarihi gelişimi.
- Nusayriler nüfusları az olmasına rağmen iktidarı nasıl ele geçirdiler?
- Nusayriler orduyu ele geçirirken yüzde doksan Suniler ne yapıyordu?
- Nusayrilerin orduyu ele geçirirken uyguladıkları taktikler.
- Nusayrilerin itikadi görüşleri. 
- Nusayri zulümleri ve tanıkların hatıraları.
- Suriye’deki etnik yapı.
- Suriye Türkleri ve bugünkü durumları.
- Hafız Esed ve Oğlu Beşşar Esed kimdir?
- Esed Ailesinin zulümleri.
TAKDİM
Daha bir yıl öncesine kadar bahar havası yaşanan Türkiye Suriye ilişkileri “Arap baharı” rüzgarı ile birdenbire bozulup, düşmanlığa dönüştü. Bunun sebebi ABD mi, yoksa başka unsurlar mı tartışmalı bir konu. Ancak bilinen bir şey varsa bugün Suriye’de zulüm ve katliamlar hızla devam ediyor.
Esed ailesi iktidara geldiği günden beri Suriye halkına hep zulmetti. Esed ailesinin adı katliamlarla, zalimliklerle anılır oldu.
Beşşar Esed’in Batıda eğitilerek Suriye’nin başına geçirilmesinden sonra bazı çevreler küçükte olsa bir ümide kapılmışlardı. Belki Beşşar Esed, babası gibi zalim olmazdı! Ama bu temenniden öteye geçmedi ve Beşşar Esed babasına rahmet okutacak seviyede zalimleşti ve bir yıldır da binlerce Suriyeliyi öldürdü.
Esed ailesi kim? Suriye’de iktidarı nasıl ele geçirdi? Yapının sağlamlaşmasında Nusayrîliğin etkisi nedir?
Aslında bu konular bilinmeden Suriye’deki problemi anlamak oldukça zordur. Bunun için bu yazı dizimizde Suriye’nin başında âdeta demoklesin kılıcı gibi duran Esed ailesini ve Nusayrîliği yakından tanımayı murat ettik.
Suriye’de şu anda Şia-Gulat’tan ve İslâm diniyle pek ilgisi olmayan Nusayrîlik isimli bir mezhep yönetimi bulunmaktadır. Bu, Marksist bir çizgiye daha yakındır ve İslâmî kendilerine din olarak seçen Türkiye Alevîleri ile tamamıyla farklıdırlar. Nusayrîlik daha ziyade Hıristiyan kültürü ile içice ve tarihi birtakım hurafelerle donatıldığını görmekteyiz.
Mevcut çalışmamızda, Nusayrîliğin Suriye yönetiminde ne derece tesirli olduğunu ve bunu ordu ile nasıl pekiştirdiğini okuyacaksınız. Özellikle Nusayrîlerin, orduya sızma yöntemleri ve önemli mevkileri ele geçirdikten sonra, o güne kadar kendileri ile beraber hareket eden Suriye milliyetçisi subayları nasıl acımasızca harcadıklarını ve ordudan tasfiye ettiklerini göreceksiniz. Bu işlerde Baas partisinin de oynadığı rolü ve Nusayrîlerle işbirliği yaparak Suriye’de nasıl birçok defalar darbe yaptıklarını ibretle okuyacaksınız.
Maksadımız tarihi gerçekleri anlatmak ve Suriye’nin içyapısını okuyucularımıza tanıtmaktır.
NUSAYRÎLİK NEDİR?
Bugün Suriye Nusayrî isimli bir inanca sahip insanlar tarafından yönetilmektedir.  Çoğunluğu Suriye’de yaşayan aşırı bir Şiî-Batinî fırkasıdır ki, bunlara günümüzde Numeyrîler ismi de verilmektedir. Nusayrî isminin ise geçmişte kalan bir isim olduğunu ve fırka kurucusuna nispeten bu ismin verildiğini ileri sürerler. Fırkanın ismini, kurucusu olan Muhammed b. Nusayr en-Nemiri’ye (883) nispeten aldığı bilinmektedir. Zaten itikadi fırkaların birçoğunun kurucularına nispeten tanındıkları ve buna uygun isim aldıkları bilinen ve sık rastlanan bir durumdur.
Batinî karakterli fırkalarda ortak olarak görülen husus, bunların genel olarak çift hayatları olmasıdır. Yani birisi, kendi içlerinde ve çevrelerinde yaşadıkları ve yaşattıkları hayat seyri, diğeri de toplum içinde yaşamaları itibarîyle toplumsal hayatlarıdır. İşte Nusayrîlik de genel anlamda bu özellikleri taşımakla birlikte, Bâtıni fırkalar arasında, önemli eserlerinden bir kısmı elde edilebilmiş ve dolayısıyla görüşlerine vakıf olunabilmiş fırkalardan birisi olma özelliğini taşımaktadır.
Nusayrîliğin kurucusu İbn Nusayr, Şiî-İmamiye’nin onuncu imamı Ali en-Nakî’nin hayatında onun tarafından gönderilmiş bir peygamber olduğunu iddia ediyor; onun hakkında aşırı görüşler ileri sürerek tenasühten söz ediyordu. Onun ilâhlığını söylüyor ve haramları helâl kılıyordu. Bir rivayete göre de, İbn Nusayr, İmamiye’nin on birinci imamı Hasan el-Askeri’nin (873) “bab”ı olduğunu ileri sürmüş ve onun vefatıyla da oğlu Muhammed b. el-Hasan’ın mehdîliğini kabul etmiştir. (Bkz: E.Ruhi Fığlalı, Çağımızda İtikadi İslâm Mezhepleri, s. 143).
Gerçekte bir mezhep gibi görünmesine rağmen Nusayrîlik, ne Hıristiyanlıkla, ne Yahudilikle, ne de İslâm ile ilgisi olmayan; gerek inanç, gerekse ibadet yöntemleriyle ayrı bir din olarak ortaya çıkmaktadır. Bunların kâfir, müşrik, mülhit olduklarında bütün Ehl-i sünnet ve Şia uleması ittifak etmiştir. Hatta İbn Teymiye, bunların kestiklerinin yenilemeyeceğini, kadınlarının nikâh edilemeyeceğini söyledikten sonra; mürtet olduklarından Cizye ödemekle hayat hakkına sahip olamayacaklarını bildirmektedir.
SURİYE’Nİ TARİHİ GELİŞİMİ
Suriye, tarih boyunca  Kenanlılar, İbranîler,  Aramiler,  Asurlular, Babilliler, Persler,  Yunanlılar, Romalılar, Bizans,  Araplar,  Selçuklular, Haçlılar ve Osmanlı Devleti tarafından yönetilmiştir. Başkenti  Şam  Emevi İmparatorluğu’nun merkezi ve  Memlûk Devleti’nin bölgesel yönetim merkeziydi.  Şam, 1260 yılında Memluk İmparatorluğunun başkenti olmuş, 1400 yılında, Timur tarafından saldırıya uğrayıp yok edilmiştir.  1517’de  Osmanlı egemenliğine girmiş ve tam 403 sene boyunca Osmanlı tarafından yönetilmiştir. I. Dünya Savaşı’nda Osmanlı yönetiminden çıkmıştır.
1920’den  1946’ya kadar  Fransa yönetiminde kalmıştır. 1946’daki bağımsızlık ilânından sonra, 1958 Şubat’ında, Mısır ile  Birleşik Arap Cumhuriyeti’ni kurmuşlardır. Bu birliktelik, ancak 3 yıl sürmüştür ve iki ülke 1961 yılında ayrılmışlardır. Suriye,  Altı Gün Savaşı’nda Golan Tepeleri’ni kaybetmiştir. İsrail, 1981 yılında burayı, tek taraflı olarak ilhâk etmiştir. Bu işgal, bugün hâlâ iki ülke arasında sorundur.
NUSAYRÎLİĞİN TARİHİ
Genellikle Suriye bölgesinde yayılmış bulunan Nusayrîler, Karmatilerin 903 yılında Suriye’yi ele geçirmesi üzerine, bir kısmı Suriye’de kalırken bir diğer kısmı ise, Antakya civarına çekildiler. Özellikle Nusayrîlik Hamdanilerin Suriye’ye egemen olmasıyla bu dönemde büyük bir güç kazandılar. Zira Hamdani emirleri bu mezhebe girmiş ve yaygınlaşması için uğraşmışlardır. Selçuklular döneminde Malazgirt savaşını (1071) takiben de Nusayrîler Antakya’yı ele geçirmişlerdi. Frankların 1098 yılında bölgeyi işgal etmeleri üzerine bir süre onların hâkimiyetleri altında kaldılar. Haçlı seferleri esnasında Haçlı ordularına yardım etmiş ve Müslümanların aleyhinde Hıristiyanlara destek olmuşlardı. Bundan dolayı Selahaddin Eyyubî tarafından cezalandırılmışlardır. Aynı şekilde Memlûklular aleyhinde Moğollara yardım ettikleri için Memlûklu Sultanı Baybars’tan da baskı görmüşlerdi. Nusayrîler, bölgede sırasıyla hüküm süren, Selahaddin Eyyubi, Haçlılar, İsmaililer ve Moğollar’dan sonra Yavuz Sultan Selim’in 1516 yılındaki Mercidabık Zaferi ile Suriye’yi ele geçirmesi ile daha sonraki devirlerde de aynı bölgede varlıklarını sürdürürler. Nusayrîlerin hemen hemen her devirde ve özellikle Osmanlı Döneminde varlıklarını sürdürmelerindeki en önemli faktör, Osmanlı Devletinin, hükmü altındaki bölgelerde her inanç ve ırktan olan kavimlere gösterdiği müsamaha anlayışı ve tavrı gösterilmektedir. Zira, Osmanlı Devleti, bu tavrını devletin bağlayıcı ve birleştirici bir felsefesi olarak telakki etmekteydi. Zaman zaman Osmanlılara karşı isyan etmelerine rağmen II. Abdülhamid onları resmen bir mezhep olarak kabul etmişti.
BUGÜNKÜ NUSAYRÎLER
Bugün Suriye’de çeşitli bölgelerde, Lübnan’da yaygın olarak bulunan Nusayrîler, Suriye nüfusunun % 8’ini oluşturmaktadırlar. Suriye yönetimini elinde tutan Esed ailesi tamamıyla Nusayrî’dir ve inançlarının İslâm dini ile uzaktan yakından hiçbir alâkası yoktur.
Bugün ağırlığı Suriye’de bulunan Nusayrîlik kendi arasında çeşitli fırkalara ayrılmıştır. Bunlar genel olarak dört kola ayrılmışlardır ki, bunlar; Haydariyye, Şimaliyye (veya Şemsiyye) Kilaziyye (veya Kameriyye) ve Gaybiyye’dir. Ancak bunlar, esas itibarîyle, Şimafiyye ve Kıbliyye olmak üzere iki ana kol halinde yaygınlık kazanmışlardır.
NUSAYRÎLERİN İTİKADİ GÖRÜŞLERİ
Nusayrîliğin İslâm’dan etkilendiğini iddia edenler olsa da, ağırlıklı olarak Bâtıni tevillere dayanmakta ve hatta zaman zaman Hıristiyan kültürünün etkisi görülmektedir. Hüseyin b. Hamdân el-Hasıbî’nin (957 veya 968) Kitâbül-Mecmû’u ile önce Nusayrî iken daha sonra Hıristiyan olan Adanalı Süleyman Efendi’nin Kitâbul-Bakürati’s-Süleymaniyye fi Keşfi Esrâri’d-Diyânâti’n-Nusayriyye isimli eserleri Nusayrîliğin itikadı ile ilgili önemli bilgiler ihtiva ederler.
Birçok itikadi fırkada gördüğümüz gibi, fırkaların görüşlerini temel bazı hususlar teşkil etmekte ve diğer görüşler bu görüşün etrafında odaklanmaktadır. Nusayrîlerin görüşlerinin temelini de Hz. Ali’nin ilâhlaştırılması teşkil etmektedir. Bundan dolayı Nusayrîler Şia fırkaları arasında Gulat (Aşırı) kısmından telâkki edilmektedir. Bu fırkanın bütün kollarına göre Hz. Ali mabuttur, tanrıdır. Yüce Allah için sayılan sıfat ve özellikler Hz. Ali için sayılmaktadır. O nurun nurudur, ilâhî zatı itibarîyle gizlidir. O manadır. Görünüşte imam olmasına rağmen, batını cihetiyle O, Allah’tır. Buna göre onların şehadet kelimesi “Ben Ali’den başka ilâh bulunmadığına şehadet ederim “şeklindedir.
Bu anlayışa göre Ali, Tanrıdır. Kendi ruhundan Muhammed’i, O da Selman-ı Farisî’yi yaratmıştır. Ali “mana”, Muhammed “isim”, Selman ise “bab”dır. Bu üçlü A(ayn), M (Mim) ve S (Sin) sembolleriyle ifade edilir. Bu üçlü sembolize sistemi Süleyman Hasbi tarafından Hıristiyanlıktaki “Baba-Oğul-Ruhul-Kudüs” sistemiyle açıklanır. Ayrıca Selman’dan sonra beş tane de eytam vardır ki, bunlar; Mikdad b. el-Esved (Tabiat olayları ve zelzeleyi yürütür), Ebû Zerril-Gifâril-Gifâri (Yıldızların hareketini idare eder), Abdullah b. Revâha (Canlıların hayatlarıyla uğraşır), Osman b. Maz’un (Rızık ve hastalıklarla uğraşır) ve Kanber b. Kadân ed-Devrî (Ruhları cesetlere gönderir). Bu beş eytam, aynı zamanda beş büyük yıldızdır.
Tenasüh ve ruh göçüne inanırlar. Onlara göre, insanlar ilk kez semavî varlıklar olarak yaratılmışlar; fakat düşüşlerinin bir sonucu olarak bu günkü şekillerini kabullenmek zorunda kalmışlardır. Sürekli tenasüh ve ruh göçü, insanların tekrar semavî varlıklara dönmesiyle son bulacaktır. Yine Hz. Ali’nin yıldızların prensi olduğunu ve güneş veya ay ile cisimlenmiş bulunduğuna inanırlar.
Kendileri Ali’nin ulûhiyetine inanmak ve onun yüceliğinin nimetine ermek şerefine ulaşan kişilerdir. Ali’ye inanan Nusayrîlerin ruhla, hareket yoluyla yıldızlar haline dönüşerek nurlar âlemine yükselir. Nusayrî olmayanların ruhları ise, hayvan cesetlerine girer. Onlara göre kadınların ruhları yoktur. Şeytanlar insanların günahlarından, kadınlar da şeytanların günahlarından yaratılmışlardır. Bu bakımdan kadınlara onların mezheplerinin sırları açıklanmaz. Bu taassuplarından ötürü Fatıma’nın ismini kullanmayıp, metinlerinde bu kelimenin müzekkeri olan Fâtır’ı kullanmayı tercih ederler. Ayrıca onlara göre, diğer halifelerle birlikte bir kısım sahabe ile Muaviye, Yezid ve Haccac da şeytanın sembolleridir ve lânetlidirler.
devam ediyor...