Son zamanlarda Ali Bulaç ile Mümtazer Türköne arasında İslamcılık üzerine bazı tartışmalar yaşanmaktadır. Mümtazer Türköne kendi bakış açısıyla Türkiye’de İslamcılık denilen ideolojinin bittiğini iddia edip, Ali Bulaç’ı en son İslamcı ilan ederken, Ali Bulaç İslamcılığın AKP ekseninde değerlendirilemeyecek kadar köklü bir hareket olduğunu ve AKP’li eski İslamcıların samimi olarak artık İslamcılıktan sıyrıldıklarını ilan ettiklerini ama İslamcılığın asla bitmeyeceğini ifade eden makaleler kaleme aldı. 
Peki nedir İslamcılık? Gerçekten Mümtazer Türköne’nin dediği gibi Türkiye’de İslamcılık bitti mi? Yoksa bütün değişim ve dönüşümlere ve şimdilik etkisini azaltsa da İslamcılığın bitmedi mi?
İslâmcılık, XIX. yüzyıl ortalarında ortaya çıkan dini ve siyasi düşünce akımıma verien bir isimdir. Akımın belli başlı amaçları, İslâm'ı bütün boyutlarıyla topluma yeniden hâkim kılmak, İslâm dünyasını Batı sömürüsünden, zorba yöneticilerden, kölelik, taklit ve hurafelerden kurtarmak, kalkındırmak ve birliğini sağlamak biçiminde ifade edilebilir. Bir akım olarak İslâmcılık, II. Meşrutiyet'ten sonra "Sırat-ı Müstakim" (sonradan Sebilü'r-Reşad) dergisinin yayınlanmaya başlamasından sonra ortaya çıkmıştır.
Bir tecdîd (yenileme), ıslah (düzeltme), ihya (canlandırma) hareketi olarak nitelenen İslamcılık fikrinin Siyasi hedefi açısından İslâm birliği (ittihad-ı İslam, Panislâmizm) hareketi; İslâm'ı anlayış ve yorumlayışları açısından "Modern İslâm" ve "İslâm'da reformist düşünce" akımı olarak değerlendirilebilir. İslamcılık akımının öncülüğünü Mısır'da Cemaleddin Efgani ve Muhammed Abduh; Hindistan'da Seyyid Ahmet Han, Seyyid Emir Ali; Türkiye'de Said Halim Paşa, Mehmet Akif, Filibeli Ahmet Hilmi, İsmail Fenni Ertuğrul, Ferid Kam, Mehmet Ali Ayni, Şemseddin Günaltay, Muhammed Hamdi Yazır, Ahmet Naim, Said Nursî vb. aydın ve düşünürler yapmıştır.
İslâmcılık akımının başlıca uğraşı, Batı'nın açtığı soruları cevaplamak ve ortaya attığı kuşkuları gidermeye çalışmak olmuştur. 
"İslâm dünyası niçin geri kalmıştır?", 
"Müslümanlar nasıl kalkınabilir? ", 
"Müslümanların birliği nasıl sağlanabilir", 
"Batının kalkınmasına neden olan özgürlük, eşitlik, medeniyet, bilim, düşünce, kadın hakları gibi değerlere İslâm sahip midir? Değilse bunları yeniden mi kazanacaktır?", 
"İslâm ilerlemeye engel midir?", 
"Din-devlet ilişkileri nasıl düzenlenmelidir?", 
"Bilim ve akılla İslâm arasında bir çatışma var mıdır?", 
"İslâm'ın korunması gereken, değişmeyecek yönleri nelerdir?",
 "Batıdan neler alınmalıdır?" 
İslâmcı aydınlar referans olarak İslamiyet’i seçerek yukarıdaki soruların cevaplarını çeşitli boyutlarda arayıp, doğru cevaplar bulmaya çalıştılar.
Cumhuriyet sonrasında da İslamcılık akımı zaman zaman gücünü kaybetse de özellikle 1960’lı yıllardan sonra kendini yeniden fikir hayatı içinde canlandırabildi. Necip Fazıl Kısakürek ve Nurettin Topçu gibi bazı düşünür ve sanatçılar; Nurculuk ve Süleymancılık, Milli Görüş gibi akımlar çerçevesinde gelişmeye başlayan İslâmcılık düşüncesi, yasal engellemeler ve baskılar sebebiyle o dönemlerde etkin bir güce kavuşamasa da 1980’lerden sonra siyasi arenada kendini göstermeye başladı. Bu canlılıkta İran İslâm Devrimi ve Afganistan cihadının etkisi büyük oldu. 
1990’lı yıllara kadar siyasi arenada bir başarı gösteremeyen İslamcılık bu tarihten sonra özellikle Milli Görüş çizgisi altında belediye seçimlerinde büyük başarı sağladı ve farklı bir siyaset tarzıyla ülke gündemine oturdu. 1995’ten sonra da Erbakan yönetiminde ülkenin yönetimi artık İslamcılık akımının olmuştu. Ancak devleti elinde tutan güçler buna müsaade etmedi ve meydana gelen 28 Şubat hadisesinden sonra İslamcılar ve İslamcılık devletin yönetiminden uzaklaştırıldı. 
İşte tam bu sırada devreye AKP girdi ve İslamcılık akımından sıyrıldıklarını (Gömlek değiştirdiklerini) ifade ederek artık “Muhafazakâr demokrasi”yi savunmaya başladılar. 
Muhafazakâr demokrasi de referans noktası asla İslam değildi. İktidar için iktidar anlayışı ile Batılı ilkeler rahatlıkla kabul edildi ve bu doğrultuda hareket eden eski İslamcılar iktidarı elde ettiler.  
İşte bu nokta Ali Bulaç ile Mümtazer Türköne arasındaki tartışmanın da kilit noktasını oluşturdu. Mümtazer Türköne AKP’nin yapısına ve geçirdikleri değişimlere bakarak İslamcılığın bittiğini ilan etti ve son İslamcı olarak da Ali Bulaç’ı ilan etti. 
Şu sözler Mümtazer Türköne’ye ait: “Bugün sorsanız, İslamcıların çoğu yüzüne yayılan masum bir tebessümle gençlik yıllarına ait unuttuğu çocuksu şeylerden dem vuracaktır. Dünün keskin devlet karşıtları bugün devlet adına konuşuyorlar. Devlet adına lafı hafif kaldı; doğrudan devlet olarak konuşuyorlar. Kolay mı, koskoca devlet. İslâmcılar devleti değiştirdi mi? Devleti ele geçirdiler, ama devlet de onları değiştirdi. Hangisi daha çok değişti? Elbette İslâmcılar; değişmek ne kelime bambaşka bir boyuta taşındılar. İslâmcılık adına çantalarında siyasî bir projeleri var mı? Yok. Uygulayıp mı tükettiler? Hayır. Tamamıyla unuttular ve vazgeçtiler. Bu iş gömlek çıkartmaktan farklı. Gömlek çıkartmak, yelpazeyi geniş tutmak için siyasî bir tercihti. İslâmcılıktan vazgeçmek ise, demokrasi ile yola devam edebilmek için bir mecburiyetti. Tarih İslâmcılara bu şansı verdi. Galiba bu zengin ve sancılı geçmişten geride İslâmcı sıfatını şerefle taşımaya devam eden bir tek Ali Bulaç kaldı.”
“İslâmcılık bugün devletin meşruiyetine bütün varlığını adayarak bambaşka bir kalıba, iktidar gücüne dönüştü. Dünün İslâmcı bugünün iktidardaki politikacı kadrolarını var eden toplumsal dinamiğe dönüp bakalım. Dünün ateşli İslâmcı gençlerine burs veren, yurtlarının, çıkarttıkları dergilerin masraflarını karşılayan hayır-hasenat sahipleri, bugün iktidardaki hallerine bakıp ne düşünüyorlardır? İslamcıların derin sessizliğini açıklayacak olan asıl bu sorunun cevabı. Durumdan son derece memnun olmalılar. Yükselen zümrelerin, yeni sermaye sınıflarının durumdan şikâyetçi olmaları mümkün mü?” 
Ancak Ali Bulaç ise İslamcılık fikrinin bitmediğini, kendisinin de son İslamcı olmadığını savundu ve kendisi ile birlikte kimlerin İslamcı olduklarını şöyle ilan etti. 
“Eski İslamcıların kolayca muhafazakâr-demokrasiye evrilmeleri onların tercihi ve sorunu. Onlara şükran borcumuz ‘Bizim çabamız iktidar olmaktır, bunun İslamcılıkla olmayacağına karar verdik, İslamiyet'i referans almıyoruz’ demeleridir. Soru işaretini unuttuğum cümlede Mümtaz'er Türköne'ye sorum şuydu: İslamcılığı reddeden muhafazakâr AK Parti iktidarından niçin İslamcılığı sorumlu tutuyorsunuz? Bütün iyiler liberalliğe ve muhafazakârlığa, bütün kötülükler İslamcılığa. Bu adil değil. Hayatımız tercihimizdir, hepimiz seçimlerimizin ürünüyüz. Onlar bir zamanlar İslamcıydı, vazgeçtiler ve iktidar oldular. Onların yapıp ettiklerini İslam'a ve İslamcılığa niçin fatura edelim ki? Onların galaksi değiştirmesi İslamcılığın bittiğinin mi göstergesi oluyor? Böyle bir çıkarsama olabilir mi?” 
Ali Bulaç İslamcılığın seyrini ise şöyle tarif ediyor: “1850'li yıllarda tarih sahnesine çıkan İslamcılık üçüncü neslin tecrübesiyle yürüyüşüne devam ediyor. Kronolojik tasnifime göre birinci nesil İslamcılık 1850-1924; ikinci nesil İslamcılık 1950-2000; üçüncü nesil İslamcılık 21. yüzyılın ilk yıllarıyla başlayıp halen sürüyor”.
Ali Bulaç yapılan eleştirinin haksız olduğunu söylese de sorulan şu soruya yeterli cevap veremediği açıktır: “İslâmcılar nereye gittiler?”
Ben buna biraz esprili olarak şöyle cevap veriyorum: “Bu meselede 4 merhale var: İslamcılar önce Mücahit idiler. Sonra iktidara yaklaşınca Müteahhit oldular. İktidarı elde ederken Müşahit ve elde ettikten sonra da her işe müsait hale geldiler.”
Gelecek hafta inşallah Batının İslamcılara sorduğu ve cevabını istediği soruları ele alacağım.