Son dönemlerde yine ısıtılıp ısıtılıp gündeme Alevîlik meselesi getiriliyor. CHP Milletvekili Hüseyin Aygün’ün TBMM’de Cemevi açılması için müracaat etmesi üzerine TBMM Başkanı Çemil Çiçek ret cevabı verince tartışma yeniden alevlendi.
Alevîlik meselesi ne zaman gündeme gelse Alevîliğin İslâm’la ilişkileri de gündeme gelmektedir. Bazıları Alevîliğin İslâm’la ilgisi olmadığını ileri sürerken bazı çevreler de Alevîliğin İslâm’ın farklı bir yorumu olduğunu ileri sürmektedir.
Peki, gerçek nedir? Alevîlik İslâmî bir mezhep mi? Yorum mu? Yoksa İslâm’dan Hıristiyanlıktan Yahudilikten istifade edilerek ortaya çıkarılan Bâtıni bir mezhep mi?
Bu meselenin çözümü olmadan ülke gündemine gelmeye ve meşgul etmeye devam edeceğe benziyor.
Bazı Alevi önderleri Alevîlerin camiye girmediğini ve asla namaz kılmadıklarını ifade ediyor. Cem evlerinde yapılan ibadetlerde namaz gibi ritüellerin olduğunu da iddia ediyorlar. Camiye girmeme gerekçeleri ise gerçekten çok ilginç. Hz. Ali (ra) camide şehit edildiği için camiye girmediklerini ifade ediyorlar. Hz. Ali, Hz. Fatıma, Hz. Hasan, Hz. Hüseyin, Hz. Zeynel Abidin, Hz. Cafer (Allah hepsinden razı olsun) camiye, mescide karşı mıydı? Camiye girip namaz kılmadılar mı? Alevîlerin bu tür sorulara akli ve mantıki cevaplar vermesi gerekmez mi?
Alevîlerin namaz hakkındaki yorumları da çok ilginç. “Hz. Ali bizim namazımızı kıldı. Onun için bizim namaz kılmaya ihtiyacımız yok” gibi garip bir savunma içine giriyorlar. İslâmî anlayışta kimse kimsenin namazını kılamaz. Namaz farz-ı ayin bir ibadettir ve ancak herkes kendine emredilen namazı kılabilir. Kimse kimsenin yerine namaz kılamaz.
Hem Hz. Ali neden sadece Alevîlerin namazını kılsın ki? Ben bir Müslüman olarak Alevi olmama rağmen Hz. Ali’yi en az Aleviler kadar seviyorum. Buna rağmen beş vakit namazımı da kılıyorum. Eğer Hz. Ali’yi sevmek ve onun yolunda gitmek Alevilikse ben Aleviyim. Ama hiçbir zaman Hz. Ali benim namazımı kıldı” gibi bir gerekçeye sığınmam. Çünkü İslâmî anlayışta böyle bir gerekçe yok. Hem Hz. Ali (cc) evlâtları Hz. Hasan, Hz. Hüseyin’in namazlarını niye kılmadı? Çünkü onlar son nefeslerine kadar namazlarını kıldılar. Torunları Hz. Zeynel Abidin, Hz. İmam Cafer de namazlarını kıldılar. 12 İmamın hepsi hiç aksatmadan namazlarını hem de camide kıldılar. Bu gerçekleri kimse inkâr edemez.
Alevîlerin iddiaları İslam’da yerini asla bulamaz. Namazın Farziyeti ayetlerle sabittir. Mescitlerin varlığı da ayetlerde ifade edilmiştir. Peygamber Efendimiz (sav) son nefesine kadar namazdan ve camiden ayrılmamıştır. Hz. Ali ve evlâtlarının hayatları da hep cami merkezli olmuştur.
Gerçek bu olmasına rağmen Aleviler neden İslâm’la telif edilmesi mümkün olmayan fikirler ileri sürüyor?
Aslında bunun sebebi bundan yıllar önce yapılan ve Belma Akçura imzasıyla Milliyet gazetesinde yayınlanan bir araştırmanın satır aralarında gizli. Sosyolog Kamil Fırat'ın ülkemizdeki Alevîlik ve Alevîlerle ilgili yaptığı araştırma Alevîlerin İslâm’dan nasıl uzaklaştırılmak istendiğini gözler önüne seriyor. Sosyolog Kamil Fırat, kentsel bir çevrede yaşayan Alevîlerin, Alevîlik ve dinsel kimlik algılarını araştırmak için yaptığı alan çalışmasında Alevîliğe ilişkin farklılığı 3 başlık altında özetliyor: 1- Alevîliği gerçek İslâm ya da İslâm’ın bir yorumu olarak kavramsallaştıranlar, 2- Bir kültür ya da yaşam biçimi olarak kodlayanlar, 3- Alevîliğin İslâm dışı bir din olduğunu ileri sürenler.
Araştırmada, "Dinsel kimliğinizi nasıl açıklarsınız?" sorusuna cevap verenler içinde en kalabalık kategoriyi, yüzde 34.5 ile dinsel kimliklerini sadece "Alevi" olarak tanımlayanlar oluşturuyor.
Araştırmadaki deneklerin yüzde 32'si ise dinsel kimliklerini, "Hem Müslüman hem Alevi" olarak tanımlıyor. Salt "Müslüman’ım" diyenlerde bu oran yüzde 12.1'de kalıyor. Dinsel kimliklerini sadece "Müslüman" ve "hem Müslüman hem Alevi" olarak açıklayanların genel toplamına bakıldığında bu oranın yüzde 44.1 olarak karşımıza çıktığı görülüyor.
Kamil Fırat'a göre bu oran, Alevîliği İslâmiyet içinde algılayanların oranından düşük olmasına karşın, her iki algılama biçimi arasında bir benzerliğe ya da tutarlılığa işaret ediyor. Dini kimliklerini "Ateist" olarak tanımlayanların oranı ise yüzde 14.6. Bu oran, dini kimliğini sadece "Müslüman" olarak tanımlayanların yüzde 12.1 oranından fazla. Tamamen din dışı bir anlam içeren bu kavramın, deneklerin dini kimliğini ifade eden üçüncü büyük kategori olarak karşımıza çıkması, araştırma sonuçlarına göre; hem modern tarihsel bağlamın Alevi kitlesi üzerindeki etkilerine ilişkin bir ipucu olarak, hem de Alevîliğin "etnik" bir özellik taşımaya başlamasının bir işareti olarak değerlendiriliyor. Dini tutumlarını "ateist" olarak ifade edenlerin büyük çoğunluğu, son tahlilde Alevi olduklarını, ama Alevîliği bir kültür ya da yaşam biçimi olarak gördüklerini ifade ediyor.
1964 yılından önce doğmuş deneklerin yüzde 75'i Alevîliği "gerçek İslâm" olarak tanımlarken, sadece yüzde 23'ü bir "kültür ya da yaşam biçimi" olarak görüyor. 1964'ten sonra doğanların yüzde 74'ü ise Alevîliği, bir "kültür" ya da "yaşam biçimi" olarak tanımlıyor. Alevîliği "gerçek İslâm" olarak görenlerin oranı bu kategoride çarpıcı bir şekilde yüzde 21'e düşüyor.
Araştırmada dikkat çeken bir başka nokta da, doğum yeri ile dinsel kimlik arasındaki ilişki. Orta Anadolu'da doğanların yüzde 65'i Alevîliği "gerçek İslâm" ya da İslâm’ın bir yorumu, yüzde 56'sı da dinsel kimliğini "Müslüman" ya da "hem Müslüman hem Alevi" olarak tanımlıyor. Doğu Anadolu'da doğanlar ile Alevîliğin bir "kültür" ya da "yaşam biçimi" olarak tanımlanması arasında da bir bağlantı var. Bu bölgede doğanların yüzde 60'ı Alevîliği bir "kültür" ya da "yaşam biçimi" olarak tanımlarken, bu oran Karadeniz bölgesinde yüzde 80'e çıkıyor.
Yukarıdaki araştırmada da ortaya çıktığı gibi Alevîlerin fikri oldukça karışık. İnançlarında bir birlik yok. Bu yokluk onları değişik aşırı uçlara çekebiliyor. Bunun için Alevîlerin ciddi bir zihni tefekkür başlatmaları ve inançları hususundaki paradoksları aşmaları gerekir. Aksi halde bu mesele iki de bir ülke gündemine gelecek ve değişik güç odakları bunu istismar edecektir.
Kendilerini İslâm’ın dışında gören Alevîlere diyeceğimiz şey sadece İslâmiyet’i tebliğ olur. Ama kendini Müslüman olarak gören Aleviler İslâm’ın içinde olduklarını söylüyorlarsa, Kur’an ve Sahih sünnete açık olarak aykırı olan fikirlerini tashih etmeleri gerekiyor. Aksi halde söylemleri sadece bir kuru iddiadan ibaret kalır.