Sultanahmet katliamının ardındaki dinamikler, Ortadoğu’da paylaşım savaşına tutuşmuş aktörlerin ortak çıkarlarının oluşturduğu bileşik kaplar gibidir. Türkiye turizminin simgesi olan bir merkezde, 11 masum insanın canını alan terör eyleminin suçlusu tek değildir, olamaz.. Altını çizmek istediğimiz tehlike de budur. Türkiye çok yönlü, çok boyutlu bir yeni nesil savaş tehdidi altındadır.
SultanAhmet katliamının, daha önce yaşadıklarımızdan çok farklı bir yönü var. En belirgin farkı da, iç sorunlarımızı, güneydoğumuzdaki hendek çatışmaları üzerinden uluslararası platforma taşıyarak Türkiye’nin üniter yapısını tartışmaya açama çabalarıdır. Daha açık bir söyleyişle, Türkiye’ye, 1926’da olduğu gibi, yeni bir Musul faciası yaşatmaktır.
Hendek savaşlarının asıl hedefi budur. Suruç ve Cizre’de sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve güvenlik operasyonlarının durdurulması istemiyle Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) şikayet edilmesinin nedeni budur. 1100 bilim adamının PKK’ya destek bildirisinin hedefi de budur. Yani, iç sorunlarımızı BM Güvenlik Konseyi’ne taşıyarak Türkiye’nin üniter yapısını önce federal yapıya dönüştürmek, sonra da referandum oyunlarıyla parçalamak.
Milletçe elele vererek bu oyunu bozmalı, bu tuzağa düşmemeliyiz.
Sultanahmet saldırısını, zamanlaması ve içeriğindeki mesaj açısından hiçbir şekilde hafife almamız mümkün değildir. Türkiye, tarihinin hiçbir döneminde olmadığı kadar karmaşık, çok yönlü ve çok ciddiye alınması gereken terör saldırılarına hedef olmaktadır.
Sultanahmet saldırısı ardından yorumcular IŞİD/DEAŞ’ın ya da PKK’nın Türkiye’deki eylem kapasitesinin ne olabileceğini tartışmaya başladılar. Sormak isteriz; karşımızdaki yalnızca IŞİD/DEAŞ ya da yalnızca PKK mıdır, yoksa onların arkasındaki dinamikler midir? Sultanahmet saldırısını irdelerken şu gerçeği asla unutmayalım; terörü besleyen sosyolojik, kültürel hatta ekonomik kaynaklar hiçbir zaman, hiçbir yerde kendiliğinden harekete geçmemiştir; organize işlerdir.
Sultanahmet katliamın arkasındaki dinamikleri görebilmek üzere yapılan değerlendirmeler, yorumcuların bakış açılarıyla sınırlı kaldığında, gerçekleri görebilmek mümkün olamayacaktır. Kimileri PKK, kimileri IŞİD/DEAŞ derken, kimi parmaklar İran’ı gösterecektir, kimi parmaklar da Putin’i ve Esad’ı.. Fakat, Ortadoğu’daki enerji merkezli paylaşım savaşı o kadar karmaşık bir rekabete dönüşmüştür ki, yukarıda adını saydıklarımızdan hangisini suçlu sandalyesine oturtursak oturtalım, gerçek suçluyu bulmuş olmayacağız. Başbakan Davutoğlu’nun teröre karşı üç ayaklı (IŞİD/DEAŞ, PKK ve THKP-C) mücadeleden söz etmesinin nedeni de budur.
Sultanahmet katliamının ardındaki dinamikler, Ortadoğu’da paylaşım savaşına tutuşmuş aktörlerin ortak çıkarlarının oluşturduğu bileşik kaplar gibidir. Türkiye turizminin simgesi olan bir merkezde, 11 masum insanın canını alan terör eyleminin suçlusu tek değildir, olamaz.. Altını çizmek istediğimiz tehlike de budur. Türkiye çok yönlü, çok boyutlu bir yeni nesil savaş tehdidi altındadır.
SultanAhmet katliamının, daha önce yaşadıklarımızdan çok farklı bir yönü var. En belirgin farkı da, iç sorunlarımızı, güneydoğumuzdaki hendek çatışmaları üzerinden uluslararası platforma taşıyarak Türkiye’nin üniter yapısını tartışmaya açama çabalarıdır. Daha açık bir söyleyişle, Türkiye’ye yeni bir Musul faciası yaşatmaktır.
Hendek savaşlarının asıl hedefi budur. Suruç ve Cizre’de sokağa çıkma yasağının kaldırılması ve güvenlik operasyonlarının durdurulması istemiyle Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) şikayet edilmesinin nedeni budur. 1100 bilim adamının PKK’ya destek bildirisinin hedefi de budur. Yani, iç sorunlarımızı BM Güvenlik Konseyi’ne taşıyarak, Türkiye’nin üniter yapısını önce federal yapıya dönüştürmek, sonra da referandum oyunlarıyla parçalamak.
Türkiye’ye Irak’ın, Libya’nın ve Suriye’nin yaşadığına benzer bir kader yazılmak istenmektedir. Amaçlanan, “Arap Baharı”na benzer rüzgarlar estirerek ülkeyi kaosa, iç savaşa sürüklemek ve bu yolla dış müdahaleyi bir kurtarıcı olarak bekler duruma getirmektir.. Milletçe elele vererek bu oyunu bozmalı, bu tuzağa düşmemeliyiz.
TÜRKİYE’YE VERİLMEK İSTENEN MESAJ NEDİR?
Sultanahmet katliamı üzerinden Türkiye’ye verilmek istenen mesaj nedir? Sultanahmet gibi, Ayasofya gibi dünya çapında ünlenmiş bir turizm merkezinde patlatılan canlı bombayla Türkiye’ye ve dünyaya verilmek istenen bir mesaj olmalı.
Türkiye’nin nasıl bir tuzağa çekilmek istendiğini bugünden görüp gereğini yapmazsak, yarınlarda çözülmesi çok zor problemlerle karşılaşabiliriz.
Sultanahmet Meydanı’nda patlatılan canlı bombanın arkasındaki dinamikleri çözebilmemiz ve gerekli önlemi alabilmemiz için, yanıtını bulmamız gereken soru şudur: Türkiye’nin önüne nasıl bir tuzak kurulmak isteniyor? Türkiye’nin bu tuzağa düşmemesi için ne yapması gerekiyor?
Gerçekçi olmamız ve görmemiz gereken bazı gerçekler var. Tarihinin ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinlik nedeniyle belli bir aşamaya kadar bölgenin lider ülkesi konumunda olan Türkiye’nin hedefleriyle, bölgesel ve küresel aktörlerin hedefleri çatışmaya başlayınca, Türkiye’yi Ortadoğu denkleminden dışarı savurma çalışmaları yoğunluk kazanmaya başladı.
Türkiye’nin, Müslüman Kardeşler’le elele vererek, bölgenin oyun kurucu aktörleri olma girişimleri, Ortadoğu’daki, özellikle de Suriye’deki çıkarları açısından tehlikeli bulan ABD, AB, Rusya, İran ve hatta Suudi Arabistan tarafından engellendi. Mısır’da seçimle iktidara gelen Müslüman Kardeşler Lideri Mursi, Batılıların asla “darbe” demedikleri bir askeri operasyonla görevinden alınarak hapsedildi. Türkiye ile Mısır’ın bölgede bir güç oluşturmasını engelleyen bu operasyon, Irak’ın kuzey bölgesiyle Suriye’nin kuzey parsellerini birleştirerek oluşturulacak “Kürt Koridoru”nu Akdeniz’e bağlama telaşında olan ABD’yi olduğu gibi, kendisini İslam Alemi’nin lideri olarak gören Suudi Arabistan’ı, Rusya ile birlikte Esad’a destek veren İran’ı, Suriye’deki üslerini ve askeri kazanımlarını elde tutmaya çalışan Rusya’yı da memnun etmişti.
Türkiye, Suriye’de muhalif güçlerle birlikte savaşan Çeçen mücahitlere destek verdiği gerekçesiyle Rusya, Uygur mücahitlere destek verdiği gerekçesiyle de Çin tarafından, teröre destek vermekle suçlanmaya başlandı.
TÜRKİYE’NİN ÇIKARLARIYLA BÖLGESEL VE KÜRESEL GÜÇLERİN ÇIKARLARI ÇATIŞINCA…
Jeopolitik konumu, tarihinin ve kültürel bağlarının kazandırdığı stratejik derinliği nedeniyle, Ortadoğu’daki gelişmelerin her aşamasında duruşu ve kararları dikkate alınan Türkiye’nin çıkarlarıyla bölgede paylaşım savaşı yaşamakta olan yerel ve küresel aktörlerin çıkarları çatışmaya başladığında, Türkiye giderek yalnızlaşmaya başladı. Paylaşılmak istenen pastanın Osmanlı’nın Ortadoğu coğrafyasındaki mirası olması nedeniyle, Osmanlı’nın varisi olan Türkiye’nin bu paylaşım savaşından etkilenmemesi mümkün değildi.
Gelinen noktada Türkiye’nin köşeye sıkıştırılması, etkisizleştirilmesi, kendi iç sorunlarına yönelmek durumunda kalması, bölgede Osmanlı’nın mirasını paylaşma kavgasında olan bütün aktörlerin arzuladıkları bir durumdu.
Bu açıdan bakıldığında, Sultanahmet saldırısının suçlusu olarak yalnızca IŞİD/DEAŞ’ın gösterilmesi yetersiz kalmaktadır. Saldırının arkasında “Kürt Koridoru”nun Akdeniz’e ulaştırılmasında Türkiye’yi en büyük engel olarak gören ABD de olabilir. Rus uçağının düşürülmesini bir türlü hazmedemeyen ve Çarlık Rusyası’nın düşleri olan Suriye’deki üslerini ve askeri kazanımlarını elde tutmak isteyen Putin de olabilir. Irak’taki ve Suriye’deki Şii coğrafyası üzerinden batıda Akdeniz’e, güneybatıda Yemen’e uzanarak İslam Alemi’ndeki nüfuz alanını giderek genişletmekte olan İran da olabilir.
Olasılıklar çoğaltılabilir. Bizim burada görmemiz gereken gerçek şudur: Büyük Ortadoğu Projesi (BOP) bağlamında siyasi haritası yeniden şekillendirilmekte olan Ortadoğu’da paylaşım savaşına tutuşmuş olan bütün aktörler, Türkiye söz konusu olduğunda bir araya gelebilmektedirler.
TÜRKİYE, NEDEN ORTADOĞU DENKLEMİNİN DIŞINA İTİLMEK İSTENİYOR?
Türkiye, bölgede hesapları olan her aktör açısından etkisizleştirilmesi gereken bir aktördür. O nedenle, Türkiye terör saldırıları üzerinden köşeye sıkıştırılmakta, birliği bütünlüğü tehdit edilmekte, güneydoğumuzda bazı ilçelerde yaşanmakta olan hendek çatışmaları uluslararası platformlara taşınmak istenmektedir.
Sur ve Cizre'de yaşayan 5 vatandaş adına avukatlarının AİHM'e bireysel başvuruda bulunmaları, bu konuda duyduğumuz kaygıları doğruluyor. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM), Şırnak'ın Cizre ve Diyarbakır'ın Sur ilçelerindeki sokağa çıkma yasağının kaldırılması için ihtiyati tedbir kararı verilmesi istemiyle yapılan başvuruları reddetti. Bu girişim, Türkiye’nin iç sorunlarını uluslararası platforma taşıma girişiminin ilk adımlarıdır. Her zaman bu kadar şanslı olmayabiliriz; çünkü AİHM, başka gelişmeler olması halinde yeni bir başvuru yapma yolunun da açık olduğu belirtiyor.
1100 bilim adamının PKK’ya destek bildirileri de güneydoğumuzdaki hendek çatışmalarını özerklik isteği şeklinde paketleyerek uluslar arası platforma taşıma girişiminin bir başka adımıdır.
TÜRKİYE’YE YENİ BİR MUSUL FACİASI YAŞATMAK İSTENİYOR
Türkiye çıkarlarını, birliğini bütünlüğünü savundukça, Osmanlı’nın mirasını paylaşma kavgasında olan “dostların” baskısı artabilir. Anlaşılan o ki, Ortadoğu’daki hedeflerine ulaşabilme konusunda Türkiye’yi engel olarak gören “dostların” asıl hedefi, güneydoğumuzun bazı ilçelerinde yaşanmakta olan hendek çatışmalarını kaşıyarak uluslararası platformlara, özellikle de Birleşmiş Milletler Güvenlik Konseyi’ne taşımaktır. Konu BM platformuna taşındığında, Güvenlik Konseyi Daimi Üyelerinin hiçbiri Türkiye’nin yanında olmayabilir. Biz bu yalnızlığı 1926’da Musul konusunda yaşadık, gördük. Musul, uluslar arası hukuk ayak altına alınarak Türkiye’den kopartıldı. Türkiye’ye güneydoğumuzdaki hendek çatışmaları üzerinden yeni bir Musul faciası yaşatılmak isteniyor. Bu konuda çok dikkatli olmamız gerekiyor.
Yeni bir Musul faciası yaşamak istemiyorsak, Sultanahmet saldırının arkasındaki dinamikleri araştırırken rasyonel argümanlara dayanmamız gerekir. Sultanahmet saldırısı özelinde terörün, daha doğrusu PKK’nın arkasındaki dinamikleri, siyasallaşma çabalarını ve hedeflerini görmemiz gerekir.