SULTANAHMED CAMİÎ’NDE BİR YARIM GÜN!...
Mustafa AKKOCA
Ba’zı camilerimiz sadece namaz vakitlerinde açıktır, diğer zamanlar sanki bir depo gibi kapalı tutulur. Hırsızlık vak’aları, mekânsız kimselerin cami adâbına uygun olmadan buralarda yatıp-kalkmaları ve diğer sebeplerle, Diyânet İşleri Başkanlığı’nın talimatları doğrultusunda vazifeliler, takrîben namaz vakitlerine 20 dakîka kala açıyor, namazdan sonra da camide namaz kılan kimse kalmayınca kapatıyorlar.
Ancak İstanbul’da, Sultanahmed, Bayezid, Yeni Cami ve Fatih Cami’leri gibi camiler açık tutuluyor.
Sultanahmed Camiî, bütün dünyada “MAVİ CAMİ” olarak biliniyor; dünyanın, Türkiye’ye ve İstanbul’a en uzak ülkelerinde, Norveç’te, Yeni Zelanda’da, Kanada’da ve diğer ülkelerde, Türkiye herhangi bir sebeple anıldığında, yazılı basında ve görüntülü, televizyon kanallarında, Sultanahmed Camiî’nin resmi basılır ve görüntüleri gösterime sokulur. Sultanahmed Camiî, “MAVİ CAMİ” Türkiye’nin bir remzi-sembolü gibidir.
Bir öğleden sonra, Sultanahmed Camiî’ne gittiğimde, akın akın yabancı turistler, yerli seyyahlar, camiyi ziyaret ediyorlar. Taç Kapı’dan girenler, kuzey yan kapıdan çıkıyorlar. Vazifeliler yabancı-yerli bütün ziyaretçilere poşet veriyorlar, ayrıca kıyâfetleri cami adabına uygun olmayan turistler için uzun etek ve başörtüleri veriyorlar. Caminin ortasına bir yandan diğer yana, parmaklı paravan konulmuş, turistlerin ve hanımların buradan ileriye gitmelerine izin verilmiyor. Vazifeliler, Müslüman hanımlara, caminin arka taraflarında bulunan, kadınlara mahsus namaz kılma mahallerini gösteriyorlar, turistlere de ileri mekânın ibâdet mahalli olduğunu, paravanın arkasından resim çekebileceklerini, caminin ön tarafındaki mimber, mihrabı buradan rahatlıkla görebileceklerini nazikâne şekilde ihtar ediyorlar.
Vazifelilerden kasdım, imamlar ve müezzinler değil, İstanbul Büyükşehir Belediyesi tarafından özellikle İstanbul’daki “SALÂTÎN” camilerine özel güvenlik görevlileri vazifelendirilmiş, bu cümleden olmak üzere Sultanahmed Camiî’ne de hem erkek görevli, hem de husûsiyle turist bayanlara ve yerli seyyah hanımlara yardımcı olmaları için hanım vazifeliler vazifelendirilmiş durumda...
Cami adabına, İslâmî tesettür şartlarına uygun şık ve zarîf kıyâfetiyle, Müslüman bayanlara namaz kılacakları mekânı gösteriyor, turistlere de müşfik ve mültefit bir şekilde pratik yaparak öğrendiği yabancı kelimelerle yardımcı oluyordu. Elbette, buradaki vazifeliler, birer turist rehberi değillerdir. Bendeniz, burnundan kıl aldırmayan nice turist rehberleri bilirim, turistlere Türk Tarihini, Padişahları, Harem’i, Cami’leri, Cami’lerin işlevlerini hep yanlış tanıtırlar.
Buradaki vazifeli arkadaşlarımız, bir turist rehberi kadar yabancı dillere vâkıf olmayabilirler. Fakat pratikte elde ettikleri kelimelerle ve lisan-ı halleriyle herşeyi olduğu gibi anlatırlar.
Camide, rölöve, detay çalışmalar yapan bir kamera ekibi vardı. Her noktayı, her harfi, her çiniyi dikkatle tesbit edip kayda geçiriyorlardı. Yeni döşenen halı, kırmızı rengin bordoya yakını, detay çalışmaları için zeminden kubbeye doğru, kuvvetli spot ışıklarıyla, kameraların ışıkları, yüzlerce pencereden sarkan güneş ışıklarıyla birleşince tam bir ışık armonisi oluşturmuş, her halde dünyanın hiçbir yerinde böylesine güzel bir mavi yoktu. İşte dedim dünya insanlarının “Blue Mosgue” (Mavi Cami) dedikleri cami bu..
Caminin içindeki atmosfer aslâ tarif edilemez bir atmosferdi. İnsan kendisinin başka âlemlerde olduğunu zannediyor. Biraz gecikmiş öğle namazını kıldım, vazifelilere hangi imamın nöbette olduğunu sordum. Azîz Dostum, pek muhterem kardeşim, Emrullah Hatipoğlu’nun nöbette olduğunu söylediler. 01 Ocak 1964 yılından beri, Diyânet İşleri Başkanlığı bünyesinde vazife yapıyorum, bu müddetin büyük bir bölümünde gazetecilik yaptım, her iki şapkamla, muhtelif toplantılarda bulundum, sayılmayacak kadar zevât ile tanıştım. İşte bu tecrübelerimle söylüyorum, Cenab-ı Hakk, bu dünyaya bazı şahısları, ezelden imam olarak seçmiş, bu dünyaya “imam” olarak göndermiştir. İnanıyorum ki, bunlardan birisi ve “Hezâ İmam” diyebileceğimiz, şüphesiz Azîz Kardeşim, Emrullah Hatipoğlu’dur. Geçtiğimiz dönemlerde, bir kısım fitne ve fesat erbabı, bu kardeşimizin Sultanahmed Camiî Başimamlığı’ndan alınması için gayret sarfettiler, kendisi çok üzgündü. Teselli etmeye çalıştığımda, “Hocam! Benim için burada, Sultanahmed Camiî’nde imamlık dünyalara bedeldir. Şahsım önemli değil, ama burada bu hizmetin aksamasına üzülür, kahrolurum,” diyordu.
İşte Emrullah Hatipoğlu, İşte, “Hezâ İmam” denilecek adam gibi adam!...
Azîz Dostum, Emrullah Hoca, ikindi namazına kısa bir müddet kala geldi, odasına girdi, cübbesini, sarığını giydi. Sadece selamlaştık. İkindi namazından sonra, mihrabiye olarak, “Güneşe ve kuşluk vaktindeki aydınlığına, güneşi ta’kip ettiğinde aya, onu açığa çıkarttığında gündüze, onu örttüğünde geceye, gökyüzüne ve onu bina edene, yere ve onu yapıp döşeyene, nefse ve ona bir takım kabiliyetler verip de iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki, nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş, onu kötülüklere gömen de ziyan etmiştir. (eş-Şems 1,2,3,4,5,6,7,8,9,10)
“Semud kavmi azgınlığı yüzünden (Allah’ın elçisini) yalanladı. Onların en bedbahtı (deveyi kesmek için) atıldığında, Allah’ın Resûlü onlara; ‘Allah’ın devesine ve onun su hakkına dokunmayın!’ dedi. Ama onlar, onu yalanladılar ve deveyi kestiler. Bunun üzerine Rab’leri günahları sebebiyle onlara büyük bir felâket gönderdi de hepsini helâk etti. (Allah, bu şekilde azap etmenin) âkibetinden korkacak değil ya!” (eş-Şems 11,12,13,14,15)
Yukarıda meâlini aktardığım Sûre-i Celileyi okudu. Ne Arap taklidi, ne de Mısır kırati. Yüzdeyüz Türk tavrı! Tıpkı Reisü’l-Kurrâ, Merhûm Abdurrahman Gürses Hazretleri ve onun talebelerinden, Bayezid Camiî imamlığında halefi, Merhûm Hafız İsmail Biçer’in tavrı gibi...
Bilindiği üzere, Merhûm Reisü’l-Kurrâ, Hendek’li, Abdurrahman Gürses Hocamız, kendi tavrıyla, kendi geliştirdiği Türk tavrıyla, Dünya Güzel Kur’an Okuma birincisiydi.
Heygidi günler! Cağaloğlu’ndaki mekânlarımda ağır çalışma şartlarında her bunaldığımda, Nuruosmaniye Caddesi’nden-Kapalıçarşı’nın içinden yürüyerek Bayezid Camiî’ne gider, önceleri Abdurrahman Gürses Hocamızdan, sonraları Merhûm Hafız İsmail Biçer’den mihrabiyeler dinler, rahatlar dönerdim.
Allah kelâmı, Kelâm-ı Kadim’i, her kim okursa dinlemek farz’dır. Güzel Kur’ân-ı Kerim’i ehlinden, sesi, tavrı güzel olanlardan dinlemek, farz olduğu kadar saadet ve bahtiyarlıktır. Emrullah Hatipoğlu’ndan eş-Şems sûresini ve diğer âyet ve sureleri, Seyfeddin Alkan Hocamızdan, Nûr Suresinin 34. ve ta’kip eden ayetlerini dinleme fırsatı bulduğum için kendimi bu dünyada bahtiyar ve mes’ud insanlardan addederim.
Namazdan sonra Emrullah Hoca ile kısa bir müddet sohbet ettim.
Bana yakından alakadar olduğum mevzularda müjdeler verdi.
Sultanahmed Türbesiyle, Sultanahmed Camiî arasında bulunan metrûk medrese, Vakıflar Umum Müdürlüğü tarafından, Sultanahmed Vakfı’na tahsis edilmiş durumda. Yıllardır, benim içimde bir sızı vardı. Daha önceki yazıda ifade etmeye çalışmıştım; Sultanahmed Camiî, Avlusu girişi, kuzeydeki kapının solunda bulunan 1.000 m2 bir mekân ile bitişiğindeki dükkan, ne yazık 1936’da bir şekilde şahısların satılmış, büyük mekân bir şirketin ticarethanesi, bitişiğindeki dükkân, maalesef sahibi Ermeni vatandaşımız tarafından Ermeni Kilisesi Vakfına bağışlanmış durumda. Kiracılar kira bedelini ne yazık Ermeni Kilisesi Vakfına yatırmaktadırlar.
Muhterem Başbakanımız, bunca devlet işi arasında bu işlere vakit ayırmayabilir. Sayın Müsteşar, Sayın Özel Kalem Müdürü ve diğer yardımcılar, bir fırsatını bulsunlar, Muhterem Başbakan’a bu hususu hatırlatsınlar.
Zirâ, Cum’a namazını eda için camiye geldiklerinde bu husus kendilerine arz edildiğinde, “Gerekirse buraları kamulaştırırız,” demişlerdir.
Bu hususta asıl vazife, Başbakanlık, Vakıflar Genel Müdürü Sayın Yusuf Beyazıt ve İstanbul Vakıflar Bölge Müdürlüğü’ne düşmektedir.
Sultanahmed Camiî’nde bir yarım günün hikâyesi bundan ibarettir.
Yorumlar