İmam-Hatip Okulları ve İlahiyat Fakülte’leri ayırımı yapmadan, tüm İmam-Hatip Nesli, 1970’li yılların ortalarından i’tibaren, zaman tüneline, “Ellâ Mezhebiyye,” kapısından girdiler, istisnalar hariç, ma’alesef, tünelin öbür ucundan, deist, reformist, az da olsa ateist, münkir, mülhid ve zındık olarak çıktılar.

Ashab-ı Suffe usûlü, medrese’de, İslâmî-dinî ve Şer’î ilimleri tahsil etmiş, Tekamülü bitirmiş, uzun bir müddet de, aynı ilimleri talebe’ye okutmuş genç bir Kardeşimiz, bu müktesebatiyle, Akdeniz Üniversitesi İlahiyat Fakülte’sine, Akademisyen olarak intisab etmiş, Akademisyenlikte henüz yolun başında, halen, Araştırma görevlisi...

Genç Akademisyen, bir makalesinde, “20 madde’de günümüz medrese’leri ve İlahiyat arasında mukayese yapmış, 20 maddelik bu değerlendirmede, neredeyse bütün maddelerde İlahiyat’ın fevkaniyyetlerine hükm’etmiştir. Günümüzde formel eğitim veren medrese’ler var mıdır, ben bilmiyorum. Tabirimi mazur görünüz, şurada burada merdiven altı, bazı eli öpülesi hoca efendiler tarafından, Ashab-ı Sufe metodu ile, Şer’î  ilimleri tedris ve ta’lim eden az sayıda talebe kasdediliyorsa, bunlarla İlahiyat Fakülte’lerinin mukayeseleri ne kadar doğru olur?

Ashab-ı Suffe’den, Emevî’lere, Abbâsî’lerden, Büyük Selçukî’ye, Anadolu Selçukî’den, Osmanlı Devleti Âliyye’mize tevarüs ettiğimiz, Aziz Milletimizin yüzakı, ilim Müesse’se’lerimizle, bugünkü İlahiyat Fakülte’lerini mukayese hiç bir vecihle mümkün değildir. 03 Mart 1924 tarihinde Tevhid-i Tedrisat kanunu ile kapatılan, medrese’lerden me’zun, bilahare müderris olan son devir ulemasına bir bakar mısınız? Medreseler kapatıldığı tarihte, Süleymaniye, Sahn-i Seman Medresesinin Âlî Kısmında Tefsir ve hadis profesörü olan, Ders-iâm, Süleyman Hilmi Silistrevî, (Tunahanı) (k.s.) Efendi Hazretleri, Sabık İstanbul Müftüsü ve Diyanet İşleri Reis’lerinden, merhum Ömer Nasûhî Bilmen Efendi Hazret’leri, Ders-iâm’lardan, Oflu, Dursun Efendi, (Dursun Güven), Elmalı’lı, Muhammed Hamdi Yazır, Sabık Diyanet İşleri reis’lerinden, Ahmed Hamdi Akseki Merhum, Türkiye Cumhuriyeti’nin ilk Diyanet İşleri Reisi, Ankara Müftüsü, aynı zamanda Ankara Milletvekili, Merhum, Rifat Börekçi, Diyanet İşleri Riyaseti Müşavere Hey’eti Reisi, Hasan Feihmi Başol, aza’ları, Hasan Hüsnü Erdem, Şehid Oral gibi zevatı bugün kimle kimlerle mukayese edebilirsiniz? Adaletli bir mukayese, formel olmayan şurada burada yapılan Medrese Eğitimiyle değil, Osmanlı Devleti Aliyye’miz medreseleriyle, bugünkü İlahiyat Fakülte’leri arasında olmalıdır. Böylesine bir mukayese, “Eyne’s-Sera ve’s-Süreyya,” gibi bir mukayese olur.

İnsaf ve vicdan ile bir atf-ı nazar edildiğinde, günümüzde hangi İlahiyatçı, hangi İlahiyat hocası, Profesörü, yukarıda bazılarının isimlerini zikrettiğimiz zevattan her hangi birisiyle mukayese edilebilinir. Şahsî Kanaatim odur ki, günümüz İlahiyat hoca’larından, Profesör’lerinden en alimi, her kimse, zikredilen alimlerimiziden birisinin ayağının tozu bile olamaz.

Diyanet İşleri Başkanlığı kurulduğu yıllarda bünyesinde, çok az kadro, çok az personel vardı. Cami’lerde, dinî hizmetlerde bulunan Hademe-i Hayrat, mazbut ve mülhak vakıflara bağlıydılar.

1950 yılında Demokrat Parti’nin iktidara gelmesinden i’tibaren, Diyanet İşleri Reisliği’ne, müftü, vaiz, müsevvid (müftü yardımcısı), İmam-Hatip, müezzin-kayyım kadro’ları verilmeye başlandı. Bu kadro’lara, ta’yin edileceklerin seçimi için, Diyanet İşleri Reisliği’nce, zaman zaman, imtihanlar açılırdı. - İmam-Hatip, müezzin- kayyım ve Kur’ân Kursu Muallimliği imtihanları, il ve ilçe müftülükleri nezdinde teşkil edilen komisyonlarca yapılırdı.- Bu imtihanlardaki tatbikat ve hazırlanan sorular, Osmanlı Medrese’lerinde, Rüûs imtihanı (Müderrislik payesi ve öğretim üyeliği imtihanları) için ta’kip edilen usullere ve hazırlanan suallere bire bir benzerlik teşkil ederdi.

Bu imtihanlara ise, İstanbul’da gece-gündüz demeden çok hızlandırılmış bir tedris ile yetiştirilen, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebesi, Karadeniz Bölgesinde, Oflu Dursun Efendinin, (Dursun Güven’in talebesi ve Doğu ve Güneydoğu’da, Bitlis, Siirt gibi illerde ders okutan eli öpülesi Muhterem hocaefendilerin talebesi iştirak ediyorlardı. 1970’li yılların başlarında, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın tüm  personel sayısı, (Merkez ve taşra teşkilatı) 39 bin kişiydi. Bunların, 29 bini, Süleyman Efendi Hazretlerinin talebesiydi. 1977 yılında çıkarılan bir kanunla asalete geçirilen vekil imamların sayısı 14 bin kişiydi. Bunların tamamı, Süleyman Efendi Hazret’lerinin medreselerinde yetişmiş kimselerdi.                

Diyanet İşleri Reisliği’nce açılan müftülük, vaiz’lik imtihan’larının sonuncusu, 1963 yılının Mayıs ayı üçüncü haftasında yapılmıştı. Bu imtihana, bu satırların yazarı da, İzmir’de katılmıştı. İzmir İmtihan Komisyonu, devrin İzmir Müftüsü, Müderris, Simavlı Hoca, İzmir Merkez vaizi, Hacı Salih Tanrıbuyruğu ve Diyanet Müşavere Hey’eti aza’sından, Müderris, Şehid Oral’dan teşekkül etmişti.

Bu imtihanlar, Pazartesi günleri sabah saatlerinde başlar, hafta sonu Pazar günü biterdi. İmtihanlar yazılı, şifahî-mülakat tarzındaydı. İmtihanlar, Kur’an tilavetiyle başlatılır, tecvid, tashih-i huruf ve diğer kıraatle alakalı hususlar sınanır, eleminasyon usulü yapıldığı için de, geçemeyenler elenirdi. Geçenlere, önemli ve müşkil fıkhî bir metin okutulur, bu metinde sarf, nahiv, fesahat ve belagat, mantık ve vaz’î’ ilimlerine vukufiyyeti denenir, fıkıh, Usûl-ü Fıkıh, kelam, Hadis, Hadis Usûlü ve tefsir yazılı olarak cevaplandırılırdı.

Diğer bütün ulûm ve fünûn bir yana, Hadis ve Tefsirde, uzun bir hadis metni, bir veya daha ziyade bir ayet metni önünüze konulurdu. Öncelikle, sarf ve nahiv kurallarına göre, fi’il, kelime ve cümle yapısını, bu yapıya te’sir eden amilleri, ma’mülleri ve ı’rabı bulacak metni doğru bir şekilde hareketlendireceksiniz. Fi’il ve isimlere dahil olan harf’lerin niçin va’z’edildiğini bulacaksınız, ayetin ve hadisin me’allerini doğru bir şekilde cevaplandıracaksınız. İmtihan sorularını hazırlayanlar, elbette, en zor ayetleri ve hadisleri seçiyordular... 

Bizim imtihanımızda sorulan ayetler, Kalem Suresi’nin 68/8,9,10,11,12,13,14, ve 15. Ayetleridir, Hadis ise, bir Buharî hadisi olup, meali-tercümesi şöyledir:

Ebû Hüreyre radiya’llahu anh’den: Şöyle demiştir: Nebiyy-i Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem buyurdu ki: Allahu Teâlâ ve Tekaddes Hazret’leri kendi yolunda (cihada) çıkan kimseye.” Onu (evinden) çıkaran şey yalnız bana iman ve Peygamber’mi tasdik ise nail olduğu ecir veya ganimetle (sâlimen yurduna) geri getireyim.” diye tekeffül etmiştir. Ümmetime meşakkate bâis olacağını bilmesem hiç bir seriyye (yani cihad müfrezesine refakat etmek)den geri kalmazdım.Allah bilir ki Allah yolunda katlolunup dirilmeyi, ondan sonra katlolunup dirilmeyi, ondan sonra katlolunup dirilmeyi ne kadar isterdim!…” (Sahih-i Buharî Muhtasarı Tecrid-i Sarih Tercümesi Dördüncü baskı, Cild 1 S.46 Hadis N0.34)

Hadis’in ehemmiyeti, bir bölümünün, Hadis-i Kudsî ki, ma’nası mefhumu, İlahî, lafzı nazmı, Peygamber’imize aid, bir bölümünün de, Hadis-i Şerif, hem mana ve mefhumunun hem de lafzı ve ma’nasının Sevgili Peygamber’imize aid olmasıdır.

İmdi!...Genç Akademisyen Kardeşimize, öyle, 20 madde’de değil, sadece, bir madde’de, bir kıyas imkanı sunacağım; Bu kabil imtihanlar günümüzde de aynen yapılsaydı, bırakınız, İlahiyat ön lisans ve lisans programını bitirenleri, halen vazife başındaki, müftü, müftü yardımcıları, vaiz ve uzmanlar’dan, İlahiyat Fakültesi, öğretim üyesi, uzman ögritum üyesi, Doçent ve profesörlerden kaç kişi bu imtihanları kazanabilirler?..