“Bundan sonraki aylar’da Şehzadebaşında Kemal Paşa Camii yakınında yer alan Halil Kacar’a aid konağın müstekıl girişli alt katı,feyizli ve de bereketli bir “ Ehl-i ma’neviyat  Meclisi” niteliği kazanmıştır. Yukarıda isimleri verilen, Mustafa Doğanbey, Süleyman Kuşçulu, Refik Bürüngüz, Mehmed Üretmen ve dünürü, Halil Kacar Bey, konağın “Taşlık” bölümünde oluşturulan, ”Ehl-i Ma’neviyat Meclisinin” müdavimleri arasında yer almıştır. Burası son derece önemli tasavvufî sohbetlerin yapılmasına vesiyle olmuştur.”

“1930 yılında İstanbul Müftülüğünce dersiam olması hasabiyile müktesep hak olarak kendisine verilen vaizlik vesikası, Babşbakanlığın emriyle,1937 yılında Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından iptal edilince Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi,camii ve mescid’lerde va’az ve sohbetten men’edilmiştir.”

“İşte bu durum üzerine;   Şehzadebaşın’da Halil Kacar Bey’in konağında te’sis edilmiş olan”ehl-i Ma’neviyat Meclisi”, üstlendiği misyon açısından camii ve mescid’lerde yapılması ön görülen va’az ve sohbet’lerden daha fazla önem kazanmıştır. Bu dönemde; Kur’ân Kurs faaliyeti konusunda,özellikle açılacak Kur’ân Kurs’larının ihtiyaçlarının mahallen karşılanmasını ön gören “Özel Ta’limat” hükmünün hayata geçirilmesi hususunda,Gönen’li Hoca Efendi ile Silistreli Süleyman Hilmi Tunahan Hoca Efendi’nin yolları kesişmiştir.”

Hadise’ler yanlış,tarihler yanlış, isimler yanlış... Hangisini tashih edelim,ki,

Defe’atle ifade ettiğimiz gibi, Süleyman Efendi Hazret’leri, Dersiam idi. Diğer dersiamlar gibi Süleyman Efendi Hazret’leri de Türkiye’nin her yerinde tabi’î vaiz olduğu için başkaca bir belge’ye,vesika’ya ihtiyaç duymaksızın, Türkiye’deki bütün camii’lerde va’az etmeye salahiyetine sahip idi. Dolaysiyle, vesika verilmesi, vesika’nın iptal edilmesi sözkonusu değildir.

Ancak,TEK  Parti Mütegalliibe C.H.P’nin Büyük Kurultayında, Mustafa Kemal,ebedî Şef, İsmet İnönü Paşa da Millîi Şef ilan edilmiş, İllerde valiler, C.H.P.’nin il Başkanı, ilçelerde kaymakamlar, C.H.P.’nin  ilçe Başkanları ilan edildikten sonra 1942’den i’tibaren zalim  rejimin ulema’ya karşı, İslâmî faaliyetlere karşı tavrı daha da sertleşmişti.

Sağlam ve güvenilir kaynaklara göre,devrin Başvekili, Şükrü Saraçoğlu’nun direktifleriyle, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından Süleyman Efendi Hazret’lerinin İstanbul Camii’lerinde  va’az etmesi 1943 yılındadır.

Süleyman Efendi Hazret’leri, çilesini doldurup,1936 yılında,Sahibizaman, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medar Mürşid ve Müceddid olarak fi’î irşad ve ihda vazifesine başlamısdan i’tibaren, 1943 yılına kadar,cemaatlerinin ekserisi, kadın-erkek, müntesip, bağlısı ve ehibbası olan nispeten tüçük camii’lerde, Beyoğlui, Ağacamii, Kasımpaşa, Cami-i Kebir, Üç Miehrablı, Softa Hatip, Eminönü, Arpacılar, Kısıklı, Abdullahağa  Cami-i gibi camilerde va’az ve Nasihatta bulunuyordu.

Bu yıllarda,Anadolu’nun ba’zı syerlerinde ve İstanbul’da ba’zı şahıslara Kur’ân muallimliği izni verilmişse de o yıllarda Kur’ân Kurs’larından, Kur’ân Kurs’larının ihtiyaçlarından,”Özel Talimat’ “ dan bahsetmek mümkün değildir. Kur’ân Kurs’larından değil ama, Diyanet İşleri Başkanlığı kadrolu imamlara, kendilerine mürcaat edilmesi halinde, Kur’ân öğretme izninin verilmesi ancak 1952’den sonradır. Bu bakımdan, 1935-1937’lerde, Süleyman Efendi Hazret’leriyle, Gönen’li Mehmed Efendi’nin yollarının kesişmesi ihtimal dahilinde değildir.

Süleyman Efendi Hazret’lerinin. Fatih, Çarşamba-Beyceyiz Mahallesindeki kendisine aid evinden, damadı, Merhum, Kemal Kacar Bey’ in, Merhum, Muhterem Pederlerine aid, Şehzadebaşında bulunan konağına taışınması, 1941’in  sonlarına veya 1942’inin başlarına raüstlamaktadır. Konak, münhasıran, Süleyman Efendi Hazret’lerinin ve ailesinin ikametine mahsus idi. Zaman  zaman, Şehzadebaşı ve Taştekneler camiilerinde ders okuyan talebe’ye Valide

Sultan, Hafîza Hanımın pişirdiği enfes yemekler,konağın “Taşlık” da denilen giriş katında ikram edilirdi.

Müfterî’nin söylediği gibi,yukarıda isimleri geçen zevatın iştiraki ile burada,hiçbir zaman “Ehl-i Ma’neviyat Meclisi,”  kurulmamıştır. Ancak, yıllar sonrası, yukarıda isimleri zikredilen ba’zı  zevatın ve başkalarının iştiraki ile bir başka yerde, tam olarak,”Ehl-i Ma’neviyat Meclisi,” denilmese de, ders halkası, ”Rahle-i Tedris,”Merhum, Hacı Refik Bürünügüz’ e aid, Beyazıd, Gedikpaşa, Azak Yokuşunda kain, Azak Apartmanı’nın bodrum katında kurulmuştur.

Süleyman Efendi Hazret’leri, 1942-43’den evvel,yukarıda isimleri zikredilen, merhumlar zevat arasında, yalnız, Merhum, Konyalı, Mustafa Doğanbey ile tanışmıştır. Konya Lezzet Lokantası, İstanbul-Sirkeci’de Gar karşısında, Mustafa Doğanbey’in Kaim-i Pederi, Merhum, Konyalı,Hacı Ahmed Doyuran tarafından 1887’ de açılmıştır. 1931’den i’tibaren, Lokanta’nın başına damadı, Merhum, Konyalı, Mustafa Doğanbey  geçmiştir.

Lokanta,İstanbul’da, İlmiye sınıfının, müderrislerin, dersam’ların, Diyanet İşleri Reis’lerinin, Müşavere Hey’eti azaları hocaefendilerin, rical-i devletin buluşma yeriydi.

Merhum Konyalı, Mustafa Doğanbey, 1931 yılından i’tibaren, hep yanında,hizmetinde emrinde olmuştur. Yukarıda isimleri zikredilen Muhterem, merhum zevatı da Süleyman Efendi Hazret’leriyletanıştıran o’dur.

1942 yılında, TekParti  mütegallibe, C.H.P., Servet (varlık) vergisini çıkarmıştı. İl ve İlçe’lerde komisyonlar kurulmuş kimlerin ne kadar varlık vergisi ödeyeceğini  komisyon’lar takdir ediyordu. Kantar’ın topuzu öylesina kaçırılıyordu ki, vergi takdir edilen ba’zı kimseler, bütün servetlerini ortaya koysalar bilebir yıl için kendileri için takdir edilen vergi miktarını karşılayamıyorlardı. Yahûdî, Ermeni ve Rum İşadamları varlık vergisi yüzünden, Türkiyeyi terk’ettiler. İstanbul’da, ticaret, ithalat ve ihracaat bütünüyle onların elindeydi. Müthiş bir boşluk doğdu. Hele hele, yeni yeni gelişen inşaat malzemesi,otomotivve ara ürün sektöründe mthiş bir boşluk meydana gelmişti

Anadolu’nun muhtelif yerlerinden uyanık işadamları İstanbul’daki bu boşluğu keşfettiler ve bu boşluğu doldurmaya başlamışlardı.

Merhum,Refik Bürüngüz, aslen Kayseril,iş tutmak için  l938 yılında Kayseri’den Mersin’e hicret etmiş, 1942 yılında İstanbul’ gelmiş, Pencere Camı üzerine iş tutmuş, dürüstlüğü ve çalışkanlığı ile temayüz etmiş, vitrin ve pencere camında sektör’ün en büyüğü olmuştu. İş Bankası’nın bir iştiraki olanŞişe ve Cam Fabrikalarının ortakları arasına girmiş, Şişe ve Cam Fabrikalarının Türkiye Başbayiğliniyapıyordu.

Refik  Bürüngüz Merhumu, Süleyman Efendi Hazrnetleriyle tanıştıran, Merhum, Konyalı, Mustafa Doğanbey idi.Kayseri’den iştutmak üzere, İstanbul’a gelenlerden birisi de Merhum, Hacı Süleyeman Kuşçulu idi. Süleyman Kuşçulu da bir başka boşluğu değerlendirmiş, otomotiv parçası üretim   ve satışını yapıyordu. V  kayışı, oto aydınlatma,far ve ampul üretimi yapıyordu. Gündüzleri keasif mesaisine rağmen, gece derslerini ve sohbetlerini  hiç kaçırmıyordu. Ders ve sohbet sırasında, zaman zaman, uyukladığında, Süleyman Efendi Hazret’leri, kendisine takılır, latife eder, ”Süleyman Beg!, sakın uyumayasın! Sonra gözüne limon sıkarım, hâ! buyururdu.

Hacı Süleyman Kuşçulu Merhumu, Süleyman Efendi Hazret’leriyle tanıştıran da, hemşehirlisi, Merhum, Refik Bürüngüz idi.

Merhum, Mehmed Üretmen, aslen, İzmir, Kınık’dan olup, Kınık   yörüklerindendir. Babası Çanakkale şehid’lerindendir. Yetim kalmıştır, ailesinin tek erkek evladıdır. İzmir’de, Kınık’da ba’zı işler tutumuş, ailesiyile birdlikte İstanbul’a gelmiş, Tahtakale’de bir han odasına yerleşmiş,hurdacılıkla işe başlamış, bütün hurdacıların hurdalarını verdikleri birisiyle tanımış, hurdacılardan bu hurdaları toplayan kişinin, Karabük Demir Çelik Fabrika’larına sevk’ettiğini öğrenmiş. Hurdacılara biraz daha fazla ödeme yaparak, hurdaları o toplamaya başlamış, her geçen gün daha fazla hurda sevketmeye başlamış... İstanbul Ticret Odasında   tanıştığı Polonya’lı bir mühendis ile işbirliği halinde, İstanbul, Rami-topçularda, Türkiyi’de, Karabük Demirçelik Fabrikalarından sonra ilk Yüksek dereceli fırınlı, Demir Çekme, çivi ve Tel Fabrikasını kurmuştur.

Merhum, Mehmed Üretmen Bey bu fabrikayı kurmazdan evvel, inşaat demiri, herboy çivi ve tel döviz ödenerek dışardın ithal edilirm

Merhum, Mehmed Üretmen’i Efendi Hazret’leriyle tanıştıran da, Merhum Konyalı, Mustafa Doğanbey idi.