Teravih Namazını kendi camii’lerinde kıldıran diğer camii’lerin imam ve müezzinleriyle, cemaaten ba’zıları da, Beytepe Camii’ne geldiler. Zaten kalabalık olan cemaat daha da kalabalıklaştı. . Beytepe Camii, Beyşehr’in tamamına hakim bir tepe üzerinde, Güneybatısında, Anamas Dağının eteklerine kadar, Konyalı’ların “ Beyşehir Denizi, ” dedikleri Beyşehir Gölü uzanıyor, Gökyüzü açık, mabmavî, yıldızlar, minare’nin alemine kadar inmiş salkım salkım Gece’nin bu vakti tam bir selamet ve sükûnet içerisinde. . . Gökte meleklerin kanat sesleri, yerde Allah’ın mutî kullarının ayak seslerinden başka hiçbir ses işitilmiyor. Mü’minlerin bir kısmı kıyamda, bir kısmı rükû’da, bir kısmı secdedi, bir kısmı Kur’ân okuyor, bir kısmı tefekkürde - Bir saatlik tefekkür, bin rek’at nafile ibadetten daha faziletlidir, - gece yarısına doğru öyle bir ma’nevî atmosfer oluşmuştu ki, manzara tam da, Başta, Cibrîl-ü Emîn olmak üzere, yeryüzüne inen bütün meleklerin, “ Rab’lerinin izniyle melekler ve Ruh, Cebrail, herbir iş için inerler de inerler. ” (Kadr 97 / 4) Kadir Gecesinde gıpta ettikleri bir vaz’iyyette idiler. Sahur yemeği için Camii’n çok geniş Avlusunda masalar kurulmuştu, Sahur yemeği imece usulü hazırlanmıştı. Herkes evinde ne varsa getirmişti, fırınlar, pide gönderimiş, Etli Ekmekçiler, Etli Ekmek, Kebapçılar, kebap, Lokantacılar sulu yemek, çok zengin bol çeşit bir sofra kurulmuştu.

Cemaat, ferdî ibadetleriyle meşgul iken, bir taraftan, İlçe Müftüsü, Din Görevli’leri, dernek mensupları halkalar oluşturup sohbetlerde bulunurken, Beytepe Camii’nin yakınlarında bulunan bir Camia’mıza aid, Yurd Binasından cihazlarla yükseltilmiş bir Anons duyuldu, “Lütfen, Abdestlerinizi yenileyin, on dakika sonra cemaatle tesbih namazı kılacağız, ba’zıları, Cemaatle tesbih namazı kılınmasının mekruh olduğunu söyliyorlarmış, siz onlara bakmayın, biz, şimdiye kadar bütün mübarek gün ve gecelerde kıldık, bundan sonra da kılmaya devam edeceğiz, ”Benim, Camia ile alaka ve münasebetim orada bulunan herkesce ma’lûm, Başta, İlçe Müftüsü olmak üzere herkes bana teveccüh etti, Lisan-ı Hal ile ve yüz ifadeleriyle,” Pekiyi! Buna ne diyorsun, Mustafa Hoca,” diyorlardı.

“Hoca’larım! Şer’î hükümler her müslümanı, her mü’mini bağlar. Birileri için, fitne ve bid’at olan, bir başkası için sünnet değildir. Bu Kardeşlerimiz hata ediyor, bid’ate tevessül ediyorlar, Bu hususta, Şer’î hüküm, “Nafile namazların cemaatle kılınması bütün fukaha’nın ittifakıyla tahrimen mekruhtur. Bırakınız, Tahrimen Mekruh olmayı, tenzihen mekruh bile olsa, İmam-ı Rabbânî Müceddid-i Elf-i Sânî Hazretlerinin ifadesiyle, “Haram olan bir şeyi helal addetmek küfre müncerdir, mekruh olan bir şeyden ecir, mükafât- sevap beklemek bundan bir derece aşağısıdır,” bu mevzu’da, söylenecek çok şey yok. Herkim yapıyorsa, bid’ate tevessül ediyor, bid’at ihdas ediyor, bir bid’atin ihdası bin sünnetin terki gibidir, bir sünnete temessük, te’tebbû, bin bid’atin mahvı demektir” dedim, mesele böylece kapandı...

Yaklaşık, bin kişinin katıldığı sahur yemeği afiyetle yenildi, İlçe Müftüsü taam du’a’sını yaptı. İmsak vakti gelince de, gür sesli müezzin Kardeşimizin Saba Makamında okuduğu sabah ezanı, şehrih tamamına hakim bu tepe’den, saban’ın sükûnetiyle şehr’in her tarafından duyuldu. Diğer camii’lerin imam ve müezzinleri kendi camii’leriunde, sabah namazını kıldırmak üzere, helallaşıp, Kadir Gece’mizi tebrik ederek bizlere veda ettiler. Cem-i Gafîr olarak sabah namazı kılındı, helâlleşildi, Kadir Gecesi tebrikatı yapıldı, seneye Mübarek Ramazan-ı Şerif Ayına ve Kadir gecesine idrak edebilmek için du’a’larda bulunuldu, Kadir Gecesini ihya ve kalabalık bir cemaat halinde sabah Namazının eda’sının verdiği derin huzur ve sükûnet içerisinde evlerimize dağıldık. Yaya olarak evime giderken Beytepe- Validesultan Yurdumuzun yanından geçiyordum, düşündüm, bu genç hoca ve idareci Kardeşlerim, İmam-ı Rabbânî, Müceddid-i Elf-i Sânî, Ahmed-ü el- Faruk, el-Sirhindî (k.s.) Efendi Hazret’lerinden i’tibaren, Tarîkat-i Nakşibendiyye-i Âliyye’nin, “Müceddidiyye, Kolu’nun son Halkası, Mürşid-i Kâmil ve Mükemmil, Medâr Mürşid ve Müceddid, Süleyman Hilmi Silistrevî, (k.s.) Efendi Hazret’lerinin tecdid vazifesini emanet ettiği, bu genç kuşak nasıl oluyor da sünnetlere temessük ve te’tebbû yerine, Müceddidiyye Kolunun ilki ve Kutbu’l- Aktabı, Üveysî olarak Hazreti Üstaz’ımızın, ruhanî- ma’nevî, Şeyhi, Mürşid-i’nin, ” Nafile namazların cemaatle kılınması, bütün fukahâ’ nın ittifakıyla Tahrimen mekruhtur, mekruh olan bir ibadetten sevap-ecir, mükafaat beklemek asla caiz değildir, Haramı helal addet’mek küfre müncerdirdir, mekruh olan bir ibadetten sevab-ecir ve mükafaat beklemek ise bunun bir derece aşağısıdır,” bir bid’ate nasıl tevessül ederler, bu şen’î bid’ati nasıl irtikap ederler?!... Ben bu derin düşüncelere daldığımda, Kâinatta her ses susmuş, uçsuz bucaksız bir sahra’da, tek başıma yol alırken, gökte, Cibrîl-ü Emîn’in “Meleklere verdiği, “Er- Rahîlü, er- Rahîl,” ta’limatıyla göklerde meleklerin kanat, İhlas ve hulus ile Kadir Gecebini ihya ve ibadetlerle geçiren ve derinbir huzur ve sükûnet içerisinde evlerine dönmekte olan, mü’minlerin ayak sesleri işitiliyordu.

Genç hoca ve idareciler, cemaatle tesbih namazı kıldırarak irtikap ettikleri, bu şen’î bid’atleri, çok hazindir, bilerek veya bilmeyerek, Sahibizaman ve Müceddid Efendi Hazretlerine isnad ederek, hakkında, yalan uyduruyorlar, iftira ediyorlar ve şen’î buhtanlarnda bulunuyorlardı. Hiçbir bilgileri, delilleri, şahid’leri olmadığı halde, ceffe’l-Kalem, Efendim, Efendi Hazretleri bizzat kendisi kıldırmış, talebesine de kılınmasını, kıldırılmasını tavsiye buyurmuştur,” diyorlardı. Nerede, ne zaman kimin –kimlerin yanında buyurmuş, kim rivayet etmiş, rivayet eden kimse-kimseler sözüne güvenilir, sika zevat mıdır? Bütün bunların cevaıbı yoktur. Yalnız genç hoca ve idareciler mi? Hazreti Üstazımızla müşerref olmuş, rahle-i Tedrisinde bulunmuş, yaşlı tecrübeli ağaübeyler, kendilerine sorulduğunda, ” Gençler, Siz ne yapıyorsunuz? Açıkca, bid’ati irtikap ediyorsunuz, Biz, Hazreti Üstazımızın cemaatle tesbih namazı kıldındığına şahid olmadık, kılınması, kıldırılması hususunda tavsiyelerini de duymadık,” demediler, diyemediler. Yurtta- kurs’ta, 200-300 kişilik kalabalık cemaat tesbih namazını cemaatle kılmaya hazırlandıklarında, “Kardeşlerim, yapmayınız, tesbih namazı ferden ve gizlice kılınmalıdır, cemaatle kılınması Tahrimen mekruh’tur,” demek yerine sessizce mekân’dan sıvşıpgitmeyi tercih etmişlerdir.

Fazilet Neşriyat ve Ticaret Anonim Şirketi tarafından neşr’edilen, önceleri hazırlayan- yazan olarak üzerinde, Merhum, Hasan Arıkan’ ismi varkenson baskılarından, Hasan Arıkan’ın isminin çıkarıldığı, pekçok yabancı Lisan’da yayınlanan, “Muhtasar İlmihal”’de tesbih namazı ta’rif edilmiş, ta’rif’in sonuna şunot ilave edilmiştir.” Kılmasını bilmeyenlerin istifade etmesi maksadıyla cemaatle de kılınabilir. “Her yıl neşredilen ve hususî bir uygulama ile akıllı Cep Telefonlarına da indirilen Fazilet Taviminde de, Tesbih namazının ta’rif edildiği yaprakta, aynı not düşülmüştür. Ba’zılarının tesbih namazının kılınış şeklini bilmemesi, nasıl oluyor da, Tahrimen mekruh olan bir şeyi mübah, hatta mübah’ın da ötesinde çok büyük ecir-sevab ve mükafaatı mucip bir amel haline geliyor?

Ey Kardeşlerim! Hazreti Üstaz’ımızın, muhalifi, muarızı, muvâfıkı’nın ittifak ettikleri Unvanı, “Müteşerrî,” olmasıdır, yani Şerî’atten asla zerre misli ta’viz vermemesidir. Zira, Şerî’atte zerre mislü defosu bulunanın tasavvufta, Seyr-i Sülûk’ta yeri yoktur, ilerlemesi mümkün değildir. Sahibizaman, ve Müceddid olarak en birinci vazifesi, sünnetleri ihya, irşad ve ihda, bid’atlerden tahzir olan bir zata, fitne ve bid’ad isnad etmek, en büyük yalan, en büyük iftira ve Buhtan-u Azîm’dir...