KUR’ÂN-I KERİM’İN RESM-İ HATTI: (2)

El-Muknî’nin beyanına göre, Hazreti Osman radiya’llahu anh’in yazdırmış olduğu mushaf’lara nazaran Kur’ân’ın yalnız dört âyetinde (Kitab) lafzı böyle elifli olarak yazılmıştır ki, bunlardan biri de Ra’d Sûre’sindeki 38.âyette geçen “Likülli Ecelin Kitâb” nazm-ı Celilidir. Mütebâkî âyetlerde ise elifin hazfiyle (düşürülmesiyle) yazılmıştır. Bilahare yazılmış mushafların bir kısmında ise bu elifler isbat edilerek, (Kitâb) şeklinde yazılmıştır.

(Medeniyyet-i İslâmiyye) tarihinde deniliyor ki; Asr-ı Saâdet’de ba’zı kelimelerin ortasında veya sonunda med (çekme ve uzatma) vazifesini gören elifler, ba’zen yazılır, çok kere de terk’edilmiş bir kaide olarak terk’edilirdi. Haddi zâtında birer hatti işâretten ibaret olan yazıların muhtasar (kısaltılmış), çabuk yazılmaya elverişli olması pek çok bakımdan ve ezcümle istimla cihetinden faideli görülmekte olduğundan pek çok Kur’ânî kelimelerde vesâir ilmî eserlerde bu husûs iltizâm edilmişti. Bununla beraber ba’zen bu eliflerin yazıldığı da görülüyordu.

Hicrî, 692’de vefat eden Yâ’kût-ı Müsta’semî’nin ve 972 târihinde vefat eden ve Şeyh denilmekle ma’ruf bulunan Amasya’lı Hattât Hamdu’llâh’ın yazmış olduğu mushaflarda bu elifler ibka edilmiş (yerinde bırakılmış), bununla kolay okuma gayesi ta’kib olunmuştur. Bilahare pek çok meşhur, hattat da bu yolu tutarak elifleri yazagelmişlerdir. Fakat bugün Mısır’da ve sîair ba’zı İslâm diyarında yazılan, tab’edilen mushafların pek çoğunda bu elifler yine yazılmamaktadır.

Şu husûsa da dikkat çekmek gerekir ki, “Neşr” de ve “Şerh-i Mecâmî” de beyan olunduğuna nazaran vâkıâ, (İmam) ismi verilen Mushaf-ı Osmânî’nin resmine muvafakat (uygunluk) vacibdir. Fakat bu uygunluktan maksad, Hazreti Osman tarafından yazdırılıp, diğer uzak memleketlere gönderilmiş olan mushaflardan herhangi birinin resm-i hattı’na uygunluktur; velev ki, diğerlerine muvafık olmasın. Bununla beraber bu uygunluk, tahkîkî muvafakat ile takdirî kısımlarına ayrılır. Meselâ, El-Muknî’de zikredildiğine göre Osmanî Mushafların hepsinde hattan hazifle (kesilerek-alınarak) “Malikülmülk” “Malik-i Yevmü’d-Din” diye yazılmıştır. Şimdi, yeni yazılacak bir mushaf’da da bu eliflerin yine hazfiyle yazılacak olursa, Mushaf-ı Osmâniyye’ye tahkîkî bir muvafakatla tevafuk etmiş olur. Bilakis, elifler hazf’edilmeyerek izhar edilerek yazılırsa takdîrî bir muvafakatla muvafakat husûle gelmiş olur. Çünkü bu elifler, Osmânî Mushaflarda ihtisar için hazf’edilmiştir, okunuş i’tibariyle yine mevcud’dur. Binaenaleyh, elifli veya elifsiz yazılması kırâetin aslına uygun bulunduğundan, hatt-ı Osmânî’den bir inhiraf (dönme-ayrılma) sayılmaz... Emsâli hakkında da hüküm aynıdır.

Şu da ma’lûmdur ki, Hazreti Osman zamanında (El-İmam) denilen Mushaf-ı Osmânî’den istinsah edilip, (Nüshaları çoğaltılıp) Kûfe, Basra gibi büyük merkezlere gönderilen mushaf nüsha’larında muhtelif kabilelere aid lugatler i’tibariyle değil, belki, (min, ye, vav) gibi ba’zı edat ve iki vechile  okumaya müsaid Kureyş Lehcesine aid ba’zı kelimeler i’tibariyle ba’zı farklar bulunmuştur.

Meselâ: Medine-i Münevvere’deki Mushaf-ı Şerif’te, “Felâ Yahâfu Ukbâhâ” yazıldığı halde diğer ba’zı mushaflarda, “Velâ Yahâfu Ukbâhâ” tarzında yazılmıştır. Kezalik, Medine’li’lerin mushaflarında,” Ve Evsâ bihâ” tarzında yazılı olduğu halde, Iraklı’ların mushafında, “Vassâ bihâ,” tarzında yazılmıştır. Bütün bunlar, Resûl-i Ekrem salla’llahu aleyhi ve sellem Efendimizden böyle telakki edildiği için bunlardan her biri bir mushaf’ta ibka edilmiş, (yerinde bırakılmış) hepsi de tevâtüren sâbit bulunmuş olduğundan, aralarında ise lehçe ve ma’na i’tibariyle fark bulunmadığından bunların değiştirilmesi câiz görülmemiştir.

Ve şöyle de denilir ki, Kur’ân-ı Kerim’in resm-i hattına aid, kabul görmüş kaidelerindendir ki, Kureyş Lugatine dahil olup iki vechile okunması câiz olan kelimeler, bu iki vecih’den herhangi birine göre yazılabilir. Nitekim: “Mâlik-i Yevmü’-din”, “Yuhâdiûn” kelimeleri “Meliki Yevmü’d-dîn,” “Yahdeûn” şeklinde yazılagelmiştir.

Velhasıl, Kur’ân-ı Kerim’in ayniyyetini muhafaza etmek resm-i hattına riayette bulunmak bütün Müslümanlar için bir vecibe’dir. Nitekim, Şifâ-i Şerif’ de deniliyor ki; “Müslümanların arasında içm’, vardır ki, her kim kasden Kur’ân’dan bir harfi tenkîs veya başka bir harf ile tebdil ederse (değiştirirse) veya hakkında icma’ vakı’ olan bir mushaf’ın müştemil olmadığı bir harfi, Kur’an’dan olmadığı bi’l İcma’ ma’lum iken Kur’ân’a ilâveye kalkışırsa İslâmiyyet dâiresinden çıkmış olur.” İşte bunun içindir ki, İslâm âleminde Kur’ân-ı Kerim’in resm-i hattına son derece i’tina edilegelmiştir.

Kur’ân-ı Kerim’in resm-i hattı’nın kadîm hey’eti noktalarından, hareke’lerden, şedde, vakıf işaretlerinden, (Yü’minûn) kelimesinde olduğu gibi (ayn betra) denilen hemzelerden, ta’şir (on’ar on’ar), fâsıla (ara) işaretlerinden hâlî idi. Bunlar bilahare kabul edilmiştir. Bunlar Kur’ân-ı Kerim’in asıl yazısından hâriç, onun şekil ve mahiyyetini değiştirmekten uzak bir nev’i tefsirden ibaret olup mücerred tilâvetini kolaylaştırmaya hizmet eden ziyadesiyle zabt ve beyana elverişli işaretlerdir. Âyet’lerin başlarındaki fâsılalar ile vakf (durma) ve başlamaya aid rumuz (işâretler) bu cümledendir. Bunlar kelimelerin cevherlerine hâriç, resm-i hattı değiştirmeden uzak uzak olduğundan, kabulleri Cumhûr-i Müslimîn tarafından tasvib edilmiştir.

Filhakıyka, bunlar harf’lerden sayılmaz, bunların Kur’ân’dan olmaları tevehhüm olunamaz. Mücerred okunacak kelime’lerin tarz-ı teleffuzuna delâleti hâiz olduğundan yazılmalarında bir mahzur görülmemiş, bütün Müslümanların güzel görmelerine iktiran eylemiştir. Böylece, “Müslümanların güzel gördükleri Allah katında da güzeldir,” sırrı zuhur etmiştir. 

Keşfü’z-Zünûn’da deniliyor ki, “İlk Müslümanlar, Ashab-ı Kirâm Kur’ân-ı Kerim’i vahiy hafızlarının ağzından telkîn suretiyle almışlardı. Bilahare Müslümanlar çoğalınca âyet’lere nokta ve hareke koymaya mecbur kaldılar. Deniliyor ki, nokta’yı ilk vaz’eden Murâd’dır. Harekeleri ilk vaz’eden de Âmir’dir ve yine deniliyor ki, Haccâc’dır, veya Hazreti Ali’nin telkini ile Ebu’l-Esved’dir. Şu kadar var ki, zâhir olan noktalar ile hareke’lerin hatt-ı Arabî ile beraber ötedenberi vaz’edilmiş olmasıdır. Çünkü biribirine sûretçe müteşâbih olan harflerin-Mushaf’lara nokta vaz’ı zamanına kadar-noktadan arî bulunmuş olması uzak ihtimaldir. Hattâ, rivayet olunuyor ki: İslâm’ın başlangıç yıllarında, Sahâbe-i Kiram Mushafları ihtiyaten her şeyden hatta noktadan bile tecrid etmişlerdi. Eğer zamanlarında nokta bulunmamış olsaydı, bundan tecrid etmeleri nasıl bahis mevzu’u olabilirdi? Şu kadar var ki, pek çok yazışmalarda nokta kullanılması terk’edilmiş, nokta konması muhatabın vukufsuzluğuna bir ta’riz gibi telakkî edilegelmişti. Nitekim, bir zamanlar bizde de imzaya nokta konulması doğru görülmezdi.

Kuvvetli rivayetlere nazaran Kur’ân-ı Kerim’in harf’lerine nokta şeklinde ilk hareke’yi koyan zât, Hicrî, (67) târihinde vefat eden ve Tâbi’î’nin büyüklerinden, “Ebû’l-Esved-El-Düelî”dir, ki hizmeti İmam-ı Alî’nin işâretine binaen ifa etmiştir. O halde bu hareket, hulefâ-i Râşidîn’den bir zâtın emrine müstenid bulunmuştur. Ümmet-i Merhûme ise Hulefâ-i Râşidîn’in izinden gitmek ve onlara tam uymakla mükelleftir. Çünkü, “Benim ve benden sonra Hulefâ-i Râşidîn’in sünnetlerine uymak boynunuzun borcudur,” hadis-i Şerif’i bunu âmir’dir.

İtkan, Vefiyyâtü’l-Â’yân’da ve Kitabü’n-Nukat’da yazıldığına göre, Kur’ân-ı Mübîn’de ilk harekeyi, tenvini koyan koyan zât, Nahiv İlmi’nin kurucusu, EBÛ’L-Esved’dir. Hemzelerle teşdid’leri koyan, İmam-ı Halil  İbn-i Ahmed’dir. Hattâ, denildiğine göre, nokta şeklindeki harekeleri şimdiki bildiğimiz tarza getiren de yine bu zâttır. Tahmis ve ta’şir, (beşleme ve onlama) denilen işâret’leri vaz’eden de Nasr İbn-i Âmir el-Leysî veya Yahyâ İbn-i Ya’mer’dir, ki, bu zevât Tâbi’î’nin büyüklerindendir.

Ebû Ahmed el-Askerî, (kitâbü’t-Tashîf”inde yazmıştır ki: Nâs, Hazreti Osman’ın yazdırmış olduğu mushaf’ları bir müddet olduğu gibi okumaya devam etmişlerdi; Bilahare Abdü’l-Melik İbn-i Mervan zamânında, tashif (sahifelendirme) çoğalıp Irak’ta çoğalmaya başladı. Haccâc bundan endişeye düştü, müteşâbih harflerle alâmetler vaz’ını istedi. Bir rivayete göre bu vazifeyi ifaya Nasr İbn-i Asım ve Yahya İbn- ya’mer kıyam edip noktayı vaz’etti. Fakat bununla tashiflerin (sahifelendirmenin) önü tamâmen alınmış olmadığından i’câm=harekeler de ihdas edildi. Bu harekelere (Şeklü’l-Kur’ân) denir. Arz’olunduğu üzere, bunlar Kur’ân harflerini tebdil ve tağyir etmediği cihetle ilk Hicrî asrın ortalarından beri kabul edilmiştir. (Kitâbü’n-Nukat)’da münderiç olduğu üzere, Nâfî İbn-i Ebî-Nuaym diyor ki, Ben (Rebîa, İbn-i Ebî-Abdü’l-Rahman)’dan mushaflardaki Şeklü’l-Kur’ân’ı sordum, “Bunda bir beis yoktur.” dedi. Ebû-amr da demiştir ki: Nâs, bütün Müslüman şehir’lerinde Tâbi’în devrinden zamanımıza kadar bu Şekl-i Kur’ânî, gerek ümmühat sayılan tam mushaf nüsha’larında ve gerek sâire’de kullanmaya me’zun bulunmuşlardır.

Sûre’lerin başlıklarını tersimde (resimlemelerde), âyet’lerin sayılarını göstermekte tahmis ve ta’şir işaretleri konulmasında bir beis görmemişlerdir. Hata ise onların icma’ından mürtefidir. Bununla beraber bu harekeler, bu işaretler Kur’ân’ın resm-i hattı’nın cevherine, mahiyetine dahil olmadığı için pek çok tefsir kitaplarında ve sâire’de iltizam olunmamıştır. Görülüyor ki, Kur’ân-ı Kerim’in resm-i hattını cüz’î Bir Sûret’de tağyir câiz değildir, o halde bunun yerine başka yazıların kaim olmayacağı evveliyyetle sâbit olmuş olur...