Ashab-ı Suffe usulü tedrisat yapan, Devlet-i aliyye’mizin ve Milletimizin yüzakı ilim müesse’se’leri, Medrese’ler kapatıldıktan sonra, bir müddet, Medresetü’L-Eimme ve’L-Hutaba tedrisata devam etmiş ise de, onlar da kapatılmıştır. Bir dönem, İmam-Hatip Kurs’ları açılmış, Darvinizmi esas alan, dinî ve Millî bütün değerlerimizi inkar eden, Hasan Âlî Yücel-İsmail Hakkı Tonguç Millî Eğitimi kontrolündeki bu kurs’larda, Köy Enstitü’lerindeki eğitime paralel, Darvinizmi esas alan, inkarcı, Marxist, Leninist zihniyetler aşılanmıştır. Bunlar, Diyanet İşleri Reisliği’nde, imam-Hatip olarak vazife aldılar. 1960 Darbe-i Hükûmetinden sonra, 1961 Anayasası ile gelen kısmî hürriyetler müvacehesinde yapılan sol anarşik hareketlerde, T.Ö.S., (açılımı, Türkiye Öğretmenler Sendikası) üyeleriyle birlikte, ellerinde, Marx’ın, Lenin ve Stalin’in resimleri olduğu halde en ön safta yürüyorlardı.

İmam-Hatip Okulları ilk açıldığı yıllarda, hususiyle ve kasıd’lı olarak bu okullara, Köy Enstitü’leri ve Öğretmen okulları me’zunları, müdür ve öğretmen olarak ta’yin edilirlerdi. Yalnız, Tarih, Coğrafya, Kimya-Fizik gibi kültür dersleri öğretmenleri değil, fıkıh gibi meslekî ders’lere bile, 22-23 yaşlarında, yeni me’zun, bayan öğretmenler, ellerine, Merhum, Ahmed Hamdi Akseki’nin, “Din Dersleri” adlı kitabı verilerek ta’yin edilirlerdi.

Bunları, günümüzde tam bir çıkmaza giren, Devletin, (Millî Eğitim Bakanlığı’nın) ve Y.Ö.K.’ün, (Yüksek Öğretim Kurumu)’nun kontrolündeki din eğitiminin hangi safhalardan geçtiğini ve çıkmazın sebeplerini iyi anlayabilmemiz için yazıyorum.

Bu okullar, ne hayallerle kurulmuştu. Kuruluş’larından i’tibaren, bu okulların ve İmam-Hatip Nesli’nin hep hamisi olmuş, İlim Yayma Cemiyeti-Vakfı’nın, ilk yıllardaki idarecileri, “Tek taraflı değil, müsbet ilimlerle mücehhez, en az üç yabancı dili anadili gibi konuşan-anlayan,papazları  hidayete erdirecek, ilim adamları, hocalar yetiştiriyoruz,” diyorlardı.

Müsbet ilimlerle mücehhez, İmam-Hatip Neslinin, kaç papazı hidayete getirdiğini duymadık, bilmiyoruz, ama, Marmara Üniversitesi İlahiyat Fakültesinde, ba’zı F.E.T.Ö.’cü öğretim üyelerinin, 2006 yılında da, bir kız öğrencinin tanassur ettiği yazıldı, çizildi, konuşuldu.

Ankara Üniversitesi, İlahiyat Fakülte’sini hariç tutarsak, Türkiye’deki tüm İlahiyat Fakülte’lerinin menşe-i Türkiye’nin en büyük İlahiyat Fakültesine, (Marmara Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi) dönüştürülen İstanbul Yüksek İslam Enstitü’sü, 10 Haziran 1959 tarih ve 7344 sayılı kadro kanunu ile kurulmuş ve 19 Kasım 1959 tarihinde, İstanbul-Çarşamba’daki, İstanbul İmam-Hatip Okulu’nda tedrisata başlamıştır.

Bu Enstitü’nün ilk hocaları arasında, Ömer Nasûhî Bilmen, Ali Üsküdarlı, Ahmed Davudoğlu merhumlar gibi Ehl-i Sünnet akidesine sımsıkı, bağlı hocalar vardı. Mısır’da Ezher Üniversitesinde, okumuş, Ali Özek, Mustafa Runyun gibi reformist ve Ellâ Mezhebiyye, mensubu hoca’lar ve Mısır’daki Ezher Üniversitesindeki mason, Muhammed Abduh, Cemaleddin-i Efgânî ve Muhammed Reşid Rıza hayranı, Celaleddin Ökten, Mahir İz, Prof. Dr. Abdülkadir Karahan gibi hocalar da vardı.

Bu reformist ve Ellâ Mezhebiyye mensubu hocalar, bu yıllarda, İmam-Hatip Nesline, “Mezheb imamları, İmam-ı A’zam, Ebû Hanife, İmam-ı Malik, İmam-ı Şâfi’î ve İmam-ı Ahmed bin Hanbel (Rahimehümu’llah) birer imamdılar. Sizler de birer imamsınız, üstelik ileride, ihtisas, doktora yapacak, titr sahibi de olacaksınız. Siz, niçin bu imamları taklid edesiniz, sizler de o imamlar gibi içtihadda bulunur, hüküm vaz’edebilirsiniz. Sizin herhangi bir mezheb imamını taklid etmenize ihtiyacınız yoktur,” diyerek, Ellâ Mezhebiyye (Mezhepsizlik mezhebi), virüsünü, bu neslin kalbine, günlüne ve ruhuna enjekte ettiler.

1970’li yılların ortalarında, Ellâ Mezhebiyye, (Mezhebsizlik Mezhebi) kapısından zaman tüneline giren İmam-Hatip Neslinden ba’zıları, ma’alesef, 2000’li, 2010’lu yıllarda, ilhad, inkar ve zenadika kapısından çıkmışlardır.

Kuruluşu, İstanbul’umuzun fethiyle tarihlendirilen, Türkiye’nin en büyük ve en önemli üniversitesi, İstanbul Üniversitesi, İlahiyat Fakültesi öğretim üye’lerinden biri, Ellâ Mezhebiyye kapısından girdiği zaman tünelinde çıktığı noktadaki görüşlerini ve inançlarını, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın hazırladığı, “Gizli” işaretli raporundan öğreniyoruz ki, geldiği nokta tam bir ilhad, inkar ve zındıklıktır.

a) Kader yoktur;

b) Allah insanın yapacaklarını önceden bilemez;

c) Ecel kısalabilir;

d) Şefaat diye bir şey yoktur;

e) Peygamberlerin ismet sıfatı yoktur;

f) Yatsı namazı vakti geleneksel olarak yatsı namazının başladığı söylenen vakitte biter;

g) Teravih namazı meşrû’ değildir;

h) Kadınlar, adet günlerinde oruç tutabilirler;

i) Ölü’nün arkasından Kur’ân okumanın ölüye bir faydası yoktur;

j) Müslüman bir kadın Müslüman olmayan biriyle evlenebilir. Dinî geleneği, mezhebleri ve geleneksel dinî-kültürel yapıları sert bir şekilde eleştiren şahıs kendi kullandığı yöntemin en doğru yöntem olduğunu iddia etmekte ve geleneksel dinî ANLAYIŞI “Uydurulmuş Din” olarak yaftalamaktadır. Öte yandan mezhebleri reddetmekte, tarikatları ise şirk unsuru olarak görmektedir.

Yukarıda ta’dat edilen görüşlerden ba’zıları, fırak-ı dâlle’den Vehhabî’lerin görüşüdür, diğer ba’zıları da doğrudan, ayetleri, Allah’ın Zâtî ve Sübûtî sıfatlarının inkarıdır ki, bu doğrudan küfürdür.

Küfrü, inkarı ve ilhadı mutazammin, görüşlere sahip birisi yarınlarda, Diyanet İşleri Başkanlığı bünyesinde, müftü, vaiz, imam-hatip, Kur’ân Kursu muallimi, dinî  uzman ve rehber öğretmen olarak vazife alacak insanlarımızı yetiştiriyor.