“Bir takım yabancı istihbarat örgütleriyle bağlantısı olduğu iddialarının ciddiye alınması ve yeni bir FETÖ ile karşılaşmamak için gerekli incelemelerin yapılması, üzerinde durulması gereken önemli bir konudur. Zira uzun yıllar Cemaat bünyesinde çalışmış, içyüzlerine vâkıf olduktan sonra onlardan ayrılmış olan ve Cemaat içinde “Kozan İmamı” olarak bilinen Mustafa Akyıldız oluşumun din anlayışı ve yapılanmasıyla ilgili oldukça ciddi iddialarda bulunmaktadır.”
FETÖ’nün içyüzünü, 1960’lı yılların sonlarından i’tibaren ilk keşf’eden ve her daim, FETÖ ile arasına mesafe koyan yegane, Camia ve Cemaat, bizim Nezih Camia ve Cemaatimizdir. FETÖ ile alakalı hususlarda, bu Rapor’u hazırlayanlar öncelikle, aynayı kendi yüzlerine tutsunlar da sonra başkaları hakkında konuşsunlar.
Başkaca hiç bir delil, işaret ve emare bulamadıkları için, 55 yıldır, temcid pilavı gibi önümüze getirilmeye çalışılan, şu zavallı Mustafa Akyıldız. Pek çok vesiyle ile defe’atle cevaplandırdık; Mustafa Akyıldız isimli bu Ahbes, “uzun yıllar Cemaat bünyesinde çalışmış,” birisi değil, çok kısa bir müddet kurs’larımızdan birisinde talebe olarak kalmış, kendisinden küçük çocuklardan birisine tasaddîye teşebbüs ettiği için, derhal kurs’tan uzaklaştırılmış, def’edilmiş birisidir. Hazindir ki, bu Ahbes, bu rezil, bu ahlaksız, Camiamıza düşmanlık hususunda konu mankeni olduğu için, Diyanet İşleri Başkanlığı tarafından mükafalandırılmış, Adana-Kozan’da bir camiye imam ta’yin edilmiştir. Burada imamlık yapıyorken, zina fi’ilini irtikap ettiği için, Kozan Asliye Ceza Mahkeme’sinin 1970/73 sayılı kararıyla mahkum edildiği halde, Diyanet İşleri Başkanlığı Teşkilat ve Görevleri hakkındaki Kanun’un 22.maddesi gereği, görevine derhal son verilmesi gerekirken, hüküm, Diyanetçe görmemezlikten gelinmiş görevine devam hususunda göz yumulmuştur.
“Cemaatin devlet anlayışına ilişkin ciddi iddialar da gündeme gelmiştir. Cemaat mensupları bir kısım müesseselerde, devleti ele geçirmek, siyasî bakımdan hakimiyet kurmak maksadıyla çalışmaktadırlar. Öylesine gizlidirler ki, kendi aralarında birbirlerine telkin ettikleri Kur’an ve hadise uymayan fikirleri kesinlikle dışarı açıklamazlar.”
Böylesine zahir, yalan, iftira ve buhtanlara kargalar bile güler. “Devleti ele geçirmek” nasıl olacak? Devletin hiç bir kurumunda, bu Camia ve Cemaatten tek bir kişi dahî bulunmuyor. Daha önceki yıllarda, Camia ve Cemaat mensupları, Diyanet İşleri Reisliği bünyesinde, müftü-vaiz, imam-hatip, Kur’an kursu muallimi, müezzin-kayyım olarak vazife yapmışlardı. Diyanet bünyesinde vazife almak eğer devleti ele geçirmek için çalışmaksa, bu Rapor’a imza koyanlar da dahil, bütün Diyanet mensupları demek ki, devleti ele geçirmeye çalışıyorlar, kaldı ki, son çeyrek asırdan beridir, Camia ve Cemaat mensuplarından hiçbir kimse Diyanet İşleri bünyesinde bile vazife almamışlardır. Camia ve Cemaatimiz, su katılmamış Ehl-i Sünnet mensubudur. Bizim aramızda gizli ve aşikâr, Kur’an ve hadise uymayan hiç bir fikir telkin edilmez...
“Cemaat hakkında dile getirilen bir başka iddia da Kemal Kacar’ın yakın arkadaşı olduğunu ifade eden eski subay ve avukat Hayrullah Karadeniz’e aid olup Cemaatin 16 yıldır derin güçler tarafından kontrol altında tutulduğu iddiasıdır. Karadeniz, 1980 darbesinden sonra arkadaşlarıyla hapse alınan Kacar’ın o dönemdeki MİT tarafından hapiste anlaşmaya zorlandıklarını, ya on altı arkadaşıyla birlikte ortadan kaldırılıp Cemaatin bütün mal varlığına el konulacağı ya da Cemaatin askerî idarenin emrine girmesi teklifi karşısında onun da anlaşmayı kabul etmek zorunda kaldığını ve kendisine büyük miktarda para teklif edildiğini söylemektedir.”
Hayrullah Karadeniz bu ipe sapa gelmez, saçma sapan iddiaları, ilk def’a, 2016 yılında Merhum, Ahmed Arif Denizolgun’un vefatı üzerine, sosyal Medya’da, “Bir Mevta’nın ardından” serlevhalı bir yazıda dile getirdi. O tarihte kendisine müşahhas delillerle muknî bir cevap verdim. Kendisini tanımıyordum, daha önce hiç görmemiştim. İstanbul-Ümraniye’de bir vesiyle ile da’vetli olduğum mekân’da karşılaştım. Hayrullah Karadeniz, diye bizi tanıştırdılar. İddialarının doğru olmadığını ifade ile cevabî yazımdakileri bir kerre daha vicâhen kendisine aktardım. Sustu, cevap veremedi. Vasat müsaid olmadığı için bendeniz de üsteletmedim ve konu kapandı.
Bu trajikomik, şen’î iftiraların hangi birisine cevap vereyim, neresinden başlayayım, hayretler içindeyim!... Evveliyetle ifade etmeliyim ki, Hayrullah Karadeniz isimli şahıs, Merhum Büyüğümüz, Kemal Kacar Bey’in hiç bir zaman ne yakîni ne de arkadaşı olmuştur. Hayrullah Karadeniz, 1980’li yılların başlarında, kendi iddiasına göre, istifa ederek ordu’dan ayrılmıştır. Bildiğim kadarıyla subay ve ast subaylar, belli bir kademe ve hizmet yılından önce istifa ile ordu’dan ayrılmış iseler, yüklü miktarda tazminat ödemek mecburiyetindedirler. Ordu’dan atılmış olabilir veya vazifeli olarak gönderilmiş olabilir. Güvenilir ve alakalı bir kaynaktan aldığım bilgiye göre, M.İ.T elemanı veya muhbiri değildir. Ancak, o devirde, Genelkurmay İstihbaratı, Jandarma Genel Komutanlığı İstihbaratı, Emniyet Genel Müdürlüğü İstihbaratı gibi, muhtelif istihbarat teşekkülleri vardı. Her ne ise gönderilmiş, gönderilen birisi...
Camiamız ve Cemaatimiz mensup ve sevenlerinin, uluslarası Nakliyat Şirketi, (TIR) Şirketinde çalışmaya başlamış, Şirketin ortakları, şirketin Sirkeci’de bulunan binasında, teberrüken, Kemal Kacar Bey’e bir oda tahsis etmişler. Nadiren de olsa, Şirketi teşrifinde uzaktan da olsa, muhtemeldir ki, Kemal Kacar Bey’i görmüş olabilir. Hayrullah Karadeniz denilen kişinin Kemal Kacar Merhumla yakınlığı ve arkadaşlığı bu kadardır. 1960’lı yılların başlarından i’tibaren, askerlik müddeti hariç, Merhum, Kemal Kacar’ın en yakın çalışma arkadaşlarından birisiyim. 11 Eylül 1980 günü, 12 Eylül Darbe-i Hükumetini haber aldığım, saat 13,00’den i’tibaren, Antalya Hapishane’sinden tahliye edildiği gün ve saate kadar, bütün bu vetire’de, yine en yakınlarından birisi olarak, Hayrullah Karadeniz’i hiç görmedim, tanımadım, ancak, 2017 yılında bir başka vesiyle ile tanıştırıldım.
Merhum Kemal Kacar Bey’in, ekserisi Antalya’lı olan ba’zı Camia’mız mensuplarının, Antalya’da tevkif ve muhakeme edilmelerinin, M.İ.T. ve derin devletle uzaktan-yakından bir alakası yoktur. Devir, 12 Eylül Darbe-i Hükümeti sonrası Sıkıyönetim devridir. Yani, Sıkıyönetim Komutanı’nın iki dudağının arasından çıkan her şeyin kanun olduğu devir. İstisnasız, herkesin 1402’ye muhalefetten hapse atıldığı, hapiste tutulduğu olağanüstü hal devri...
ANTALYA DA’VASI NİÇİN AÇILMIŞTI? NASIL NETİCELENMİŞTİ!...
İhtilaller ve darbe dönemleri, asılsız ihbarların en ziyade yapıldığı dönemlerdir; 1981, 12 Eylül 1980 Darbe’sini ta’kip eden dönem’de, Antalya’da vaki bir ihbar üzerine, Süleyman Efendi Hazret’lerinin talebe’sinden ve müntesiplerinden birisinin evinde arama yapılmış, kitapları, not defterleri, mektupları her ne varsa, müsadere edilmiş, Antalya Sıkıyönetim Talî Komutanlığı, Antalya’da vazifeli Diyanet İşleri Başkanlığı müfettişlerinden birisini, müsadere edilen kitaplar ve evrakı inceleme için bilirkişi ta’yin etmiş, bu bilirkişi, kitaplar ve diğer evrak arasında herhangi bir suç unsuruna rastlamamış, fakat, düzensiz kağıtlar arasında, düzensiz olarak yazılmış, üzerinde, Merhum,Kemal Kacar’ın ve ba’zı Camia mensuplarının isimlerinin bulunduğu ve “Emîr” “Emirler” kelime’lerinin geçtiği bir pusulayı, Diyanet müfettişi i’zam ederek, “Bunlar Türkiye’de emirlikler kurmuşlar, emirlerin emiri olarak da, Kemal Kacar’ı “Emiru’L- Ümera seçmişler,” diye saçma sapan bir rapor vermiş, devir, ihtilal, darbe-i hükumet ve vesayet devri... Yüksek Yargı Organı Başkan ve üye’lerinin, “Emret! Komutanım,” diye generallerin karşısında hazırola geçtikleri bir devir. Savcılık, hiç bir vak’a ve hiç bir müşahhas (somut) delil olmadığı halde, suya tirit bir iddianame hazırladı. İddia makamı, iddialarını isbat zımnında hiç bir delil ve şahid ortaya koyamadığı halde, “Sizi buraya tıkanlar böyle istiyor,” mantığıyla hareket eden mahkeme, belli sürelerde mahkumiyet kararı verdi.
Mahkeme-i Temyîz, (Yargıtay) da’vayı ilk duruşmada esastan bozdu ve maznunların ber’atlerine ve derhal tahliye’lerine karar verdi.
Arkadaşlarıyla birlikte “Ortadan kaldırılması tehdidi, Cemaatin bütün malvarlığına el konulacağı, tehdidi, yalandır, iftiradır, buhtandır, edepsizliktir. Herhangi bir Camia’nın askerî idare’nin emrine girmesi teklifi ancak abesle iştigaldir. Merhum, Kemal Kacar Bey’in büyük miktarda para karşılığı bu teklifi kabul ettiğini iddia ise alçaklıktır.
Türk Silahlı Kuvvetleri ve Kuvvet Komutanlıkları vakıfları kurulduğu yıllarda, Merhum, Kemal Kacar Bey, beher vakfa ayrı ayrı, 500 milyon olmak üzere toplamda iki trilyon TL yardımda bulunmuştu. Savunma Sanayii’mizin günümüzde geldiği merhalede, diğer yardımlarla birlikte Merhum Kemal Kacar’ın yardımının da payı vardır. Merhum, Kemal Kacar, devrinin en yüksek vergisini veren mükelleflerinden birisi ve sayılı nakit zenginlerindendi. Devletimizin bütün kademeleri, Kemal Kacar’ın ne kadar büyük bir Vatansever, Vatanperver olduğunu bilirdi. Sebebi ne olursa olsun, bedeli ne olursa olsun, ona kimse para teklif edemezdi. Farz-ı Muhal, bulundular, diyelim, bu kadar büyük bir miktarı hangi bütçe faslından karşılayacaklardı?!... “Atma Recep, Din Kardeşiyiz...”